Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-41

“Haşiye 2: Çünkü, bilmüşahede gayet cevadane bir faaliyetle şu alem-i kesif ve süflide pek kesretle nur-u hayatı serpmek ve iş’al etmek, hatta en hasis maddeleri nur-u hayatla letafetlendirmek, cilalandırmak sarahate yakın hissettiriyor ki, gayet latif, ulvi, nazif, hayattar diğer bir alemin hesabına, şu kesif, camid alemi zerratın hareketiyle, hayatın nuruyla cilalandırıyor, eritiyor, güzelleştiriyor. Güya latif bir aleme gitmek için zinetlendiriyor. İşte, beşer haşrini aklına sığıştıramayan dar akıllı adamlar, Kur’an’ın nuruyla rasat etseler görecekler ki, bütün zerratı bir ordu gibi haşredecek kadar muhit bir "kanun-u Kayyumiyet" görünüyor, bilmüşahede tasarruf ediyor."

Zerrelerin başka yüksek bir aleme gitmeye hazırlanmasından bahsedilirken bu tabirin, yani "başka yüksekbir alem"in izahı olan bu haşiyede hayat ve varlık aleminde hayatın sürekliliği ve devamı için "kanun-uKayyumiyet"in varlığı ve gerekliliği ortaya konmaktadır. Zerrelerin tahavvülü ile ifade edilen bu kaynaşma ilevesile oldukları en büyük hakikat, hayat olmalıdır. Hayat, varlığın en temel gayesi ve esma-eşya-esma dönüşüm süreçlerininikinci basamağının, yani eşyanın tekrar esmaya dönüşümünün zeminidir. Bu anlamda hayat çok kıymetli bir cevher,tahavvülat-ı zerrattan hasıl olan en parlak hakikat ve eşyanın bütünü içindeki manevi tasnifte adeta varlıkalemindeki mücevherattır. Hayat, aslı ve özü ile görülebildiğinde son derece latif, şeffaf, mücerret, manevi yönüağır basan yüksek bir hakikattir.

Ancak zerrelerin tahavvülleri ile ifade edilen varlık aleminde maddi zeminde genel anlamı ile bir kesret,teşahhusat, somutluk ve kesafet hakimdir. Hatta, varlığı bu yönü ile ele alan yaklaşımların çoğunda bu kesafeti vekesreti, maddi boyutu daha ön plana çıkarma eğilimi vardır. Bunun da ötesinde, bu alem içinde tahavvül eden zerrelerimtihan gereği, iradenin önüne geçilmemesi anlamında çok süfli, aşağı, bayağı ve abes görünümlerin, zahiri çirkinliklerinoluşumuna da hizmet etmektedirler. Aslında bir nur olan varlığı aydınlatarak esmanın görülmesine hizmet etmesibeklenen hayat, kesretin ve zulmetin hakim olduğu bir zeminde de tecelli etmektedir.

Mesela, zina, sarhoşluk, inkâr gibi en aşağı, abes ve varlığı zulmete sürükleme eğilimindeki birtavır ve yaklaşım da mülk aleminde tezahür eden hayat zemininde gerçekleşmektedir. Taif’de muhabbetullahın bir insanşeklinde tecessümünü (a.s.m.) taşlayabilmek, Hz. İbrahim’i (a.s.) ateşe atmak ve asırlardır insanlığın işlediğizulümler, insafsızlıklar ve canavarlıklar için yine hayat gereklidir ve zerreler böyle hallerde de hayatı neticeverecek ve varlığın genel kesafeti içinde hayat nurunu her tarafa saçacak şekilde tahavvül ederler. İnsanlığıngenelde zemin olduğu manevi kokuşmuşluklar içine serpilen hayat nuru, fiziki anlamda da zahiren en aşağı ve kokuşmuşkabul edilen kışırlarda, atıklarda, hatta dışkılarda bile tezahür etmektedir. Belirli bir düzeyde hayata mazhar olmuşmahlukların bu ortamlarda yaratılması, çok kıymetli olan hayat nurunun varlık aleminde çok cömertçe harcandığınıortaya koymaktadır. Bu durum, bir padişahın sarayındaki çok kıymetli mücevherleri, kristalleri, altınları, yakutlarısokaklara saçması hatta kanalizasyonlara, lağım çukurlarına dökmesi gibi bir şeydir. Bu hal çok garip gözükmektedirancak bunu yapan Sultan-ı Ezel ve Hakim-i Mutlak olunca biz muhataplara düşen bunun gerisindeki hikmeti aramaktır. İştebu "haşiye"de, aranan hikmet ortaya konmakta ve hiçbir mücevherin kıymetine yetişemeyeceği hayat nurunu bukesif ve süfli alemde cömertçe dağıtmanın gerisinde bu güzelliklerin gerçekte bu aleme ait olmadığı, başka vedaha yüksek bir aleme hazırlandıkları hakikati ifade edilmektedir. Elbette mücevherler sokaklarda saçılmış şekildedurmayacak, tekrar toplanarak asıl layık oldukları yerlere konulacaktır. Bu hal, muhtemelen bir parlatma ve cilalamaameliyesidir. Alemin bütün zerreleri hayat nuruyla cilalanmakta parlatılmaktadır. Bu da onların başka bir yerlere ve şualemden daha yüksek, daha latif, daha parlak ve daha nurlu bir yerlere hazırlandıklarına işaret etmektedir.

Alem bütün kainatı ayakta tutan ve kendisi de her an ayakta olan bir kudretin tasarrufu ile ancak şu ankişekliyle var olabilir. Bu ayakta tutma fiili sanki her zerre için geçerlidir. Her zerrenin varlık aleminde hayat nuruylaparlatıldıktan sonra baki bir alemde daimi bir hayata mazhariyet kesbettiğine dair pek çok emareler mevcuttur. Nurlandırmakve bekaya mazhar kılmak işleyişi, kâinatı zerrelerine kadar kuşatır ve muhittir. Her şeyin sürekli var ve hayatta,ayakta olduğu başka bir alemin işaretleri varlığın her tarafında gözleniyor. Bunun da gerisinde yalnızca insanlarıdeğil, bütün varlıkları, hatta bütün zerreleri tekrar ebedi bir alemde ve bekaya mazhar şekilde yaratabilecek veyarattığının emarelerini ortaya koyan bir kudret ve o kudreti ifade eden bir "kanun-u Kayyumiyet" gözleniyor.Yaşanan hiç bir şey yokluğa ve hiçliğe mazhar değildir. Varlıkları yokluk ve hiçlikle yüz yüze getiren, yalnızcaşuur sahiplerinin ayinelerindeki zulmet ve küfürle varlıkların üzerine örttükleri perdeler olmalıdır…