Müslümanların tarihte kurduğu devletler ve medeniyete katkıları – 1

1. GİRİŞ

İslâmiyet öncesi yıllarda insanlık tarihinin en karanlık yılları yaşanıyordu. İnsanlık manev’i bir buhran geçiriyordu. Kalpler tefessüh etmiş, zihinler dağılmış, ahlâk bozulmuştu. İnsanlar köle pazarlarında satılıyor ve türlü türlü işkencelere maruz bırakılıyordu [1].

İnkarcılık traji komik bir boyut kazanmıştı. İnsanlar kendi elleriyle helvadan yaptıkları putlara tapıyor, acıkınca da yiyorlardı. Cehalet, zulüm ve ayırımcılık akıl almaz boyutlara ulaşmıştı. Öyle ki, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu [1]. İnsanlık boğulmak üzere, perişan ve ümitsiz bir haldeydi. Artık bir fereç (çıkış yolu) ve bir rehber arıyordu. Nihayet insanlığın bu ızdırar halinde lisan-ı haliyle yaptığı duâyı Allah kabul ediyor ve nübüvvet güneşini karanlıklar içerisinde boğuşan insanlığın üzerinde parlatıyordu. Allah’ın “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım [2][3]” dediği, habibullahı, son peygamber Hz. Muhammed’i insanlığa rehber olarak gönderiyordu.

Hz. Muhammed (a.s.m), çağrısına kulak veren sahabeleriyle önce bir dînî topluluk kurmuştu. Bu toplulukla beraber Medine’de ilk İslâm devletini kuracaktı. Medine’de Hz. Peygamber, İslâm’a kucak açmış büyük bir kitleye kavuşmuştu; İslâm’ın bağımsızlığı ve hakimiyetini ilân edeceği bir vatana da sahipti. Artık yapılacak şey, bu vatan sathında İslâm cemaatini teşkilâtlandırmak, insanların birbirleri ile olan münasebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkın hakimiyetini sağlayarak etrafa yaymaktı. Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardı. Peygamber Efendimiz bu ihtiyacı gayet iyi bildiğinden, artık Medine’ye hicretin ilk günlerinden itibaren davet merhaleleri arasında “devletleşme” diye adlandırdığımız safhayı gerçekleştirmek üzere çaba sarf etti. Kuruluş günlerini yaşayan İslâm devleti’nin idare merkezi, hükümet binası, harp karargâhı vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid’i inşa etti. Mescide bitişik olarak bina edilen suffa, İslâm cemaatinin bütün İslâmî meselelerde eğitildiği ve gerekli bilgilerin öğretildiği önemli bir eğitim-öğretim müessesesi oldu.

Komşu devletlerle münasebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sınır tesbiti gerçekleştirilmiş ve bu sınırlar içerisindeki Müslümanların gücünü belirleme açısından Hz. Peygamber’in emri üzerine nüfus sayımı yapılmıştı. Ensar’dan bir kişi ile muhacirîn’den bir kişinin bir araya getirilerek İslâm topluluğunun ikişer ikişer kardeşleştirilmesi, başka bir çok faydaları yanı sıra İslâm Devleti’nin asıl unsurunu oluşturan Müslümanlar arasında tam bir kaynaşma ve dayanışma sağlıyordu. Yine aynı senede hazırlanan anayasa, Müslümanları olduğu kadar Medine’de bulunan müşrikleri ve Yahudileri de kapsamına alarak Hz. Peygamber’in devlet başkanlığını bu gayrimüslim azınlıklara da kabul ettiriyor ve aynı ülkede yaşayan vatandaşlar olarak bu insanlar İslâmın hakimiyet ve koruması altına alınarak güvenliğin ve barışın sağlanması hedefleniyordu. Peygamber hicretin onuncu senesinde İslâm dinini ve İslâm hakimiyetini baştanbaşa bütün Arap Yarımadası’na ulaştırmıştı.

Hz. Muhammed’in (asm) devleti hem Müslümanları hem de değişen üyelik düzeylerinde gayrimüslimleri kapsıyordu. Bu devlet ahlâklı bir toplum üzerinde teessüs etmişti. Bu devletin temelinde dayanak noktası olarak kuvvet yerine hakkı kabul eden, fazileti ve ilâhî rızayı hedef edinen, mücadele yerine yardımlaşma düsturunu esas alan, ırkçılık yerine din, vatan ve sınıf bağlarını kabul eden, gayesi nefsin gayr-ı meşrû sapkınlıklarını durdurup ruhu yücelmeye teşvik olan ve insanı gerçek insan yapmayı hedefleyen düsturlar yatıyordu [3].

İslâmiyet barış, selâmet ve güven dinidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim ile; “İnsanları, Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle dâvet et. Onlarla mücadelenin en güzel yolu hangisi ise onunla yap.” [15], ve “Dinde zorlama yoktur.” [15] prensip ve anlayışı getirilmiştir. Bu sebeple İslâm dini tarih boyunca zor ve kuvvetle Müslümanlaştırma gibi bir olaya fırsat vermemiştir [18]. Başkalarını zorla Müslümanlaştırması için savaşmak yasaktır. Hz. Muhammed (asm) peygamber olarak Mekke’de on üç sene kaldı. Orada insanları hak dine dâvet etti. Bu dâvette mantık, hikmet, güzel söz, hatırlatma ve örnekleme yolunu takip ederek Kur’ân-ı Kerim’in metodunu kullandı. Bu metot ile pek çok kişi Müslüman oldu.

İslâmiyet savaşa (cihada) belli kurallar getirmiştir. Her şeyden önce savaş, Allah (c.c.) yolunda savunma gayesiyle veya İslâm güneşine perde olan engelleri ve küfür karanlığını yırtmak için yapılacaktır. Savaşa başlamadan önce karşı tarafa bazı tekliflerde bulunulacaktır. Fiilen savaşa iştirak etmeyen çocuk, yaşlı, sakat ve din adamı gibi kimselere dokunulmayacaktır. Savaşta insanlık şeref ve haysiyetine yakışmayan hareketlerden uzak durulacaktır. Esirlere iyi muamele edilecektir [18].

Hz. Ebubekir, Hz. Peygamberin (a.s.m.) vefatından sonra meşrû bir seçimle cumhurun desteğini alarak, Müslümanların ilk halifesi oldu. 632 ile 634 yılları arasında çağının iki büyük devleti olan Bizans ve Sâsânî devletleri arasında Müslümanlara şahsiyet kazandırması, parça parça yazılı Kur’ân-ı Kerimi birleştirip Mushaf haline getirmesi, ülkeyi vilayetlere ayırıp idari bölümler kurması, memurlara maaş bağlaması bu devrin medenî gelişmeleridir.

Hz. Ömer 634 ile 644 yılları arasında hilâfet icra etmiştir. Bu dönem bir taraftan Sâsânî devletinin önemli şehirleri ile birlikte Kafkasya’da bir çok bölgenin alındığı, Bizans’tan Şam, Kudüs ve Mısır başta olmak üzere birçok şehrin İslâm devletine dahil edildiği; diğer taraftan devletin teşkilâtlandırıldığı bir dönemdir. Bu dönem, Hz. Ömer’le özdeşleşen adalet ve eşitliğin sağlanmasıyla tebarüz eder. Hz. Ömer’in Müslim ve gayrimüslim bütün vatandaşları divan denilen deftere kaydettirerek bir nev’i devlet sigortası yapması kayda değerdir.

Hz Osman dönemi 644-656 yılları arasıdır. Bu dönemde Hz. Osman bir taraftan ülke huzurunu sağlamaya çalışırken, diğer taraftan Azerbaycan ve Rey bölgelerini İslâm’a katmış, Kıbrıs’ı fethetmiştir. Ayrıca Hz Ebubekir’in bir araya topladığı Kur’ân metnini çoğaltarak ülkenin değişik yerlerine göndermiştir.

Hz. Ali devri 656-661 yılları arasıdır. Bu devir ayaklanmaların ve karşılıklı savaşların yaşandığı bir dönemdir [19]. İslâm’ın karşı karşıya kaldığı en büyük tehlikenin yaşandığı bu dönemde; şüphesiz büyük bir kahramana, adil bir hâkime, dirayetli bir kumandana, ciddî bir âlime ve imama ihtiyaç vardı. Hz. Ali (r.a.) tüm bu vasıfları fazlasıyla taşıyan mükemmel kişiliğiyle bu vazifeyi bihakkın yerine getirmiştir.

Hz. Hasan’ın (r.a.) altı aylık hilâfetinden sonra M: 661’de Asr-ı Saadet dönemi sona ermiş, İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.

Şüphesiz ki, İslâm medeniyetinin temelleri Hz. Muhammed (asm) zamanında atılmıştır. İslâm medeniyeti başlangıçta Kur’ân ve hadis referanslarıyla ortaya çıkmıştır [19]. Daha sonra kurulan pek çok Müslüman Devlet bu İslâm kültürü ve medeniyetine belli oranlarda katkı sağlayarak gelişimde rol oynamışlardır. Şimdi Müslümanların tarihte kurduğu medeniyete büyük katkılar sağlayan devletlere bir göz atalım.

2. EMEVİLER (M.661-750)

Kuruluşu: Kurucusu Hz. Muaviye (r.a.)’dir. Hz. Muâviye (r.a.), Eshâb-ı Kirâm’dan olup Peygamber Efendimizin kayınbirâderi ve aynı zamanda vahiy kâtibi idi. Hz. Muâviye zamanında iç huzursuzluklar giderildi. İslâm orduları fetihlerine devam etti ve Sicistan, Afganistan ve Semerkand’ı fethetti.

Coğrafyası: Suriye’de kuruldu. Başşehri Şam’dır. Emeviler döneminde İslâm ülkesinin sınırları Batı’da Atlas Okyanusu, Doğu’da Çin kıyıları ve Afganistan, Kuzey’de kısmen Küçük Asya ve İspanya’ya kadar genişlemiştir [6].

Yıkılışı: Emevileri ayakta tutan maddî manevî dinamiklerin zayıflaması ve son Emevî Halîfesi Mervan zamanında çıkan karışıklıklar devletin gücünü sarstı. Mervan, Ebu’l-Abbas ile yaptığı mücâdelede öldürülünce Emevî devleti yıkılarak yerine Abbâsi devleti kuruldu.

Hz. Muaviye’den itibaren halifelik saltanata dönüştü. [7] [8]. Daha önce Hz. Ali’nin halifeliği döneminde vuku bulan Sıffin Hadisesi’nin (M.657) asıl sebebi de bu hilâfet ve saltanat savaşıdır. Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.), dinin hükümlerini ve İslâmiyetin hakikatlerini ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz düsturlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise, İslâmiyetin sosyal hayatını, saltanat siyasetiyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsata sarıldılar, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler [5].

Arap olmayanlara (Mevali) kötü davranarak Arap ırkçılığını başlattılar [7] [8] ve İslâm dünyasına büyük zarar verdiler[9]. Zaten Hazret-i Hasan ve Hüseyin ile Emeviler arasındaki mücadelenin kaynağı da budur. Din ve milliyet muharebesi. Yani, Emevîler, İslâm devletini Arap milliyeti üzerine dayandırıp, milliyet bağlarını İslâmiyet bağlarından önde tuttuklarından, iki yönden zarar verdiler; Birincisi: Araplar dışındaki diğer milletleri rencide ederek İslâmiyetten ürküttüler. İkincisi: Irkçılık ve milliyetçiliği esas aldıkları için zulmettiler [5].

Emevilerin kötü ve fesatçı reislerinden Yezid [5] zamanında Hz. Hüseyin (r.a.) Kerbela’da şehid edildi [8]. Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler saltanatında, merhametsiz zulme sebebiyet verecek üç esas vardı. 1) Devlet için fert feda edilir, 2) Millet için her şey feda edilir, 3) Emevîlerin Hâşimîlere karşı geçmişten gelen rekabeti. Bir diğer sebepte Hazret-i Hüseyin taraftarlarında bulunan Emevilerden intikam alma hislerine karşı, Emevilerin gösterdiği tepki [5].

2.1. Medeniyete katkıları

* Bütün olumsuzluklarla birlikte İslâm Devleti en geniş sınırlarına ulaştı.

* Kur’ân-ı Kerim’in yanlış okunmasını önlemek maksadıyla nokta, hareke ve işaretler ilk kez Mushaflara konuldu.

* Emeviler, mimaride özellikle cami ve mescitlerin inşası konusunda ileri gitmişlerdir. Şam’daki Emeviye Camii en önemli mimarî yapıdır. Camilerde ilk defa minare, mihrab ve minber inşasını gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca camilerin etrafına şadırvanlar ve çeşmeler yapmışlardır.

* Halife Ömer ibn-i Abdulaziz döneminde hadisi şerifler toplanıp kitap haline getirilerek, tasnifine başlandı.

* Emevilerin en parlak zamanları olan Halife Yezid ve Haşim ibn-i Abdülmelik devirlerinde Türkler Müslüman olmaya başladılar.

* Tarık bin Ziyad Endülüs’ü fethederek, Akdeniz’i Atlas Okyanusuna bağlayan boğaza adını verdi (Cebel-i Tarık).

* İlk İslâm-Arap parası (Dinar) basıldı.

* İskenderiye Akademisi’nde Arapça bilen âlimlere kimya, tıp ve astronomi konularında Yunanca ve Kıptça eserleri tercüme ettirilmiştir.

2.2. Maddî ve manevi dinamikleri

* Emevilerin başarılarındaki en büyük dinamik Hz. Ali ve Al-i Beyt’in dengeleyici unsur olmasıydı. “Hz. Ali olmasaydı, dünya saltanatının Emevi hükümdarlarını bütün bütün yoldan çıkarma ihtimali vardı. Karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyti gördükleri için, onlara karşı dengeye gelmek ve İslâm dünyası nazarında mevkilerini korumak için, ister istemez, Emevi devleti reislerinin tamamı, kendileri olmasa da, onların teşvik ve onayıyla, onlara tabi olanlar ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle İslâm ve iman hakikatlerini ve Kur’ânın hükümlerini muhafazaya ve yaymaya çalıştılar. Yüz binlerle muhakkik müçtehidler, kâmil hadisçiler, evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beytin gayet kuvvetli velâyet ve diyanet ve kemâlâtı olmasaydı, Emevîlerin ve Abbasîlerin son dönemlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmaları muhtemeldi”[5].

* Güçlü bir kara ordusu ve büyük bir donanmaya sahipti.

—Devam edecek—