Muhakematın Birinci Makalesinin (Unsurul-Hakikat) Hatimesi Üzerine Notlar

Bediüzzaman burada, güvenleri tamamen sarsılmış, maddi olarak yenilgiye uğramış ve gelecekten de ümitlerikesilmiş Müslümanların endişelerinin yersiz olduğunu belirtmeye çalışmaktadır. Bediüzzaman, dikkat edilirse,burada meseleyi-her zaman olduğu üzere-bir his ve heyecan taşkınlığı ile değil, tam bir mümin kalbinin yanına aklınıkoyarak izah ediyor. "İnanıyorsanız üstünsünüz" hakikatinin itminanını bütün ruhunda yaşayıp hayatıylabunun en güzel örneklerini veren Bediüzzaman, davasını ve iddiasını ispatta aklın ilkelerini ihmal etmemekte, buradaolduğu gibi zaman zaman sosyolojinin ve psikolojinin ve diğer disiplinlerin imkanlarından gerektiği ölçüdeyararlanmaktadır. Bütün bunları yaparken Bediüzzaman’ın yapmadığı bir şey var; muhatabın aklını, kalbini dağıtmakve duygularını incitmek! O, hiçbir zaman olumsuzlukların dökümünü uzun uzadıya yapmaz. İslamiyet ve imanaleyhindeki iddiaları ve ithamları deşerek insanları ümitsizliğe düşürmez. Onun "müspet hareket" diye tanımladığıdavranış biçiminin görünüşlerinden biri de-pek dikkat çekilmese de-insan zihninde her vakit çoğalmaya hazır duran"acaba"ları azaltıcı metodudur.

Genelde bilgisizler taassuplarıyla orantılı olarak haşin ve acelecidirler. Hamiyet adına ortaya atıldıklarındakendilerinden çoğu kez kabalık zuhur eder. Bilenler ise, işin, arız amık (enine boyuna) yönlerini gördükleri içinkaramsarlığa ve tedirginliğe meyyaldirler. Bediüzzaman kendisini bu uçlardan kurtarmış, ilmi ve marifeti arttıkçahamiyeti zerre miskal sarsılmayan nadir şahsiyetlerden birisidir. Akif gibi mübarek, yüzü nur kalbi nur samimi bir münevverin:"Yandık diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun" diyeceği sarsıntılı vakitlerin arifesinde Bediüzzaman’ın İslamiyet’ingeleceği hakkında taşıdığı kanaatler çarpıcı ve manidar olmaları yanında, gerçekten ne kadar rahatlatıcıdır.

Bediüzzaman davasına atıldığında, zaman Müslümanlar için tam bir felaket asrıdır. 19. asırdangeriye doğru Müslümanların inançlarına ve siyasi varlıklarına yönelmiş üç büyük tehditle karşılaşmışoldukları kabul edilir.

Bunlardan ilki, Yunan felsefesinin İslam toplumlarına girişi ile başlayan ama sonuçta bir canlanmaya dayol açan fikri tehdittir. Bu ilk karşılaşmada Müslümanların en büyük avantajı siyasi güçlerinin zirvelerindeolmalarıdır.

İkinci tehdit, Moğol istilasıdır. Moğol istilasıyla İslam toplumları askeri alanda yenilgiye uğratılmıştır;ama bu bozgun Müslümanların itikadî bakımdan güçlerini sarsamamıştır.

Son tehdit, 19. yüzyılda askeri-siyasi gücü yedeğine alan, pozitivist-materyalist Batıdan gelmiştir.İslam dünyasının 14. asırda hiç bu kadar çalkalanmadığı söylense doğrudur. Öyle bir nazik durumdur ki, Türkiye,İran ve Afganistan’ın dışında bağımsız başka bir İslam devleti yoktur. Bu devletler bile ölümcül bunalımlarınpençesindedir. Fukaralık, cehalet, yozlaşma, taassup onları da çepeçevre kuşatmıştır. Normalde hiçbir ümitışığı gözükmemektedir. Bediüzzaman, işte böyle bir zamanda, mazisi muhkem ama şimdisi sarsıntıda olan bir kaleyevuran mehtap misali ortaya çıkmış; bitmez tükenmez bir gayretle o muhteşem ama yıkılmaya yüz tutan kaleyi tamire koşmuştur.

Bu bilgiler ve yorumlar muvacehesinde Muhakemat adlı eserin Birinci Makalesi’nin (Unsuru’l-Hakikat)Hatime’sinden şunlar anlaşılabilir. (Baştan ifade edelim ki, gelecek yorumlar, şimdilik ve bizim tarafımızdan anlaşılanlardır.Zaten hiç kimse "söylenen tam olarak budur" diyemez.)

Bediüzzaman İslamiyet’in geleceğinin parlak olacağı iddia ve ümidini, beş önemli kuvvete (sebebe)dayandırarak açıklamaktadır.

Birinci kuvvet: İslamiyet’in maarif ve medeniyetle mücehhez olduğu ileri sürülüyor. İslamiyet’in ilmeaçık olduğu, muhteşem bir medeniyet kurduğu herkesçe malumdur. Bediüzzaman’a göre ilim ve medeniyet İslam’a yabancıdeğil, insanlar İslam’a yabancıdır. Diğer dinlerin, mesela Hinduizmin, Brahmanizmin, Taoculuğun böyle bir şansıyoktur. Söz konusu inanç sistemleri, sadece derunî (içsel) bilgiye iltifat ederler. Ortaya büyük bir medeniyet dekoyamamışlardır.

İkinci kuvvet: Ön şartları ve yollarıyla tam donanmış olarak "şiddetli ihtiyaç" gösterilmektedir.İhtiyaç, ilk elde hiç de istenilmeyecek bir şeyken, Bediüzzaman şiddetli ihtiyacın Müslümanların işine yarayacağınıileri sürüyor. Bu; şiddetli yoksulluğun, adamı zengin edeceğine benzer bir iddiadır. Bediüzzaman bu tahlilini insanınpsikolojisine dayandırıyor ve "zaruretin" sağlayacağı motivasyondan söz ediyor. [Tarihçi Toynbee çoksonraları buna benzer bir tez ortaya attı, adamı yere göre sığdıramadılar. Said Nursi bizden ya, söylediklerinin nekıymeti var(!)]

Üçüncüsü: Asya kıtasının (Müslümanların) rekabet damarının kabardığı, artık tam bir uyanışınbaşladığı belirtiliyor. İslam’ın yürekli mütefekkir şairi İkbal öbür yanda ümitsizlik içinde kıvranmaktadır:"Her tarafta bir figan/Uyan derin uykudan, derin uykudan uyan." Bediüzzaman çoktan uyanmıştır; uyandırmıştır,hiçbir taraftan figan sesleri duymamaktadır.

Dördüncüsü: Mesele; sosyal, psikolojik, tarihî ve hatta kablî (a-priorik) yönden ele alınmaktadır.Bu başlık altında istidad-ı fıtriye tekid (vurgu) yapılmaktadır.

Bediüzzaman istidad-i fıtriye (yaratılıştan gelen kabiliyet) örnek olarak başka yerlerde bir tohumunçiçeklenme kabiliyetini, mesela bir kalıp buzun kapalı bir kabı parçalama kabiliyetini örnek olarak verir. Şartlarhazırsa aslında, tohum çiçek demektir. Tohum ile çiçek, çiçek ile meyve arasında çok uzak bir ayrılık yoktur. Biravuç su, bir tutam toprak, bir huzme ışık tohumun çiçeklenmesi için yeterlidir.

Bunun gibi, Müslümanların terakkisi istidad-ı fitri haline gelmiştir. Uygun zemin vardır. Çünkü heraçıdan (iktisadi, siyasi) teşebbüs gayreti uyanmıştır; çünkü, şartların ağır zorluğu ile yük hafiflemiştir(sıkıntı durumunda yapılanlar daha kolay gelir); çünkü, Müslümanlar bedeviyetin gereği olan kalp temizliğini taşımaktadırlar.Burada İbn-i Haldun’un tespitleri akla geliyor. Galiba Bediüzzaman "bedeviyet"i, kabalık anlamında değil de büyüktarih filozofu İbn-i Haldun’un kullandığı gibi kullanmaktadır. Eğer böyleyse-ki böyle olduğu kuvvetle muhtemeldir-İbn-iHaldun’un mülahazalarına katılıyor demektir. İbn-i Haldun’a göre bedeviler (şehirli olmayanlar), hazerilere (şehirlive medeni olanlar) göre daha iyi yürekli ve ahlaken daha temizdirler, duru bir kalple beraber kuvvetli bir asabiye (biramaca bağlılık) taşırlar; çünkü, Müslümanlar artık medeniyetin gereği olan telahuk-u efkardan (düşüncelerinbir arada çarpışıp kaynaşması) nasipsiz değildir; çünkü artık mizaçlar (huylar) bir arada bulunmaklabirbirlerinin aşırılıklarını törpüleyerek kuvvetli bir sosyal yapıya zemin hazırlamaktadır ki, bu olgu en başta Müslümanlarınişine gelecektir. Kelime-i tevhidi dillerinden düşürmeyen ama bir türlü bir araya gelemeyen Müslümanların tadil-imizaç ile kalplerinin tek yürek olarak çarpması harika bir kuvvet ortaya çıkaracaktır.

Beşincisinde; bütün bunların gerçekleşmesi yani ye’sin (ümitsizliğin) tamamen ortadan kalkmasıylayeni bir şeyler yapma cehdinin kendiliğinden gerçekleşeceği belirtilmektedir.