Güçlü Toplumun Dinamikleri – I

I. Arama Konferansı Sonuç Raporları

II. Masa: Güçlü Toplumun Dinamikleri – I

Sivil Toplum ve Bediüzzaman'ın Yaklaşımı
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi
9-20 Mart 2005 / Ankara

GİRİŞ

Beşeriyet, sosyolojik olarak, kendi tarihsel sürecinde, “Vahşet ve Bedeviyet, Kölelik, Esirlik ve Ücretlilik” olmak üzere dört dönem yaşadı. Bediüzzaman’ın “Serbestiyet ve Malikiyet” dönemi olarak isimlendirdiği beşincisini de yaşamaya hazırlanıyor. Bu süreç, ferdi hukukun, kamu ve devlet yapısı içinde kendini koruma altına alma çabalarını arttırdığı, sivil toplumun öne çıktığı, öncü vatandaş kimliğinin güç kazandığı, farklılıkların algılandığı ve saygı gördüğü, sosyal konseptlerin yer değiştirdiği bir süreç olacak. Sosyal yaşamın fert lehine değişim geçirdiği bu süreçte öne çıkan en önemli vurgu, toplumsal bağların güçlendirilmesi bağlamında, toplumsal dinamikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bediüzzaman’a göre, sosyal algıdaki bu değişimden pozitif değer elde etmek için, manevi ve maddi dengelerini kurmuş güçlü fertlere ihtiyaç vardır. Toplumu değerlerle güçlendirmek için de toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesi gerekir.

Sivil toplum algısı bakımından, Bediüzzaman “ihlas merkezli” bir yaklaşımı esas almış, iktidara gelmeyi ve güce talip olmayı asla benimsememiştir. Çünkü “güç” merkezli düşünen fertler davranışlarında Allah rızasını gözetemeyeceği gibi, böyle fertlerden oluşan toplumda da adalet duygusu gelişemez. Günümüz Türkiye’sinde sivil toplum emekleme dönemini yaşarken, büyümesini engellemek isteyen güçler toplumun ensesinde beklemektedir. Ülkemizde resmi ideoloji topluma ortak bir aidiyet duygusu vermekten çok uzak olduğu gibi, aleyhte tetikleyici bir özelliği de olagelmiştir. Tek tipçi yaklaşan ve farklılıkları göz ardı eden bir devlet ideolojisinden de toplumun ortak paydası olmak beklenemezdi zaten. Oysa, çoğulculuk sivil toplumun vazgeçilemez bir değeridir.

GÜÇLÜ TOPLUMUN DİNAMİKLERİ

Bediüzzaman Said Nursi, toplumsal dinamiklere iki şekilde ele almaktadır. Biri, koruyucu yaklaşım, diğeri de motive edici yaklaşımdır. Ona göre, toplumun koruyucu dinamikleri ile motive edici dinamikleri birlikte yürütülmelidir. Bediüzzaman’a göre, toplumun dinamikleri şunlardır:

1. Sosyal Barış Dinamikleri
2. Ortak Payda Dinamikleri
3. Moral Değer Dinamikleri
4. Rekabetçi Sosyo-Ekonomik Dinamikler
5. Özgürlükçü ve Demokratik Yönetim Dinamikleri

1. Sosyal Barış Dinamikleri

Asayişin Temini: Güçlü toplumu oluşturmanın önemli yollarından biri, “asayiş”tir. Bediüzzaman’a göre, özgürlüklerle donanmış bir huzur ve güven ortamı, fertlerin yeteneklerini geliştirmede önemli bir etkendir. Bu nedenle, Bediüzzaman, hayatını “asayişin temini”ne vakfettiği gibi, kitaplarını okuyanları da bu konuda sürekli uyarmıştır. Koruyucu dinamikler bağlamında, sosyal barışı engelleyen manilerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu bağlamda, sosyal hayat okulundan elde ettiği tecrübelere dayanarak, sosyal barışı dinamitleyen etkenleri şu şekilde sıralamaktadır:

“Birincisi: Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.
Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.
Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.
Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.”

Bediüzzaman’a göre, bu hastalıkların iyileştirilmesi için, Kur’an eczanesinden alınan ilaçlar kullanılmalıdır. Bu bağlamda, bu ilaçları sunan Risale-i Nur aracılığıyla verdiği mesajları şu şekilde özetmek mümkündür:

Bir: Güçlü toplum olabilmek için, umutlarını sürekli koruyan ve Allah’ın rahmetinden asla ümidini kesmeyen fertlere sahip olmak gerekir. Toplumsal gücün korunmasında etkili bir dinamik olan “ümit”, aynı zamanda, öncü olmanın da çıkış noktasıdır. Onun verdiği ümit yüklü mesajlarından biri şudur:

“İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş.”

Bu mesajını delillere dayandıran Bediüzzaman Said Nursi, koruyucu dinamikler bağlamında en çarpıcı cümleyi şu şekilde ifade eder:

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef'âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehâlet edecekler.”

İki: Güçlü toplum dinamiklerinden biri de doğruluktur. Bediüzzaman’a göre, doğruluk İslamiyet’in özüdür. Manevi hastalıkların kaynağı da doğruluğun zıddı olan “yalancılıktır”. O halde yapılması gereken, özellikle İslam toplumlarından yalancılığı yok edip, doğruluğu ihya etmekle güçlü toplum oluşturulabilir. Bu, aynı zamanda toplumda güveni de tesis eder. Ticari, sınai ve kamusal ilişkileri de düzene sokar.

Onun, toplumun koruyucu dinamiklerinden doğruluğa ilişkin verdiği önemli ölçüyü şu cümlesinden anlamak mümkündür: “Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazen zarar verse sükût etmek… Yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı; fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yok. Çünkü hâlis olmazsa su-i tesir eder, hak, haksızlıkta sarf olur.”

Üç: Bediüzzaman’a göre, toplumu güçlendiren ve bu gücü koruyan önemli dinamiklerden biri de “sevgi”dir. Onun deyimiyle “muhabbet”tir. O, bu konuda şunu ifade etmektedir:

“Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adâvet, her şeyden ziyade nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.”

Dört: Bediüzzaman’a göre, sosyal barışı sağlayan ve toplumun koruyucu bir dinamiği de “sosyal bağları” anlamaktır. Özellikle bireyselleşmenin yanlış kullanımından doğabilecek “bencillik”, “neme lazımcılık” ve “adam sende, bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi yaklaşımların önünü kesmek için, Bediüzzaman “müsbet milliyet” kavramı içindeki “hamiyet” duygusunu öne çıkarmaktadır.

“Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir” derken, “Ben neyim? Benim ne hükmüm var ki…” gibi düşüncelerden bireylerin arınmasını istemiştir. Sosyal bağların fark edilmesini isteyen Bediüzzaman’ın şu cümleleri tüm açıklığıyla ortadadır:

“Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü, insanın fıtratı medenîdir. Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ, bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri mânen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşayamadığından, ebnâ-yı cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara mânevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, mâsum olmayan câni bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna…”

Beş: Bediüzzaman sosyal dinamiklerin koruyuculuğu bağlamında, Kur’an-ı Kerim’de önemle vurgulanan meşveret kavramını öne çıkarmaktadır.

Danışan, eylemlerini başkalarının gözüyle de sorgulamasını bilen fertlerden oluşan toplumların daha güçlü olduğu bilinen bir gerçektir. Demokrasinin temel taşlarından olan “danışmak” kavramı, fevriliğe yatkın olan doğu toplumlarında, nefsin ve duyguların dizginleyici bir özelliği olabilir. Bediüzzaman bu konuda şunları ifade etmektedir:

“Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir ki, o hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.”

Altı: Bediüzzaman’a göre, güçlü toplumun koruyucu dinamiklerinden biri de özgürlükçü ve demokratik bir ortamın sağlanmasıdır. O, meşrutiyet algılamasını vatandaşa sunarken, “dağ ve sahrâyı bir medrese ederek meşrûtiyeti ders verdim” şeklinde ifade etmektedir. Hatta, her yenilikte olduğu gibi, meşrutiyete tepki verenleri, “Birden bana göründü ki, meşrûtiyeti gâyet garip bir sûrette telâkkî etmişler” diyerek, “Nurdan zarar gelmez; gelirse, huffâşa gelir, murdar şeylere gelir. Size, cemî kuvvetimle, âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; ‘umum İslâm’ın, lâsiyyemâ Osmânîlerin fecr-i sâdıkının geldiğini, hattâ Bâşid başında görüyorum. Faraza, şu devletin yarı milleti, pahasında verilse idi gene erzân ve zulmetle beraber yansa idi gene ucuz!”

Demokratik ortamın oluşması kadar, güçlü toplum dinamiğini engelleyen istibdadı kaldırmak da Bediüzzaman’ın hedeflerinden biridir. O, istibdada o kadar karşıdır ki, onu “hayvanlık” olarak tanımlamaktadır.

2. Ortak Payda Dinamikleri

Bediüzzaman Said Nursi, kalkınma ve ilerlemenin “dahildeki asayişle” mümkün olabileceğini vurgulamaktadır. Toplumsal huzurun sağlanması için toplumun ortak paydalarının belirlenmesi ve bu paydalarda uzlaşmaya varılmasını esas almaktadır. Ona göre toplumun ortak payda dinamiklerinden bazıları şunlardır:

Bir: Dini hissiyat, özellikle “Enbiyanın şarkta ve Asya’da zuhurundan” dolayı bireylerde baskın olan duygudur. Ona göre, “Asya’da din hakimdir. Felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binâen, Asya'da hüküm süren dindar olmazsa da din lehine çalışanlara ilişmemeleri, belki teşvik etmelidir.”

Bediüzzaman, özellikle, dinsizleştirme politikalarının uygulandığı dönemlerde, yönetenleri bu konuda uyarmış, “din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz” demiştir. Ona göre, bir Müslüman başka dine girmez. Hiçbir Müslüman “Şimdiye kadar hakikî Yahudî ve Nasranî olmamış, aksine dinsiz olmuş, bütün bütün bozulmuştur”. Ona göre, “Müslüman Bolşevik de olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.” Bediüzzaman kendisini ve talebelerini“hem idareye, hem âsâyişe, hem vatan ve millet saadetine çalışma” misyonu ile tanımlamıştır.

Burada, masa olarak uzlaştığımız önemli bir açılım da, dinin birleştirici ortak payda olabilmesi için nisbileştirilmesi gerektiği lüzumu üzerinedir. Bediüzzaman’a göre, doğru İslamiyet ve İslamiyet’e layık doğruluk, doğru şekilde, doğru zamanda ve doğru araçlarla sunulduğu takdirde toplum tarafından kabul edilecektir. Hatta bu tarz bir yaklaşım sonucu, “sair dinlerin tabileri de İslamiyet’e dehalet edeceklerdir.”

İki: Bediüzzaman “kardeşlik” vurgusunu sıkça yapmaktadır. Hatta “Uhuvvet Risalesi” isimli müstakil bir eser de yazmıştır. Bu eserde, kardeşliği oluşturan esaslar ile kardeşliği bozan davranışları ortaya koyarak, dengeli ve akılcı davranış sahibi olmaya yönlendirmektedir. Ortak payda bağlamında Bediüzzaman Said Nursi’nin bu eserinde sunduğu ölçülerden bir kaçını burada belirtmek isteriz:

• Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, “mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat “yalnız hak benim mesleğimdir” demeye hakkın yoktur.

• Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Üç: Bediüzzaman, sosyal payda bağlamında ortaya çıkacak toplumsal uzlaşma için beş şart ileri sürmektedir. Ona göre, özgür bir ortamın tesisi için, fertlerin bu beş şartı dikkate almaları gerekmektedir. Bunlar: “Şeriat dairesinde ittihad-ı kulub, ikincisi muhabbet-i milliye, üçüncüsü maarif, dördüncüsü sa’y-i insanî, beşincisi terk-i sefahettir.”

Dört: Bediüzzaman’a göre, doğru sunulan ve doğru yaşanan dini değerler sosyal ortak paydaların ön sırasında yer alır. Dini değerler, daha öncelikli ve birleştirici rol oynarken, milli değerler, dini değerlerle verildiği takdirde bütünleştirici rol oynayabilir. Onun deyimiyle, “Biz Müslümanlar, indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir. İtibarî, zahirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman, hamiyet-i diniye avâm ve havassa şâmil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine (yani, menâfi-i şahsiyesini millete feda edene) has kalır. Öyleyse, hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye, ona hâdim ve kuvvet ve kalesi olmalı. Hususan, biz şarklılar, garplılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hâkim hiss-i dinîdir. Kader-i ezelî ekser enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki, yalnız hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye sevk eder. Asr-ı Saadet ve Tâbiîn bunun bir burhan-ı kat'îsidir.

Beş: Bediüzzaman sivil toplumun en önemli dinamiklerinden biri olarak “adalet”i öne çıkarır. “Haklılara hakkını, haksızlara cezasını vermek” olarak tanımladığı adalet, ona göre, sivil olmak isteyen bir toplumun vazgeçilemez doğrularından biridir.

“Evet, millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti yalnız ve yalnız hakaik-i İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimayesi ve saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr-ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır.”

Ona göre, adaletin tesisi için de güçlü iman sahibi bireyler gerekir. İstiğnayı esas alan ve ihlas merkezli davranan bireylerden söz eder. Ona göre, “Evet, iman, kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça 'yasaktır' der, tardeder, kaçırır. Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez.”

Altı: Bediüzzaman’a göre, toplumsal çatışmaları önleyici ve toplumu ortak paydalarda buluşturucu önemli bir etken de kişiler arası diyalogda ölçülü davranmaktır. Bu ölçü, tolerans kültürünü öne çıkaran, hoşgörü ve muhabbeti ilke edinen bir yaklaşım biçimidir. Onun ifadelerine başvuralım:

“Medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur. Meşrûtiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” Yine Bediüzzaman’a göre, “İttifak hüdadadır, hevada ve heveste değil.”

Yedi: Bediüzzaman koruyucu dinamikler bağlamında kişisel faziletin önemine de dikkat çeker. Bu bağlamda kişilerin yapmaması gereken davranışlar olarak şunları sıralar:

• Tenkitçilik

• Gıybet

• Ahlaksızlık

• Haset

• Hırs

• Dalkavukluk

• Tembellik ve tenperverlik

• Şöhret Düşkünlüğü

• Menfi milliyetçilik

• Korkaklık

• Havalecilik

-Devamı haftaya-