Ehven-i şer modeli-II

Risale-i Nur Modelleri

III. Arama Konferansı Sonuç Bildirileri

Risale-i Nur Enstitüsü
Ankara Şubesi
24-25 Eylül 2005 / ANKARA

Hukuk alanında Bediüzzaman, ehven-i şerri bir çeşit adalet-i izafiye olarak görür. Hakiki adalet ile izafi/nisbi adaleti verdiği tarihten örnekler ile birbirinden kesin olarak ayırır. Her ikisinin de uygulanma alan ve ölçülerinin olduğunu ortaya koyar. Ancak bu sosyal hayatın içinde geçerli olan bir kuraldır.

Tamamen hayra ve hüsn-ü hakikiye geçmek için bir çıkış yolu olarak görürken, hukuk alanında ve siyasî hayatta ehven-i şer kuralının pek çok su-i istimale sebep olduğunu göstererek ehven-i şer namına hareket edilemeyeceğinin altını çizer. Risâlelerin değişik yerlerinde ele alınan bu iki kavrama, “birinin hatası ile başka birisi mesul olmaz” mealindeki Kur'ân âyeti ışığında şu çarpıcı açıklığı getirir: “Adalet-i hakikiye; bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hak'kın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir. Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehven-i şer diye, bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır.” Bediüzzaman, “adalet-i mahzanın uygulanabildiği durumlarda, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulüm olur” (Mektubat, 57) demekle de, “ehven-i şer” adına izafi adalete kapı açmak için, hakikî adalete açılan kapıların bütünüyle kapanmış olmasını şart koşar. Adalet-i mahzadan taviz verilerek adalet-i izafiye namına “ehven-i şerdir” diyerek “Cemaat için fert feda edilir” prensibi zamanla su-i istimale uğramış ve zalim siyaset kendi siyasetine alet etmiştir. Böylece pek çok zulüm ve haksızlıkların kapısı açılmıştır. Bediüzzaman, Zalim Yezid'in Ehl-i Beyt'e yaptığı zulümlerin altında ehven-i şer düsturunun yanlış uygulamalarının bulunduğuna da dikkat çeker. (Emirdağ Lâhikası, İst. 1998, s. 182-183)

Ferdin hukuku çok önemlidir. Bu bakış açısı da, Kur'ân'ın her konuda insan merkezli olduğunun bir sonucudur. Bir tek insanın bile, hangi durumda olursa olsun, en küçük hakkı göz ardı edilemez ve edilmemelidir. “Bir gemide yüz cani ve bir masum varsa o masum kurtarılmadan o gemi batırılamaz, batırılsa zulümdür.” “Bir ferdin hakk-ı hayatı bütün insanlık için de olsa feda edilemez.” (Mektubat, s. 253-254) Tarih, bir cani için bir köyün ya da bir kasaba ve bir şehrin altı üstüne getirildiği günlere şahittir. Ne gariptir ki, çağımızda, bilginin en geçerli olduğu özgürlükler çağında, yani günümüzde, bu evrensel hak anlayışı özümsenemediği için, korkunç cinayetler altı milyar insanın gözü önünde işlenip durmaktadır.

Ehven-i şer prensibi iyi niyetle uygulanır

Ehven-i şer düsturu iyi niyetle ve tamamen hüsn-ü hakikiye geçebilmek için tercih edilmelidir. Zaruri durumlarda ruhsat ile amel etmek de bir nev’i ehven-i şerri ihtiyar etmektir. Ancak bu durumda da ölçü kaçırılmamalıdır. Meselâ, zaruret ve maslahat vardır diye farzlar ihmal edilemez, vacipler terk edilemez, şeair-i İslâmiye hiçbir maslahat ile tağyir edilemez. Yine bundan dolayıdır ki, “dar-ı harb ahkâmı dâr-ı İslâmda uygulanamaz.” (Mektubat, s. 420)

Bediüzzaman Said Nursî içtihadın gerekliliği ve şartları üzerinde dururken dünyevileşmeye dikkat çekerek bu zamanda kötü alışkanlıklardan ve dünya hayatının rahatı için ehven-i şer prensibi ile dinî içtihatların yapılmasına karşı çıkar. “Laubaliler ruhsatlarla okşanılmaz” der. Bilhassa hikmet ve maslahat için Allah'ın emirlerinden taviz verilemeyeceğini belirtir. Dinin amacının ahiret saadetini kazanmak olduğuna dikkat çekerek dünyanın rahatı ve saadeti için fetvaların verilemeyeceğini, verildiği takdirde bunun dini olmayacağını ifade eder. “Zaruret haramı helâl derecesine getirir” kuralının genel bir kural olmadığına da dikkat çeken Bediüzzaman Said Nursî “su-i ihtiyarıyla, gayr-ı meşru sebeplerle zaruret olmuşsa, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez” der. Meselâ, bir içki müptelâsı, zaruret derecesinde müptelâ olsa da diyemez ki, “zarurettir, bana helâldir.” (Sözler, İst. 2001, s. 444 vd.)

Siyasal hayatta ehven-i şer kuralı

Bediüzzaman, ehven-i şer kalkanına sığınarak yapılacak yanlışlara dikkat çekmekle beraber, iman dâvâsını özümseyen bir insanın sosyal hayatta davranış biçiminin, her zaman müspet hareket etmek, asla menfi hareket etmemek olduğunu söyler. Müslümanlar arasında yıkıcı ve karıştırıcı, anarşik ve huzur bozucu menfi hareket olmaz. Toplumsal hayatın köşe taşlarından olan siyasete de, “Madem siyasetçilerin bir kısmı Risâle-i Nur'a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; 'ehven-i şer olarak bakınız. Daha 'âzam-ı şer'den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun” (Emirdağ Lâhikası, s. 458) şeklinde bir ölçü getirir.

Burada “az müsaadekâr olmak” nisbî bir hakikati ihtiva eden bir tutumdur. Buna karşı çıkıldığı takdirde, daha büyük olumlu tutumlardan mahrum kalınır. Bize bir adım yaklaşanlara en azından zararımız dokunmamalıdır. Mesleğimiz de tecavüz değil, her zaman müdafaadır. Günümüzde, Risâle-i Nur kültürünü özümseyenlerin en önemli görevi de, muhabbet fedailiğidir; husûmet değil. Bediüzzaman, dâhildeki cihada da, sosyal hayata uyum anlamında, “Hem dahildeki cihad-ı mânevî, mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için, ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok…” diyerek farklı bir yaklaşım sergiler. Günümüzde inançlı insanların çok yönlü düşünüp toplumun ve insanlığın huzur ve güveni için asla anarşiye girmemek ve toplumun huzurunu bozacak davranışlardan kaçınmak için müspet hareket etmeye çağırır. (Emirdağ Lâhikası, s. 458) Bu bakış açısından değerlendirildiğinde, ehven-i şer yaklaşımı, sosyal barışa katkı sağlayan önemli bir kuraldır.

Bediüzzaman'ın siyasî partilere yaklaşımı şahıs odaklı değil, fikir odaklıdır. Bediüzzaman'a göre yanlış fikre ve siyasî düşünceye hizmet eden iyi insan bilmeyerek kötülüklere ve şerlere sebep olabileceği gibi, doğru fikre ve siyasî düşünceye hizmet eden kusurlu bir adam da sonuçta çok iyi hizmetlere ve hayırlara sebep olmaktadır. Bediüzzaman bu düşüncesini “Çok iyiler var iyilik zannı ile fenalık ediyorlar” (Münâzarât, s. 51) şeklinde açıklar.

Bediüzzaman'a göre siyasî hayatta parti tercihi yapılırken önemli olan şahıs tercihi yapmak değildir, önemli olan sonuçta ülkeye ve millete hizmet ile sonuçlanan fikir ve siyasî ekoldür. Hz. Ali (ra) ve İbn-i Sina gibi büyük fikir adamlarının dediği gibi “Siz gerçeği şahıslara göre değil, şahısları fikirlere göre tanıyınız ki, gerçeği bulabilesiniz; önce hakkı tanıyın ki hakperesti de tanıyasınız” ölçüsüdür.

Bundan dolayıdır ki, Bediüzzaman, “yanlış siyasî tercih” ile “siyasilerin yanlışlarını” kırmızı çizgilerle birbirinden ayırmıştır. Siyasî tercihin mutlaka doğru tercih olmasında ısrarını sürdürürken, siyasetçilerin yanlışları üzerinde siyaset yapılmasına karşı çıkmıştır.

Bediüzzaman bundan dolayı, “siyasetçilerin yanlışlarına ehven-i şer olarak bakınız. Azam-ı şerden kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun” der. (Emirdağ Lâhikası, s. 458) Çünkü bu asırda İslâm terbiyesi bozulmuş, insanlar dinden ve ahiret duygusundan uzaklaşmış, nazarlar dünya saadetini elde etmeye yönelmiş ve bundan dolayı siyasetin cinayetleri çoğalmıştır. Din adına da siyasete girilse dinî siyasete alet etmeye mecbur kalma durumu ile karşı karşıya kalınacaktır. (Emirdağ Lâhikası, s. 386) Bu durum ise sonuçta azam-ı şer ile sonuçlanmaktadır. Öyle ise bu bozuk cemiyette imana güç vermek lâzımdır. İnançlarda düzelme olmalıdır ki, düşüncelerde ve davranışlarda düzelme söz konusu olsun. İman kâmil olmayınca ibadet ve ahlâk ile ilgili hususlarda mesafe alma imkânı olmamaktadır. Bu hususta yapılacak her çaba boşa emekten öteye gitmemektedir. Bunun için yapılacak en müspet ve doğru tercih bilhassa siyasette iyiye götüren yola girmektir.

Siyasette doğru tercih ise İslâmın da özünde olan “insan hak ve hürriyetleri”ne yol açan demokratikleşme yönünde çaba sarf etmek ve bunu kendisine rehber edinen siyasî düşünceye güç vermektir. Haklı tarafa yardımcı olmak ve mânevî destek vermektir. Bediüzzaman be nedenle “Demokratlar komünistlik ve dinsizliğe karşı bize yardımcıdır” (Emirdağ Lâhikası, s. 423), “Ehven-i Şer olarak desteklenmelidir.” (Emirdağ Lahikası, s. 424) demiştir. “Biz hayırız ehven-i şer şerdir” diyerek siyasal anlamda meydana çıkanların nasıl “azam-ı şerre” sebep olduklarının zaman içinde görülmesi ile Bediüzzaman'ın bu konudaki haklılığı tescil edilmiştir.

Bediüzzaman, sosyolojik olarak insanlığın “vahşet ve bedeviyet, memlükiyet, esirlik ve ecirlik” devirlerini tamamlayarak “malikiyet ve serbestiyet devri”ni yaşadığını ifade etmektedir. (Mektubat, İst. 2004, s. 353) Bu beşinci dönem insan hak ve hürriyetlerinin kâmil mânâda yaşanmasına imkân tanıyacaktır. Bu döneme paralel olarak siyasetin su-i istimal ettiği “adalet-i izafiye” düstur ile “toplumum selâmeti için fert feda edilir” uygulamasının geçerliliğini kaybettiğini ifade eder.

Siyasîlere yazdığı mektuplarda Bediüzzaman, Kur'ân-ı Kerim'in “Birisinin günahıyla başkası muaheze ve mesul olmaz” (En'am, 164; Emirdağ Lâhikası, 1994, s. 387) prensibinin uygulanmasına çalışılması gerektiği üzerinde durur. “Küllün selâmeti için ferdi fedâ eden, ferdin hukukunu nazara almayan” anlayışın insan hak ve hürriyetlerinin önem kazandığı, hürriyet rüzgârlarının estiği zamanımızda geçerliliğini yitirdiğini vurgular. “Adalet-i mahzanın tatbik imkânının bulunduğu durumlarda adaleti izafiyeye gidilmesinin zulüm olduğu” (Mektubat, s. 57) gerçeğine dikkat çeker. Dolayısıyla ehven-i şer hesabına adalet-i izafiyenin uygulanmaya devam etmesi zulmün devamına sebep olacaktır. Öyle ise siyasiler demokratikleşmeye önem vermeli ve “ferdin hak ve hürriyetlerinin kâmil mânâda uygulanmasına çalışmalılar. Kur'ân'ın hedef gösterdiği hürriyet ve adalet ortamının sağlanmasına hizmet etmeliler.

—SON—