Ehven-i Şer Modeli-I

Risale-i Nur Modelleri

III. Arama Konferansı Sonuç Bildirileri

Risale-i Nur Enstitüsü
Ankara Şubesi
24-25 Eylül 2005 / ANKARA

II. MASA

Hayat bir faaliyettir. Faaliyet bir tekâmül içindir. İnsanın yaratılış amacı kendisine verilen kabiliyetleri geliştirmek ve tekâmül ettirmektir. Tekâmül ise zıtlıkların varlığı ile olur. Bu da mücadeleyi gerektirir. Bunun için zıtların bolca birbirine girdiği bir dünyadayız. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, sıcakla soğuk, ışıkla karanlık ve daha sayıya gelmez zıtlarla birlikte bunların da tonları olmasaydı, içinde yaşadığımız dünya bu kadar renkli, yaşanacak ve hayatın anlamını kavratacak bir nitelikte olmazdı. Evet, çirkin olmasaydı güzelin sonsuz çeşitlerine muhatap olamazdık.

Varlık hayır ve şerden ibaret değildir. Yani hayır ve şer denilen iki kutuplu değildir. Hayır ve şer, adem ile vücut arasında sayısız şer ve hayrı ihtiva eden varlık ve oluşumlar vardır. Bu varlıkların her biri, bulundukları konum ve değerlendirilme biçimi itibariyle, izafi ve göreceli olarak hüküm giyerler.

Hayatın bu gerçeklerinden yola çıktığımız zaman hakikatlerin yanında “Hakaik-ı Nisbiye” dediğimiz gerçekler de vardır. Bu nisbi ve göreceli hakikatler ise zıtların birbirine girmelerinden, hayır ile şerrin karışmasından ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı “varlıklar zıtları ile bilinir” denilmiştir. (İşârâtü'l-İ'câz, İst. 1998, s. 32-33)

Nisbî Hakikatler Ehven-i Şer Kuralını Gerektirir

Hakaik-ı nisbiye dediğimiz göreceli hakikatlerin ortaya çıkması, ezeli hikmetin gereğidir. Bu gibi hakikatlerin ortaya çıkması ancak şerlerin vücudu ile olur. Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak bu nisbi hakikatlerden doğmuştur. Ve bu nisbi, göreceli hakikatler gerçek hakikatlerden daha çoktur. Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Hayatta hayır asıl, şer tebeidir; hayır külli, şer ise cüz’idir. (Muhakemat, s. 44) Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi. Evet, “Her şey zıddı ile bilinir” meşhur kaziyeden maksat, bir şeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücut veya zuhuruna sebeptir. Meselâ kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahi olan mertebeleri tezahür etmezdi. (İşârâtü'l-İ'câz, s. 32-33; Bakara Suresi, 7)

Bundan dolayı “Ara sıra vukua gelen şerr-i kalil için hayr-i kesir terk edilmez; terk edildiği takdirde şerr-i kesir olur.”

Hayatın Gerçeklerini Görmek ve Gerçekçi Olmak

Yaşanan hayatın gerçeklerini göz ardı edemeyiz. Toplumda yerleşmiş ve zamanla örf ve adet haline gelmiş olan alışkanlıklar vardır. Bu alışkanlıkları insan tabiatından kaldırmak ve yerlerine güzel olanlarını yerleştirmek çok zordur. Sigara gibi basit bir alışkanlığı kaldırmanın ne derece zor olduğu tarihi bir gerçektir.

Bediüzzaman Said Nursi bunu şöyle ifade etmiştir: “Nekaisten müberra olmak cenan-ı cennetin mahsusatından ve her kemale bir noksan karışmak bu âlem-i kevn-ü fesadın muktezasından olmakla” dünyada pek çok ahkâm “Ehven-i Şer” kaidesine dâhildir. Âlemin her halinde hayr-ı mahz ve mutlak hayır bulunmaz. Bunun için “Ehven-i Şer bir adalet-i izafiyedir.” (Münazarat, s. 123)

İnsanların tabiatlarında olan ve umum insanlarca benimsenerek adet halini alan bir işi ve anlayışı birden kaldırmak, insan tabiatını değiştirmek gibi zor bir durumdur. İslamiyetin kölelik ile ilgili hükümleri bu nevidendir. Şeriat köleliği getirmemiştir. İnsanlık âleminde var olan kölelik müessesesini tadil etmiş ve tamamen hürriyete yol açabilecek bir surete indirmiştir. Bunun için öncelikle “adalet-i izafiye” ve “ehven-i şer” uygulanmıştır. (Münazarat, s. 122–123)

Birey ya da toplumlar, bir oluşumdan bir başka oluşuma geçişte, gerek psikolojik ve gerekse sosyolojik olarak çok zorlanırlar. Özellikle kötü alışkanlıklardan, insan fıtratına aykırı gelenek ve göreneklerden kopmak öyle kolay değil. İşte, Kur’an kötü alışkanlıklardan tamamen iyi olana geçişte “ehven-i şer” metodunu yer yer kullanır. Genelin yaptığı bir işi, birden kaldırmaya kalksaydı, büyük bir dirençle karşılaşırdı. Bunu “çok evlilik”, “köleliği kaldırmak”, “içkiyi yasaklamak” ve “faizi kaldırmak” gibi uygulamalarda net olarak görüyoruz. Bediüzzaman, bu bağlamda, İslam ahkâmının iki kısımdan ibaret olduğundan söz eder. “Birisi: şeriat ona müessestir, bu ise hüsn-ü hakikî ve hayr-ı mahzdır.

İkincisi: Şeriat-ı muaddildir. Yani, gayet vahşî ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir.” (Münazarat, s. 122) İslam, uyguladığı bu insanî metotla toplumları hiç rahatsız etmemiş, ruhlarda ve toplumda bir büyük ınkılabı gerçekleştirmiştir.

Elbette tebliğ metodunda dün olduğu gibi bugün de daha yumuşak bir üslup vardır ve olmalıdır. Bu, çok yönlü düşünmenin ve “ehven-i şer” metodu ile insanlara yaklaşımın gereğidir.

Ehven-i şer, zulmü, daha büyük kötülükleri önlemeye çalışmaktır, gerçek adalete ve “hüsn-ü hakiki” dediğimiz gerçek güzelliğe geçişi sağlamaya yönelik bir faaliyettir. Adalet-i izafiye ise, “çoğunluğun selameti için, cüz’i zararları kabul eden, büyük zulüm ve haksızlıkları önlemek için az bir zarara rıza gösteren bir adalet-i nisbiyedir.”

Bediüzzaman Said Nursi: “Şerr-i cüz’i için hayr-ı kesiri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesiri işlemek demektir. Bu durumda ehven-i şerrin ihtiyarı elzemdir” (Muhakemat, 33) diyerek bunu ifade etmiştir. Bu durumda “Ehven-i şer”, şerden kurtuluşun ifadesidir. Az bir zararı göze almakla çok büyük hayırlara kapı açılacak ise o şerre razı olmak gerekir. Hayrın olmadığı ve şerlerin istila ettiği bir durumda da hayra yol açmak, şerden kaçmak için yapılacak olan şey ve uygulanacak metot ve bir çıkış yolu “ehven-i şerreyni”, yani kaçınılması mümkün olmayan ikişerden daha hafif olanını seçmektir. Bediüzzaman’ın bir hatırasını ibretli olması açısından buraya almakta yarar görüyoruz:

Eğirdir Kaymakam Vekili İhsan Üstündağ, 1930 yılında bir mesele için Eğirdir Mal müdürü, eczacı ve bir doktor ile Barla’ya gider. Yolda kendi aralarında konuşurlar. Eczacı, “Allah niçin şerleri yaratıyor?” diye itiraz eder. “Bunu Hoca Efendiye sorarız” derler. Bediüzzaman’ı ziyarete giderler. Onlar daha sorularını sormadan Bediüzzaman sohbet esnasında şöyle der:

“Şimdi size şerrin nasıl hayır olduğunu anlatacağım. Kangren olmuş bir parmağı kesmek şer değil; hayırdır. O parmak kesilmezse, el kesilir. O zaman daha büyük şer olur. Demek Allah bu şerri hayır için yaratmış. Siz eczacı veya doktorsunuz, bunları daha iyi bilirsiniz” Ayrıca; bir hindinin altına yumurta konsa, bunların çoğu bozulsa, azı hindi olsa, bu şerdir denilmez” şeklinde izahlar ile ehven-i şerrin hayır olduğunu anlatır. (Son Şahitler, C. 4, s. 300)

Osmanlı’nın son döneminde “İslam Hukuku” alanında bir heyet tarafından hazırlanan Mecelle'de, “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” (Mecelle, md. 29) şeklinde bir genel kural vardır. Bu İslam Hukukunun önemli bir kuralıdır. Pek çok hüküm bu kurala bina edilmiştir. Şöyle ki: “Dünya dar-ı hikmet ve imtihan meydanı olduğu için hayırlar ile şerler birbirine karışmıştır. Bazen hayrı bildiğimiz şeyde şer; şer bildiğimiz şeyde ise hayır vardır.” (Bakara, 2:216; İsra, 17:11) “Allah insanları hayır ve şerler ile imtihan etmektedir.” (Enbiya, 21:35) Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şer gibi görünen bazı işlerin altında hayırların bulunduğunu ifade ve ima etmektedir. Bunun en çarpıcı örneğini Hz. Aişe’ye (ra) atılan iftira meselesini açıklarken ortaya koyar. “Siz onu şer sanmayın, aslında bu sizin için hayırdır” (Nur, 24:11) buyurur. Hz. Aişe (ra) ile hakkında olan cüz’i bu hadise müminler aleyhinde asılsız iddiaları ortaya atanlar ile ilgili hükümlerin nazil olmasına sebep olması ve mü’minlerin de bu gibi durumlarda neler yapmaları ve nasıl mukabele etmeleri hususunda uyarıcı hükümlerin ortaya çıkmasına vesile olması açısından hayır olmuştur. Sosyal hayatın işleyişi ve selameti açısından önemli hükümleri içeren bu durum, Hz. Aişe hakkında cüz’i şer olmakla beraber âlem-i İslamiyet ve insaniyet açısından pek çok hayırlara vesile olmuştur. Sonuçta Hz. Aişe’nin (ra) temizliği ve yüksek ahlakının Yüce Allah tarafından Kur’an-ı Kerim dili ile ifadesinin de bireysel açıdan Hz. Aişe (ra) hakkında çok büyük hayra sebep olduğu ve mertebesini yücelttiği de açıktır. Ayrıca, Hz. Aişe’nin (ra) sabrının ve sıkıntısının mükâfatını görmesi noktasından da çok büyük hayrına sebep olmuştur.

İnsan açısından ele alındığı zaman akıllı ile akılsız, âlim ile cahil ve dar görüşlü ile uzak görüşlü insanlar ancak hayırlar ile şerler arasında bulunan karışık durumlardan hayırlı sonuçlar çıkarabilmesi ile belli olur. Bunun için Hz. Ali (ra) “Akıllı ve bilgin hayrı ve şerri bilen değil, ehven-i şerri bilendir” demiştir.

İslam hukukçularının ehven-i şer prensibini sadece hukuki anlamda ve ticaret hukuku gibi dar bir çerçevede tutmuş olmalarına karşın Bediüzzaman Said Nursi, hayatın gerçeklerini ve fıtratın sesini dikkate alarak bu kuralı askeri alanda cihada asker sevk etmek, tıbbi alanda kangren olmuş bir parmağı kesmek, sosyal alanda asgari müştereklerde birleşmek, siyasi alanda insan hak ve hürriyetlerini esas alan bir siyasi oluşumdan yana tavır almak gibi sosyal hayatın her alanında uygulanabilir bir kural olduğunu göstermiştir.

Bediüzzaman bu prensibi uygularken her zaman iki sivri kutup olan ifrat ve tefriti değil, daima vasat olan ve insanlığı yaratılış amacına götüren istikamet yolunu seçmiştir.

—devam edecek—