Bir Çiçekle Bahar Olmaz mı?

Öylesine söylenmiş bir söz mü, yoksa bir atasözü mü olduğu pek belli olmayan "bir çiçeklebahar olmaz" yargısı; anlam dünyası zenginleşmiş, estetik duyguları gelişmiş bir insanın kulağını isteristemez tırmalayacaktır. Hele, sık sık tekrar edenlerin edası ve üslubuyla bu yargının kazandığı anlam bir katdaha hoyrat hale gelmişse. Güzel dilimizde, asırların süzüp getirdiği; her biri ya bir atasözünde yalın bir ifadebulmuş ya da manilerde billurlaşmış öyle söz kıvamları vardır ki, bunların yanında ayarı düşük bu kabil anlatımlarınnasıl tutunabildiğini merak etmeden geçemiyor insan. İnsanın benzer birkaçını her duyuşunda, bunlarda sakın sinsibir niyet olmasın diyesi geldiği bu örneklerin belki de en masumlarından birisi, şu "bir çiçekle baharolmaz" ibaresidir.

Her şeyden önce bu anlatım veciz değil. Eğer bu ibareyle bir olumsuzluk anlatılmak isteniyorsa niçinolumsuz kavramlar tercih edilmiyor. "Bir çiçek", bir de "bahar" dedikten sonra, yani muhatabın içindeadeta çiçekler açmışken, "olmaz" deyip cümleyi apansız bir şekilde olumsuz bitirmek münasebetsiz kaçmıyormu? Aynen "size bir haberim var, dalların çiçeklendiği bir bahar günü oğlunuz öldü" der gibi bir ölçüsüzlükbu cümleyi yaralamıyor mu? Her neyse geçelim. Zaten vurguyu bu noktaya yapıyor değiliz.

Söz konusu ibare, küçük de olsa bir gerçeği anlatmıyor değil, ama gizlediği o kadar çok gerçek varki, meselenin bu yönü doğrusu tahlile değer. "Bunda ne var; öylesine söylenmiş bir söz üzerinde bu kadar yorumyapmaya ne gerek var?" diyenler çıkabilir. Hayır! Asıl sorun burada. İnsan olarak biz, esasen taşıdığımız şuur-altımızlabiziz. Asıl insanlığımız orada yatıyor: isteyip yapamadıklarımız, düşünüp ifade edemediklerimiz, çelişkilerimiz,imanımız, isyanımız, hülasa gerçek dünyamız içimizde saklıdır. İşte bu saklı dünyamız fesada uğradıktansonra geriye bizden pek bir şey kalmaz. Bilhassa, düşünmeden, rol yapmadan kendi kendimize kaldığımızda yaptıklarımız;neşeli ya da zor ve sıkıntılı bir anda ağzımızdan bir çırpıda çıkan sözler, ruhumuzun şifrelerini çözen enönemli ipuçlarıdır. Baygınlık veya şok halindeki bir insanın ne yapıp ne söylediği, doğrusu bu bakımdan merakadeğer. Böyle bir durumda ondan sadır olacak söz ve eylemler ilgili şahsın ruh dünyasının en sağlam tezahürleriolarak ele alınabilir. Kişi hayatı boyunca şunu ya da bunu iddia edebilir, ancak pekala ruhu çok farklı bir gerçeğiniçine gömülü olabilir.

Diğer yandan, tesiri tamamen esbaba veren; eşyayı maksud-u bizzat yapan; görenek belasıyla israfa düşen;arabasının, mal ve mülkünün elinden çıkması yahut bunların azıcık çizilmesiyle yemekten iştihası kesilen;"bismillah"ı sadece korku ve heyecanını bastırmak için ara sıra, "inşallah"ı da "yarın aslaolmaz" anlamında, kibarca bir red sözü olarak daima tekrarlayan bir insan ise tahkikî imanı kazanamamış demektir.Benzer biçimde, bir çiçekle bahar olmaz sözü de, üzerinde biraz daha düşünüldüğünde söyleyenin iç bütünlüğününsarsıntıda olduğunun işareti sayılabilir. Gerçekten, her ferdin hayat (inanç) felsefesi bu kabil sözlerin toplamındanoluşur.

Her gün onlarcasını gafletle, harcıâlem kullandığımız ibare ve ifadelerimizin pek çoğu, en azından"gaflet" perdesinin daha da kalınlaşmasına yol açmaktadır. Bediüzzaman’ın; günde belki beş on kez tekrarettiğimiz "ne güzel" terkibi yerine, "ne güzel yapılmış"ı ikame etmek istemesi bu çerçevedeoldukça manidardır.

"Bir çiçek-bir bahar" üzerine biraz daha imâl-i fikr edelim. Faraza, "Bir çiçekle baharolmaz" diyen bir şahıs, gerçekten bir çiçeği hakkıyla temaşa edebilmiş midir? Hem değil mi ki bahar, binlerceçiçekten oluşan bir yer yüzü bahçesidir. "Çiçek-bahar-cennet" arasındaki uyumu göremeyen, yani bir çiçektebaharı seyredemeyen veya baharda cenneti yaşayamayanlar, taleplerinde ne ölçüde sahicidirler. Bir ağacı değil ormanı,bir yıldızı değil bütün semayı, tek bir caddesini ve çarşısını değil bütün bir şehri sevme, yahut bunlarlailgili olma iddiasında bir yavanlık yok mudur? Sevmek ve ilgili olmak, "tahsis"i gerektirir. Bütün yıldızlarısevdiğini söyleyen birine yıldızların nesini sevdiğini sorunuz. Dizilişlerini mi? Göz kırpar gibi parıldamalarınımı? Sahi nesini? Tek bir yıldızın yerini bir merkez olarak kabul edip diğerlerini onun etrafında hayali hatlarla birkanaviçe gibi öremedikten sonra yıldızları sevme iddiası, sıradan bir iddianın ötesine gidemez. Bütün insanlara gönlündeyer ayırdığını söyleyen bir hümanist, bırakalım dünyanın öbür tarafındakileri sevmenin nasıl bir şey olduğunutarif edememiş olsun; komşusu için, yaşadığı mahalle için, sevgi adına ne yapmış ve hangi fedakarlıkta bulunmuştur?Böylelikle dinlerin, "[insanlığı değil], komşunu gözet" ihtarının ne kadar manidar olduğu ortaya çıkıyor.

En küçük daireden başlamayan bir dikkat, tefekkür, cihad vs. olmadan daha geniş daireleri kuşatmakimkanı olamaz. Demek ki küçük daireden başlayıp büyük daireye doğru açılan bir metotta; sahihlik, sorumlulukduygusu, kesrette boğulmadan her şeyde vahdetin işaretini görme basireti; aksi takdirde parçalanmışlık ve her şeyinkendi hesabına olduğu kabulüyle insanın da kendi başına buyruk olacağı çıkarımı vardır.

Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, her insanın önüne iki yol açılmaktadır. İnsan yaşadığı müddetçe,ya heva ve hevesine tabi olarak "canım bunu yapmak istiyor" diyecek ya da ma’budiyetten uzaklık noktasında diğervarlıklarla eşit olduğunun şuuruyla hükmü Allah’a bırakacaktır. Allah’a ve ebedi hayata inanmayan bir kişi, isteristemez "heva ve hevesini putlaştıracak", helal haram demeden rast geldiği her şeyi, hiçbir sorumluluk duygusutaşımadan yiyecek, içecek, tüketecektir; hülasa her bir nesneyi nefsani tasarruf edecektir. Böyle olduğu için de hernesneye kendisine olan faydası nispetinde kıymet verecektir. Şu halde, en başta vurgu yaptığımız "bir çiçeklebahar olmaz" hükmü aslında böyle bir dünya görüşünün ürünüdür.

On dokuzuncu yüzyıl İngiliz şairlerinden Tennyson’un bir kır gezintisinde gördüğü bir çiçek üzerineyazdıklarıyla, Bediüzzaman’ın benzer bir gezintide gördüğü sarı bir çiçek hakkındaki söyledikleri buraya kadaranlattıklarımıza somut bir örnek teşkil etmektedir. İngiliz şair şöyle demektedir:

Çatlak duvarlar arasında güzel bir çiçek,
Seni o çatlakların arasından alacağım,
Tüm köklerinle birlikte elimde tutacağım.
Küçük çiçek, eğer anladığım gibiyse her şey,
Köklerin, yaprakların ve çiçeklerinle bir bütün olan sen

Şimdi de sarı bir çiçekte bir bahar kadar güzellik görüp bir cennet kadar mana okuyan Bediüzzaman’akulak verelim: "Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne, seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerkenparlak bir sarı çiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sâir memleketlerde gördüğüm o cins sarı çiçekleriderhatır ettirdi. Şöyle bir mânâ kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü iseve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir. Şu mühürtahayyülünden sonra, şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektub, o mühür, o mektubunsahibini gösterir; öyle de, şu çiçek, bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu enva-ı nakışlarla ve mânidar nebâtât satırlarıylayazılan şu tepecik dahi bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem, şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahrâ ve ova birmektub-u Rahmânî hey’âtını aldı. İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Herbir şey, bir mühr-ü Rabbânîhükmünde, bütün eşyayı kendi Hàlıkına isnad eder, kendi kâtibinin mektubu olduğunu ispat eder." (BediüzzamanSaid Nursî, Sözler, Germany: Yeni Asya Neşriyat 1994, s. 623 vd.)

Konusu çiçek olan şu iki düşünüş arasındaki fark hemen dikkati çekmiş olmalıdır. Tennyson çiçeğigörünce derhal onu koparmak istiyor, çiçeğe olan ilgisi, onu çiçeği "öldürmeye" sürüklüyor. Bu şiiriile şair, heva ve hevesini putlaştıranları simgelemektedir. Bediüzzaman ise "çiçeği görebilmek" için onadikkatle bakmayı yeterli görmektedir. Ona göre hiç bir çiçek yalnız değildir, adeta bir kelimedeki harf gibi şuurlubir tasarrufla yerli yerine konulmuştur. Bu çiçekle beraber her bir çiçek nev’i bir kelimedir. Çiçeklerin üzerinde yeşerdiğitepeler, ovalar "satırlardır". Su, toprak ve diğer unsurlar kelimelerin, üzerine yazıldığı sayfalardır. Hülasabu kainat bir kitaptır. Okunması için bir katip tarafından yazılmıştır. Dinin ilk emri de oku değil midir? Ancak bizbu okumayı şimdiye kadar yalnız matbu kitap okumakla sınırlı tutmuşuz ve yalnız toplumumuzun Gutenberg’e iltifatetmediği için aydınlanamadığını sanmışız.

Bediüzzaman’ın farkı burada. O, "oku" emrini "nesara- yensuru"yla sınırlayan ve sondönemlerde adeta bir imtiyaz olarak kendileri için de, tam olarak anlamadığı bir kuş dili oluşturanlara karşı yenibir okuma biçimiyle mukabele etmiştir. Bediüzzaman’ın okuma usulü, hem klasik medrese usulünün hem de modern okuma biçimlerininuzağındadır. Geleneksel ve modern yöntemlerin her ikisi de gayeci değildir. Faraza bir molla bir çiçek ibaresiniduysaydı, çiçekle ilgili manaları değil, bu kelimenin "müfred" mi "cemi’"mi, "marife" mi,"nekre" mi olduğunu düşünecekti. Yani bir çiçek onda yalnız filolojik çağrışımlar yapacaktı. Kezapozitivist bir bakış açısına sahip bir "scientist" (bilim adamı), çiçeğin hangi familyadan hangi türe aitolduğunu düşünerek kuru bir botanik bilgisi sunacaktı. Aklın nurunu fünun-u medeniyede, kalbin nurunu ulum-u diniyedegörmekle Bediüzzaman’ın vardığı sentez, esasında kainatı okuma biçiminde, buna bağlı olarak bilgi ve nihayet ahlaksisteminde köklü bir değişim projesidir. Kendisini ahlakçı diye gören makulenin, nasihatler, öğütler ve menkıbelerleyerleştirmeye çalıştıkları fazilet, akim veya güdük kalmaya mecburdur. Fazilet duygusu tutarlı bir bütündür vetek bir kaynaktan neş’et eder. İfsad için de aynı şeyleri söylemek mümkündür.

Bediüzzaman, 6 bin küsür sayfaya varan eserlerinin hiçbir yerinde 32 farzı tadad etmiyor; ama bulut, şimşek,hava ve bilhassa çiçek gibi temaları sıkça kullanıyor. Her birisine imanî ve itikadî bir vurgu yüklüyor. "Ne güzeldir"ebedel, "ne güzel yapılmıştır" ı terennüm ediyor. O kadar ki, onun ifadelerinin pek çoğunda gizli bir öznevardır. Bediüzzaman sürekli olarak, "yaptırıyor", "hizmetine koşturuyor", "cevapveriyor", "rahmet ediyor" "okutturuyor" fiilleriyle biten cümlelerde bir "Fail-i Muhtarı"hatırlatmaktadır. Şu bizim doğamızdan (!) ne güzel manalar doğuyor. Her bir doğa (!) nasıl bir duayı kendi lisan-ıhaliyle mırıldanıyor ondan anlıyoruz. Kur’an’da "oku", "yap" gibi emirlerin muhatabı insandır. Amanesne belli değildir; "ne" okunacak ve "hangi şey" yapılacaktır. Bu itibarla, Bediüzzaman -tabircaizse- bin yıldan beri, özellikle selüloz üretimi ve tüketimi arttıkça irfanın azaldığı şu devirlerde ilk defayeni bir "okuma" biçimi geliştirmekte, yeni bir anlam dünyası sunmaktadır. İnsanı, kainatı, bir çekirdeği,bir çiçeği okumaktadır Bediüzzaman.

"Bir"in kıymeti hiçbir vakit modern dönemlerde olduğu kadar düşmemiştir. Kainata nefsi hesabınabakan, yalnız kendisine olan menfaati ölçüsünde eşyaya "nazar" eden modern insan için "bir"bitimlidir. "Bir"in arkasındaki tecelli-yi esmayı göremeyen, gözünü yalnız bu dünyaya açan modern insan;yemeyi, içmeyi kısaca tüketmeyi marifet saymaktadır. "Bir çiçekle bahar olmaz" diyenlerin"marifetleri" ancak bu kadardır.