Aile ve Toplum – II

Risale-i Nur Modelleri

IV. Arama Konferansı Sonuç Bildirileri

Risale-i Nur Enstitüsü
Ankara Şubesi
1-2 Ekim 2005 / ŞANLIURFA

İslâm ilke olarak kadının çalışmasına karşı çıkmaz. Ancak onu ailenin geçimini sağlamakla yükümlü tutmaz. Kur'ân'a ve hadislere baktığımızda ailenin geçiminin erkeğinin üzerinde olduğunu görüyoruz. Said Nursî bunu temel olarak alır. Kadına düşen rol ise birinci derecede kocasının eşi, çocukların da annesi olma görevidir. Bu görev aslında en ağır görevdir.

D. Aile ve Gelenekler

Ailenin muhafaza edilmesi için tarihî tecrübelerle oluşmuş ve İslâmî ölçülere vurulduğunda doğruluğu tesbit edilmiş gelenekleri muhafaza etmek önemlidir. İnanç ve ibadet esaslarının korunması, dinî bayramlarımızın yaşatılması, mübarek gün ve gecelerdeki davranışlar olumlu geleneklerdir. Bu gelenekler daha sonraki nesillere büyük bir titizlikle aktarılmalıdır. İslâm'ın prensiplerine uymayan gelenek ve göreneklerden uzaklaşmak gerekir. Bu konuda ölçümüz İslâm'dır. Meselâ, başlık parası evlilikleri zorlaştıran ve gençlerin uzun yıllar bekâr kalmasına sebep olan bir gelenektir. Bu da fitnelerin yayılmasına yol açmaktadır. Hele de kız çocuklarının istemedikleri kişilerle para karşılığı zorla evlendirilmesi bizim İslâmî kültürümüze çok ters bir durumdur. Kızlarımıza ve toplumumuza yapılan büyük bir haksızlıktır.

E. Aile ve Tesettür

Said Nursî'ye göre sefih medeniyet, tesettürsüzlüğü kendisinin topluma sunduğu bir güzellik olarak kabul ediyor ve Kur'ân'ın tesettür emrine meydan okuyor. Halbuki tesettürsüzlük Kur'ân'ın ifadeleriyle bir cahiliye adetidir. Kur'ân bu cahiliye adetini kesin hükümleriyle ortadan kaldırmıştır. Bugüne kadar yazılan yüzbinlerce tefsir tesettürün Allah'ın emri olduğunu tasdik ediyor. Risâle-i Nurda tesettürün Allah'ın kesin bir emri olduğu vurgusunun yanında "fıtrî" olduğuna da dikkat çekiliyor. Said Nursî'ye göre bu emre uyulmadığı takdirde, aile hayatının devam etmesini sağlayan karşılıklı hürmet ve muhabbet ortadan kalkar ve aile hayatı zehirlenir. Buna göre açık saçıklık ailedeki samîmî sevgi ve saygıyı yok ediyor. Nursî'nin ifadelerine göre açık-saçıklık bir kadının kendi güzelliklerine başkasının nazarlarını çekmesi demektir. Bu da erkeğin kıskançlığına ve darılmasına sebep olur. Bu yüzden kadın güzelliklerini, kendisini ebedi bir arkadaş olarak kabul edip seven kocasına karşı sergilemekle yükümlüdür. Bu onun insan olmasının bir gereğidir.

Said Nursî'ye göre tesettürsüzlük sadece karı koca arasındaki sevgi ve saygıyı ortadan kaldırmakla kalmaz, aynı zamanda ahlâksızlığın da ortaya çıkmasına yol açar. Ona göre, "kadınlarda serbesti inkişafı, insanlıkta kötü ahlâkın inkişafına sebep olur. Bu yüzden Kur'ân kadınların haya perdelerini takmalarını emreder. Burada Nursî, tesettürü "haya" kelimesiyle ifade ederek, aslında tesettürün giyiniş ile birlikte davranış boyutu olduğuna da vurgu yapar. Yani kadınlar hayasızlığı gösteren davranışlardan uzak kaldıklarında tesettürün hakkını vermiş olacaklardır. Kur'ân bununla kadınların "hürmetini" muhafaza etmek ister. Kadınlar ancak bir haya perdesi olan tesettür ile, "hevasat aleti ve önemsiz bir meta" olmaktan kurtulabilirler. Sefih medeniyet ise kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Ayrıca ona göre tesettürsüzlük namahremin iştihasını açar ve tecavüze sebep olabilir. Nursî, tesettürsüzlüğün gazab-ı İlâhîyi celbeden bir yönü olduğuna da vurgu yapar. Allah'ın gazabı her zaman maddî olarak gelmeyebilir. Meselâ açık saçıklığın yaygınlaştığı toplumlarda iç huzursuzluğun artması da ilahi bir tokattır.

F. Kadının Çalışması

Toplumda görenek ve tiryakilik vasıtasıyla, zarurî olmayan ihtiyaçlar, zarurî gibi görülmeye başlanmıştır. Bugün bu olgu, büyük bir sektör olan reklâmcılıkla da desteklenmektedir. Bu da kapitalist tüketim toplumunun tipik bir yansımasıdır. Kapitalist zihniyet zarurî olsun olmasın, faydalı olsun zararlı olsun, "menfaat" elde etmek için gereksiz tüketimi kamçılamaktadır. Bunun neticesinde insanların zihninde, eskimeyen eşyaları değiştirme ve sağlığına zarar veren hazır yiyecekleri bol bol tüketme gibi "kronik shopping" denilebilecek şekilde bir alış-veriş hastalığı oluşmaktadır. Aynı zamanda bu durum, insanların birbirlerine karşı sevgilerini azaltıp, sevginin cansız nesnelere yönelmesine sebep olmaktadır. Bu çarkın içine düşen bir aileye sadece erkeğin kazancı yetmediğinden, kadın da çalışma ihtiyacı hisseder.

İslâm ilke olarak kadının çalışmasına karşı çıkmaz. Ancak onu ailenin geçimini sağlamakla yükümlü tutmaz. Kur'ân'a ve hadislere baktığımızda ailenin geçiminin erkeğinin üzerinde olduğunu görüyoruz. Said Nursî bunu temel olarak alır. Kadına düşen rol ise birinci derecede kocasının eşi, çocukların da annesi olma görevidir. Bu görev aslında en ağır görevdir.

Said Nursî, zaruret olduğunda kadınların çalışmasının önemine de dikkat çeker. Ancak bu zaruret, maişet için ahlâksız ve serseri bir kocanın tahakkümüne girme durumu olduğu zaman ortaya çıkar. Kadınlar bu durumda maişet için ahlâksız bir koca ile evleneceğine, köylü masum kadınların çalışması gibi, "iktisat ve kanaat" ile nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışabilirler. Bunun için kız çocuklarının belli meslek dallarında eğitim görmeleri de gerekli hâle gelir. Ancak bu eğitim esnasında kızların iffetlerini korumaları, davranış ve giyinişlerinin "meşrû" olmasına dikkat etmeleri gereklidir. Said Nursî, nafakalarını temin etmek zorunda kalan kızlara, "kendinizi idareye çalışınız, satmaya çalışmayınız" tavsiyesinde bulunur. Burada Said Nursî'nin israf etmeyip iktisat etmeyi, iffetli bir şekilde yaşamayı ön plana çıkardığını görüyoruz. Yani evleneceği erkekle ahiretinin tehlikeye düşmesinden korkan bir bayan, bunun yerine maişetini kendisi temin etmeye çalışabilir. Ama bu çalışmanın da ona dünyevi bir kazanç sağlarken ahiretini tehlikeye düşürecek şartlardan uzak olması elzemdir.

Nursî, çocuğun anne tarafından eğitilmesine büyük önem verir. İnsanın en tesirli mualliminin onun annesi olduğunu söyler. Bu nedenle çocuğun bu en zarurî ihtiyacını ihmal edecek şekilde, iktisat ve kanaati bir kenara bırakarak büyük bir hırsla çalışma hayatına atılması doğru değildir. İsrafı teşvik eden tüketim toplumunun tuzağına düşerek, daha fazla lüks bir hayat yaşamak arzusuyla, harama, helale dikkat etmeden bir kadının çalışma hayatına atılması, çocukları, eşleri olumsuz etkiler. Bunun da topluma yansıması negatif olur. Bu yüzden kadınların çalışmasının "zaruret, masumiyet ve iffeti koruma" kaydıyla sınırlandırılması gerekir.

G. Dünyevileşme

Dünyevileşme, dünyaya kesben değil, kalben bağlanmaktır. Yani dünyevi yaşayışın geçici ve ahiret için bir vasıta olduğunu unutup onu bir amaç haline getirmektir. Bir başka ifade ile dünyevileşme, nazarın evvela ve bizzat dünya mutluluğuna çevrilmesidir. Nursî'nin ifadeleriyle dünyevileşme, sefih Avrupa medeniyetinin tahakkümü, tabiat felsefesinin tasallutu, dünyevi hayat şartlarının ağırlaşması, fikirlerin, kalplerin dağılması, himmet ve inayetin bölünmesi ile zihinlerin maneviyata karşı yabancılaşmasından kaynaklanmaktadır.

Nursî'ye göre bu asır, dünya hayatını ağırlaştırması, yaşamak şartlarını zorlaştırması, zarurî olmayan ihtiyaçları, görenekle, tiryaki ve müptela etmekle zarurî ihtiyaçlar derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşamayı herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Bu da dinî; ebedî, uhrevî hayata set çekmeye ya da ikinci üçüncü plana atmaya sebep olur. Dünyada hayatını güzelce yaşamayı tek hedef haline getiren insanlar, dini bile buna alet etmeye çalışır. Bazı dindar ve müttaki insanlar bile dini istiyor, gereklerini yerine getirmeyi seviyor, ama bunu dünya hayatındaki muvaffakiyeti ve işlerinin rast gitmesi için arzu ediyor. O halde dünyevileşme, dini bile dünyaya alet etmeye sebep olabilmektedir.

Risâle-i Nur'da ahir zamanın "dünyayı ahirete tercih asrı" olduğu vurgulanıyor. Buna göre insanlar kırılacak cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih ediyor. Dünyevileşmenin tezahürü olarak, dünyayı ahirete bilerek tercih eden insanlar, eğlenmeyi ibadet gibi farz görevlerinin önüne geçirebiliyorlar.

Diğer taraftan iktisatsızlık, kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla, fakr-u zaruret ve maişetin artmasıyla insanın yaşamak ve hayatı korumak damarı yaralanmıştır. İnsanlar artık basit hatta zarurî olmayan bir ihtiyacı, büyük bir dinî meseleye tercih ediyor. Bu da, bu asrın dehşetli bir hastalığıdır. Bunun ilacı da, Kur'ân'ın tiryak gibi ilâçlarının neşredicisi olan Risâle-i Nur'dur.

Dünyevileşme hastalığının esas sebebi imandaki zafiyettir. Risâle-i Nur, zaafa uğrayan inanç esaslarını takviye ederek, imanı taklit seviyesinden tahkik seviyesine çıkarıyor. Bununla insanların nazarlarını dünyadan ahirete çeviriyor. Ancak ahireti unutmadan dünya için çalışıp gayret etmeyi de teşvik ediyor. Böylece dünya ve ahiret dengesini kuruyor.

Sonuç

Aile, topluma faydalı bireyler yetiştirme, sevme ve sevilme ihtiyacını karşılama, meşrû lezzetlerde ortak olma, elem ve kederleri paylaşma, gerçek ünsiyet edilecek bir ortam bulma, toplumun huzur ve mutluluğunu sağlayıcı bireyleri yetiştirme gibi fıtri ve toplumsal ihtiyaçları karşılamasından dolayı çok önemlidir.

Aile dinî değerler, şefkat ve güzel ahlâk prensipleri üzerine kurulmalı. Eşler birbirlerini geçici güzellik ve özelliklerinden dolayı değil, inanç, dinî değerler ve ahlâk güzelliklerinden dolayı sevmeli. Bu sevgi geçici menfaatlerin ve güzelliklerin kaybolmasıyla bozulmayacak bir sevgidir. Böyle bir sevgi, dinî değerler içindeki ahiret inancıyla çiftlerin ebedi hayatta da birbirlerine arkadaş olacaklarını düşünmesiyle sağlanabilir. Dindar kişiler, birbirlerinin güzel huylarından istifade ederek, sevgi ve şefkat dolu kalıcı bir evlilik oluşturmalıdırlar.

Dindarlık üzerine kurulu bir evlilikte kadın, zarurî olmadan, dinî vecibelerini zedeleyecek, kocasına ve çocuklarına karşı görevlerini ihmal edecek bir iş ortamına girmemeli. zarurî olursa, ya da çalışmak isterse manevi değerlerini koruyarak, fıtratına uygun bir ortamda çalışmayı tercih etmelidir.

Dindarlık üzerine kurulan bir evlilikte eşler birbirlerini "ebedi bir hayat arkadaşı" düşüncesiyle severler. Koca, eşi ihtiyarlasa da, zahiren çirkinleşse de ona güzel bir huri gibi muamele eder. Kadın da güzelliklerini, sadece kendisini böyle ebedi bir aşkla seven kocasına sergiler. Açık saçıklıkla kendisini başkalarına beğendirmeye çalışmaz, kocasını kıskandırmaz, huzursuzluk meydana getirmez, aile ve toplumun mutluluğuna tesettür ve haya ile katkıda bulunur.

Dinî değerler, şefkat ve ahlâk güzellikleri üzerine kurulan evliliklerde israf olmaz; iktisat olur, kanaat olur. Bu da bilinçli tüketici olmayı sağlar. İhtiyaçları görenek, tiryakilik ve reklamlar değil, gerçekten lüzumlu olan şeyler belirler. Gelirin çok olması, her türlü malı tüketme hakkını kimseye vermez. Geliri fazla olan israf edecek yerde yoksul ve fakir olan insanlara yardım eder. Parasını üretime yönelik yatırımlarda kullanır ve ihtiyaç sahiplerine istihdam imkanları oluşturur. Böyle yapması servetin tekelleşmesini önler ve toplumda dolaşmasını sağlar. Bu, insanların en hayırlısının insanlara faydalı olduğunu bildiren hadis-i şerifin gerçekleşmesi anlamına gelir.

Dindar bireylerden oluşan aile, dünyayı bilerek ahirete tercih etmez. Dünyaya kalbini bağlamaz. Ama maişetini helal yoldan temin etmek için ahireti unutmadan çalışır. Farz görevleri, çocukların dinî, ahlâkî eğitimlerini bir kenara bırakıp sarhoşane eğlencelerle vakit geçirmez.

Kısacası Risâle-i Nur'un aileyi erozyona uğratan sefih medeniyetin meydan okumalarına karşı önerdiği aile modeli, inanç, dinî değerler, şefkat, ahlâk güzellikleri ve sevgi odaklı bir aile modelidir. Müslümanlar aile yapılarını korumak için bu modeli hayata geçirmeye muhtaç oldukları gibi diğer dünya insanları da çökmekte olan ailelerini kurtarmak için bu aile modeline muhtaçtır.

—SON—