Şualar

Şualar, Hatime, 62. sayfadasınız.

 Hâtime
 Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla kısacık birer işarettir.
Ey insan-ı gafil! Gel bir kere düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen Üç Meyve, Üç Muktazî, Üç Hücceti nazara al, bak ki, bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz'î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en az bir san'atı başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayt kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan ve kendi Rahmâniyetini ve Rahîmiyetini ve Hakîmliğini herbir san'atıyla ihsas eden ve kendini herbir vesileyle tanıttıran ve herbir nimetle sevdiren bir Sâni-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm, hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kàbil midir ki, kâinatı mânen istilâ eden mehâsin-i hakikat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) ve envar-ı İslâmiyeye karşı lâkayd kalsın?
Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki, bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlûkatını sevindiren ve kâinatı ışıklandıran ve semâvât ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini ondört asır bilâ fasıla saltanat-ı maddiye ve mâneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı Kâinat hesabına ve namına süren Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın? Hem Muhammed (a.s.m.) gibi aynı hakikata hizmet eden enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ, mu'cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!

 Hâtime  Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla kısacık birer işarettir. Ey insan-ı gafil! Gel bir kere düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen Üç Meyve, Üç Muktazî, Üç Hücceti nazara al, bak ki, bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz'î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en az bir san'atı başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayt kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan ve kendi Rahmâniyetini ve Rahîmiyetini ve Hakîmliğini herbir san'atıyla ihsas eden ve kendini herbir vesileyle tanıttıran ve herbir nimetle sevdiren bir Sâni-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm, hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kàbil midir ki, kâinatı mânen istilâ eden mehâsin-i hakikat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) ve envar-ı İslâmiyeye karşı lâkayd kalsın? Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki, bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlûkatını sevindiren ve kâinatı ışıklandıran ve semâvât ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini ondört asır bilâ fasıla saltanat-ı maddiye ve mâneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı Kâinat hesabına ve namına süren Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın? Hem Muhammed (a.s.m.) gibi aynı hakikata hizmet eden enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ, mu'cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!