Câmiiyyet

Risale-i Nurdan Bir Kavram

"Cem" kelimesi sözlüklerde "içine almak, toplamak", "câmi" kelimesi de "içine alan, derleyen, toplayan" şeklinde tarif edilmektedir. "Câmiiyyet" ise "câmi’lik, toplayıcılık, toplu olmak" manalarına gelmektedir.

Câmiiyyet, Risalelerde büyük bir ekseriyetle insana izafe edilerek kullanılmakta ve insanın yaratılışındakicamiiyetin, onu kainatın küçük bir misali hükmüne getirdiği anlatılmaktadır. Kelime anlamından yola çıkarak"İnsanın fıtratı neleri içinde taşımaktadır, nasıl bir toplayıcılık özelliği vardır?" sualine cevapararsak, insanın bir merceğin odak noktası gibi, Cenab-ı Hakk’ın kainatta tecelli eden bütün güzel isimlerineayinelik yaptığı görülmektedir.1 Bu ayinelik aynı zamanda şuurlu bir ayineliği ifade etmektedir. Mesela, rızıktakizevk vasıtasıyla insan Cenab-ı Hakk’ın pek çok isimlerini ve onların tecellilerini anlama imkanına sahiptir. Fıtratındakicamiiyetin en önemli yansımalarından biri olan bu özelliği sayesinde insan istidat itibariyle meleklerden bile üstünbir makamdadır. Çünkü melekler, nimetlerdeki tecellilerini zevk edemediklerinden Cenab-ı Hakkın o nevi isimlerini tamolarak anlamazlar.2

İnsan, fıtratındaki camiiyetin bir sonucu olarak rızkın maddi ve manevi her çeşidine muhtaç ve iştahlıolarak yaratılmıştır. Bir çiçekten zevk aldığı gibi bahar sayfasında yaratılan bütün çiçeklerden de aynı şekildezevk almaktadır. Işığa, havaya, suya, renklere, seslere ihtiyacı olduğu gibi Cennete, ebedi yaşamaya ve Cenab-ı Hakkıgörmeye de ihtiyaç duymaktadır. Bütün bu sınırsız ihtiyaçları sebebiyle çok çeşitli hisleri ve duyguları açığaçıkmıştır. Cenab-ı Hakk’ın zengin nimet çeşitlerinin hepsinin derecelerini bilecek, değerlendirecek maddi ve manevicihazlar ve aletler insana ihsan edilmiştir.

Mesela, kendisine verilen mide ve tat alma hissi sayesinde, yiyecek ve içecekler sayısınca farklılezzetleri hissedebilmektedir. Allah’ın rahmet hazineleri yalnızca bunlar gibi maddi nimetlerle de sınırlı değildir.Kainat çok çeşitli nimetlerin içinde bulunduğu bir sofra mahiyetinde yaratılmıştır. Cenab-ı Hak insandaki duygularıeller gibi yaparak, o geniş sofradan istifade etmesini temin etmiştir. Güzelliğin bütün mertebelerini görebilen bir göz,seslerin her türlü ritmini ve ahengini ayırt edebilen bir kulak, kokuların herbir derecesini fark edebilen hassas birburun vermesiyle, nimetlerinin bütün derecelerini insana göstermek, işittirmek, koklatmak istemiştir.

İnsaniyeti vermekle nimet sofrasını semavata kadar genişletmiş, maddi ve manevi alemleri de kuşatacakbir boyuta ulaştırmıştır. İnsan akıl, fikir ve hayali sayesinde o uçsuz, bucaksız sofradan midesini süreklidoldurduğu halde, iştihası bir türlü doymak bilmez. Şimdiye kadar yazılan kütüphaneler dolusu kitaplar, kainattakivarlıkları inceleyen ayrı ayrı fenler, sanayi ve teknolojinin durmak bilmeyen ilerlemesiyle ortaya çıkan medeniyetharikaları, hepsi o sofradan insana ikram edilmiş nimetlerdendir.

İslamiyet ve iman hakikatlerinin ihsan edilmesi ise öyle geniş bir sofranın daha açılmasıdır ki, busofranın dairesi dünya ve ahireti kuşatmaktadır. Mesela, bir nimeti yemeden önce "Bismillah" diyerek nimetsahibini hatırlamasıyla, yediği nimetteki lezzetten yüz defa daha fazla bir lezzet alabilir. Yedikten sonra "Elhamdülillah"diyerek, Allah’ın rahmet hazinelerinin sonsuzluğunu ve ahirette ebedi olarak devam edeceğini hatırlar, nimetin son bulmasındangelen üzüntülerden, kederlerden kurtulur ve elemsiz daimi bir lezzet alır.

Zât-ı Zülcemal’in kendisini insanlara tanıtması ve sevdirmesi ise nimetlerinin en son derecesi ve engeniş sofrasıdır. O nimet dairesinin genişliği ahiretin de ötesinde, Onun Zâtının vücub dairesine kadar ulaşmaktadır.3Hatta, bu daireden alınacak lezzetin büyüklüğü biraz olsun anlaşılsın diye, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde,Cennetin bin senelik mes’udane hayatının, Allah’ın cemalinin bir anlık görülmesine eş değerde olmadığı bildirilmiştir.4

İşte, insanın birbiri içinde bu kadar geniş nimet sofralarından istifade edebilmesi ve Cenab-ı Hakkıayrı ayrı bütün isimlerinin ve sıfatlarının bu sofralardaki tecellileriyle tanıyabilmesi, onun ne kadar câmi biryaratılışta olduğunu göstermektedir.

İnsanın câmiiyetinin diğer bir yönü, külli bir ubudiyeti yapabilecek mahiyette yaratılmış olmasıdır.5Varlıkların yaptıkları ibadetlerin her çeşidini yapmaya kabiliyetli bir fıtratı vardır. Mesela, ibadetlerin özüolan namazındaki kıyam, rükû ve secdesiyle herbiri ayrı bir melek taifesinin yaptığı ibadeti yapmış olmaktadır.Hatta, kıyam halindeyken bitkilerin ve ağaçların, rükûda iken hayvanların, secdede iken taş ve madenlerinibadetlerini andıran bir ubudiyet halini sergilemektedir.6

Cenab-ı Hakkın, insanı bu kadar câmi bir fıtratta yaratmasının başlıca üç hikmeti vardır.Birincisi, kainatın her tarafına dağılmış nimetlerini insanla düzen altına almaktadır. Her türlü nimetlerini insanınmenfaat ipiyle toplayıp, gerdanlık gibi boynuna asmıştır.

İkincisi, kendisine her yönüyle muhatap olabilecek bir özelliğe sahip kılmaktır. Yani insanın, herbiri sanat harikası olan varlıklardaki mükemmelliği görüp takdir eden, her an Yaratıcısına iltica edip yalvaran venimetlerine karşı hamd ve şükür eden dört dörtlük bir abd olmasını istemesidir.

Üçüncüsü ise, isim ve sıfatlarını bütün yönleriyle gösterebilecek bir ayna mahiyetinde yapmaktır.Bu sonuncusunu da üç guruba ayırmak mümkündür. İlki, kendi noksan sıfatlarıyla, Allah’ın mukaddes sıfatlarınıanlamasıdır. Örneğin, her şeye muhtaç olmasıyla Cenab-ı Hakkın sonsuz zenginliğini, hiçbir şeye gücününyetmemesiyle sonsuz kudretini, çok kusurlu bir yaratılışta olmasıyla bütün noksanlardan uzak olduğunu anlamasıdır.İkincisi, cüz’i ölçüleriyle Yaratıcısının nihayetsiz isimlerini kavramasıdır. Sınırlı görmesiyle Basir ismini,eksik ilmiyle Alim ismini, cüz’i hürriyetiyle Ehad ismini anlaması gibi.. Üçüncüsü ise Allah’ın kainatta sergilediğibütün sanat nakışlarını insanın vücudunda toplamasıdır. İnsan bu yönüyle, sanki bütün alemlerden sağılmış,süzülmüş bir damla gibidir. Mesela, ruhu ruhlar aleminden, hafızası levh-i Mahfuzdan, hayali misal aleminden, aklımelekût aleminden haber vermektedir. Hatta, insandaki kemikler dünyanın taş ve kayalarını, saçları bitki ve ağaçlarını,vücudunda akan kan, enzim ve hormonlar nehirleri ve yer altı suları gibi çeşmeleri hatırlatmaktadır.7

Her işinde sonsuz hikmetler bulunan Cenab-ı Hak, bütün nimetlerini ve isimlerinin her türlü güzelliklerinibir tek nev’de, hatta bir tek fertte görmek ve göstermek istemektedir. Elbette, o cami nevin içinde, bu hikmete en azamibir derecede mazhar olan, en câmi fert ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. O Şeref-i Beniâdem (a.s.m), İsm-iAzam’a mazhar olduğu gibi, her ismin azami derecesini de kendi vücut ayinesinde göstermiştir. Allah ve Mabud isimlerine,ibadetin en ince sırlarına kadar riayet ederek, ilk olarak, fakat en mükemmel haliyle yapmasıyla en azami bir derecedeayinedarlık eden O Zât (a.s.m.) olmuştur. Rahman ismi en azami derecede yine Onda tecelli etmiştir. Çünkü, Allah’ın sınırsızrahmet hazinelerini keşfetmiştir. Onun öğrettiği iman, İslamiyet, marifet ve muhabbet dersleriyle, sınırları kainatıaşan nimet sofralarından istifade etmek imkanı bütün insanların önüne açılmıştır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, insanın camiiyeti; Cenab-ı Hakkın bütün isimlerinin ve sıfatlarınıntecellilerini göstermesi, kainatın haritası gibi bütün alemlerin belirli ölçülerle birer örneğinin vücudundabulunmasıyla o alemleri içine alması, maddi ve manevi her türlü nimetlerden istifade edebilecek aletlere ve cihazlarasahip olan bir mahiyette yaratılmış olması manalarını ifade etmektedir.