Sanat, Arapçada amel, yani iş yapma manasına gelen sun kökünden türemiştir. Bu kelime tabiatda Cenab-ı Hakkın kudret eseri olarak yarattığı ve hayranlık uyandıracak her türlü sanat-ı İlahiyeyi (renkler, şekiller ve sesler) ifade için de kullanılmaktadır. Fakat sanatın en meşhur tanımı şudur; güzel ve bediî işler yapmak. (İlyas Üzüm, Sanatın İktisadi Boyutları, Köprü, no: 55, s. 62)
Kavram Türkçeye geçerken Arapça sınaat kelimesinin tahrif edilmesiyle zanaat şeklini almış ve aynı mana yüklenerek kullanılırken, daha sonra ilim, zeka ve ibda eseri olmayan yalnız meleke ve el ustalığı ile yapılan işleri ifade etmiştir. (Celal Arseven, Sanat Ansiklopedisi, Sanat md., c. 4, s. 1753) Sanatın anlamı kadar değeri de hep tartışma konusu olmuştur. İnsanın maddi ihtiyaçlarının kolay karşılanmasına yarayan sanata zanaat, manevi ve estetik (bediî) ihtiyaçlarına karşılık olana (mimarlık, resim, heykeltıraşlık, musıkî ve şiir) güzel sanatlar denmiştir (İSAM, İlmihal, c. 2, s. 95).
Konumuzun özünü teşkil eden Estetik kavramını ilk kez kullanan ve estetiği bağımsız bir disiplin olarak kuran filozof A. G. Baumgartendir (1714-1762). O'na göre estetik; güzel üzerine düşünme bilimidir (Hülya Yetişken, Estetiğin ABCsi, s. 6).
Düşünürler ve sanatçıların estetiğe ait bir kavram olan güzeli, asıl varlık alanı veya reel varlık alanı olarak belirlediklerini görmekteyiz. Kimi düşünür güzelin kaynağını reel varlığın dışında aramış; kimi onu tabiatta, hayatta bulmuş; kimi güzeli sanatçının zihni bir olgusu; kimisi de sanat eserinin yapısına özgü bir özellik olarak belirlemiştir. Platon, güzeli doğru ile değerlendirmekte ve yaşanılan dünyadaki gelip geçici olan, kişiden kişiye ve konumdan konuma değişen güzelin karşısına hep var olan ve değişmeyen güzel ideasını koymaktadır. Şölen adlı diyalogunda, güzel için, Bu güzel bir bakıma güzel bir bakıma çirkin, bugün güzel yarın çirkin, bir yerde güzel bir yerde çirkin, şuna göre güzel buna göre çirkin, kiminin gözünde güzel kiminin gözünde çirkin değildir. Platon bu diyalogunda, güzeli filozofun yürüdüğü yolun aşamaları içinde ele alarak, bu yolun en üst aşamasına güzel ideasını koyar. Platonun görüşlerini yorumlayan İonna Kuçuradi kısaca şöyle der: Filozof olmaya götürecek yolda ilk adımı kişi, genç yaşta bir güzel kişiye bağlanması ve Onu sevmesiyle atar. Bu sevgiyle ve yol göstericinin yardımıyla o, önemli düşünceler üretmeye başlar ve görür ki, bütün güzel kişileri güzel yapan aynı güzelliktir. O zaman bütün güzel kişileri sevmeye başlar. (Allah (cc) kâinatı sevgi üzerine yaratmıştır. Sevgi varlığın sebebi, özü ve varlıkları birbirine bağlayan güçtür. Kâinat içinde her şey Allahın sanatıdır. Eğer biz, Allahın sanatı olan varlıklara sevgi ile yaklaşmazsak Allahı, Allahı sevenleri ve Allahın sevdiklerini rencide etmiş oluruz. Müslümanların varlığa bakışı, Yunusun Yaradılanı severiz, yaradandan ötürü deyişiyle özetlenebilir). İkinci aşama iç güzelliğin daha değerli olduğunu görmesiyle olur. Bu aşamada eylemlerdeki ve eylem yasalarındaki güzelliği görmeyi öğrenir. Üçüncü aşamada yol gösterici ona göre doğru bilgilerin güzelliğini görmeyi öğretir ve gözlerini uçsuz bucaksız güzele çevirterek onda sürekli bilgi doğurma arzusunu uyandırır. Ta ki, o güzelin ideasını tek tek güzel şeylerin güzel olmasını sağlayanı görsün. Yolculuğun hedefi de burasıdır. (Hülya Yetişken, Estetiğin ABCsi, s. 14-15)
Güzelin bilgisel ve kavramsal olan ile, iyi ve faydalı ile olan sınırları ise ilk kez İ. Kant tarafından belirlenmiştir. Kanta göre güzel karşısında duyulan estetik haz, kavrama dayanmadığı için, iyinin gerçekleşmesi ile duyulan hoşnutluktan ayrılmaktadır. O estetik hazı aynı zamanda çıkar ve ilgilere bağlı olan hoşlanma duygusundan, güzeli de faydalıdan ayırmaktadır. Çünkü Kanta göre güzel karşısındaki estetik tavır her hangi bir objenin varlığıyla özel bir çıkar ya da arzu doğrultusunda kurulan ilgiden bağımsızdır (Yetişken, age, s. 16). Çok güzel süslenmiş bir tabakta yenen yemeğin lezzeti tabağın güzelliğinden dolayı değişmeyecektir. Fakat ruhumuza hitap eden yönüyle bu tabağın süsleri bize ayrı bir estetik haz verecektir.
Faydalılık ile güzelin birbirinden ayrılmaz iki parça olduğunu görmek gerekir. Faydalılık ile maddi dünyamıza hitap ederken, güzellik, yani estetik haz ile de ruh dünyamızı doyururuz. Sıradan dört duvar barınma ihtiyacını giderirken, tezyinatlar ve mimari estetik ile süslenmiş olan bir bina insanın ruh dünyasında doyulmaz zevkler bırakır. Bu da ruhun ihtiyacı olan bir durumdur. İnsanlığın, tarih boyunca güzel sanatlara yönelişinin sebebi budur.
İslâm kültürünün her hangi bir veçhesiyle ilgilenildiğinde, onu ortaya çıkaran sebebin temeli olarak İslâmın ilahi kitabı Kurân-ı Kerim görülmelidir. İslâmi kültür gerçekte Kurâni kültürdür. (İsmail Raci el Faruki-Luis Lamia el Faruki, İslam Kültür Atlası, s. 183) Kurân ahlakı ile ahlaklanmış olan Hz. Peygamberin (sav) hayatında, her türlü tutum ve davranışlarında bu konu ile ilgili hassasiyeti görülmüştür.
Hz. Peygamber, bir gün cenaze defni sırasında mezarda kazım hatası sonucu hafif bir eğrilik gördü. Vakit geçirmeden bunun düzeltilmesini emretti; bunun ölüye herhangi bir yararının olup olmadığının sorulması üzerine, gerçekte böyle şeyler ölüye ne zarar verir, ne de fayda sağlar. Fakat bu düzeltme yaşayanların gözlerine hoş gelmesi içindir buyurdu. (İlyas Üzüm, Köprü, no. 55, s. 65)
Güzellik kavramı Kuran-ı Kerimde varlığın yaratılması anlatılırken kullanılıyor: Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan halk eden, sonra onun soyunu bayağı bir suyun özünden yapan, daha sonra da onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen, size kulaklar, gözler, kalpler (duyular) veren ALLAH… (El-Secde; 32/79). Tabiatı en güzel şekilde yaratan Sani-i Zülcelal; yine en mükemmel surette yaratmış olduğu insana bu güzellikleri seyretmesi, duyması ve hissetmesi için duyu organları bahşetmiştir.
Ben bir gizli hazine idim. Bilinmek istedim. Kâinatı yarattım. Ta onunla kendimi bileyim. hadis-i kudsisi ile insanın yaratılış gayesini bize gösteriyor. İnsan, kâinatı ve kendisini seyretmek sureti ile nakış nakış işlenmiş olan güzelliklerin ardındaki hikmet sahibi Yaratıcıyı tanıyacak gerek bütün bu güzelliklerin yaratılmış olmasına ve gerek yaratılan bu güzellikleri görüp işitebileceği, hissedebileceği organları kendisine bahşettiği için yüce Yaratıcısına şükredecektir. Bu şükrün edasının nasıl yapılacağı Kuran-ı Kerim ve hadisler de izah ediliyor. Cenab-ı Hakkın yaratmış olduğu her türlü güzelliğe karşı şükür, Ona ibadet etmekle ve Onun istediği şekilde bir hayat sürmekle olur. İbadetlerin terki, Bediüzzamanın izah ettiği şekilde bütün sanatlı varlıkları inkâr ve tahkir etmek demektir: İbadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve manevi bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sanie müteveccih yüzlerinde ve ibadet ile tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkar eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer mektub-u Samedani ve birer ayine-i esma-i Rabbaniye olan mevcudatı âli makamlardan tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid perişan bir vaziyette telakki ettiğinden mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecâvüz eder. (Lemalar, s. 192)
Kendisinin tanınması ve yalnız kendisine ibadet edilmesi için yaratmış olduğu varlıklara bu nimetleri bahşetmesi zaten Yüce Yaratıcının şanındandır. Vermeyi istemeseydi, istemeyi de vermezdi… İnsanın ruhuna iyiye ve güzele meyletme duygusu verilmiştir. Bu duygu ile hareket eden insan sadece iyinin talibi olmamış iyiyi ararken aynı zamanda onun güzelliğine de talip olmuştur. Bu arayış insanda sanatlarda güzeli arama ve ruhuna bir itminan sağlama arayışıdır. Hayata bakarken de her şeyden bu güzelliği çekip çıkartmaya, ortaya koymaya çalışmıştır. Zaten her şey özünde güzeldir. Hatta en çirkin görünen şeylerde bile hakiki bir güzellik ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey; her hadise ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzeldir. Bir kısım hadiseler vardır ki zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahiri perde altında gayet parlak bir güzellik vardır. (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 210). Hatta şerr-i mutlak gibi görünen şeytanın yaratılmasında bile insanın onunla yapmış olduğu mücadele sonucunda yücelme imkânı sağlaması yönüyle bir güzel yön vardır. Her düşman senin ilacındır. Senin için hoş ve faydalı bir kimyadır. diyor Hz. Mevlana (Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, s. 152). Fakat bu yönü görebilmek, her hadisenin içinden güzelliği bulabilmek Bediüzzamanın dediği gibi, Güzel gören güzel düşünür anlayışıyla mümkün olur. Güzellikleri bulup çıkartmakta hayatımızda çirkin mefhumuna yer vermemek ve güzel düşünen hayatından lezzet alır sırrınca estetik zevki yakalama yolunda en büyük mesafeyi almak demektir. Bu da ancak güzel ahlak ile olur. Öyle ise ehl-i iman da, Hz. Peygamber gibi Allahım sen yaratılışımı güzel yaptın. Ahlakımı da güzel yap! diye dua etmelidir.
Kâinatı seyretmek suretiyle ardındaki Sanatkâra ulaşmak da iman sayesinde olmaktadır. Aksi takdirde kör tabiatçılık batağına saplanıp her şeyi tesadüflerin eseriymişçesine görme talihsizliğine düşeriz. Bediüzzaman İman bir bağdır. O bağ kesilse insanın yüzündeki esma-i İlahiye okunmaz. diyor. Tanpınarın Allah verdiği ölçüde sanatkâr olabiliyoruz (Ü. Meriç-S. Karışman, Ebediyetin Huzurunda A. Hamdi Tanpınar, s. 258) ifadesinde sanatkârlığın bir Allah vergisi olduğu vurgulanıyorsa da, Allahın sanatlarını, yine Allahın lütfu ve verdiği kabiliyetler çerçevesinde algılayıp oluşturacağımız eserlere yansıtabiliriz.