Mübarek bir ay, ilâhî bir terbiye: Ramazan ve Oruç

Zaman yalnızca dünyanın yaşlanması, güneşin doğuşu ve batışı, mevsimlerin değişmesi ya da insanın fizyolojik değişimiyle açıklanamayacak kadar değerli ve gizemlidir. Zamanı ölçmek insana hangi zaman diliminde olduğunu, içinde bulunduğu anın kâinatta ne ifade ettiğini anlamasına yarayabilir, ancak bu soyut ölçüm insanın zamanın sınırını keşfettiğini ifade etmez. Zaman sahifesinde, insan aklıyla veya eylemiyle birçok değişiklikler olmuştur. İhtilaller, devrimler, fetihler, devletlerin kuruluşu, yıkılışı, icatlar, keşifler gibi birçok sosyo-kültürel ve bilimsel olay tarihte yerini almıştır. Kimi dünyevi anlamda değer kazanmış ve manevi bir güç hatırlatacak anlama sahip olmuştur. Ancak bazı anlar vardır ki, bunların değeri doğrudan Allah tarafından tayin edilmektedir. İnsanın herhangi bir müdahalesi olmadan doğrudan Allah tarafından değerli kılınan zaman dilimleri vardır; namaz vakitleri, mübarek gün ve geceler, bayramlar gibi. Şüphesiz Müslümanlara bu manaları hissettiren ve Müslümanlar için en anlamlı zaman dilimi olan ay şu anda da idrak etmekte olduğumuz Ramazan ayıdır.

Hicri takvimde 9. ay olan Ramazan, Kuran-ı Kerim’de zikredilen tek aydır. Ramazan’ın kelime anlamı hakkında değişik görüşler olmakla birlikte, Ramazan’ın "çok ısıtmak ve çok sıcak olan" manalarını karşılayan "r-m-z" (Arap harfleriyle ra, mim ve dad) kökünden türetildiği yönünde yaygın bir görüş vardır. Ramazan ayında tutulan orucun verdiği yanma hissinin ve orucun günahları yakıp yok ettiğinden ötürü Ramazan isminin kullanıldığı da söylenmektedir.1 Camiü’s Sağir’de Hz. Enes’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.m.), Ramazan ayında günahlar eriyip yok olduğu için bu aya Ramazan (r-m-z) isminin verildiğini ifade etmektedir.2

Kur’ân-ı Kerim’de Ramazan ve Oruç

Kur’ân-ı Kerim’de "Ramazan" bir ay ifade ettiği için "şehr" terkibiyle kullanılmıştır: "Şehr-u Ramazan". Ramazanla ilgili hadis-i şeriflerin tamamına yakınında da "şehr-u Ramadan" terkibi kullanılmıştır. Bu yönüyle bakıldığında Ramazan her şeyden önce mübarek bir ayı, belirli bir zaman dilimini ifade etmektedir. Bakara Suresi’nin 185. ayetinde de Ramazan ayının "insanlara doğru yolu gösteren, apaçık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile batılın arasını ayıran Kur’ân"ın indirildiği ay olduğu buyrulmuş ve Müslümanlara Ramazan ayı boyunca oruç tutmaları emredilmiştir. Ayet-i Kerimeye bakıldığı zaman Ramazan’ın kutsal bir ay olmasının nedeninin Kuran-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlanmasından kaynaklandığı görülecektir. Ayrıca bu ay boyunca oruç tutulması emredilerek Ramazan ayı doğrudan Müslümanların İlâhî emirleri yerine getirdiği bir ay şekline girmiştir. Böylelikle Ramazan ayı ve Ramazan orucu İslâmiyet’in en büyük şeairlerinden olmuştur.

Bakara Suresi’nin 183. ayetinde, İslâmiyet’ten önceki ümmetlere de orucun farz kılındığını öğrenmekteyiz. Buna göre oruç yalnızca İslâm dinine mahsus bir ibadet değildi. İslâmiyet’ten önce de emredilen bir ibadet olan oruç, insanlar tarafından zamanla tahrip edilmiş ve takva ve züht sahibi kimselerce yerine getirilen bir ibadet halini almıştır. İslâmiyet’ten evvel Hıristiyanlarda ve Yahudilerde oruç ibadeti mevcuttu. 2. yüzyıldan itibaren ilk Hıristiyanların Çarşamba ve Cuma günleri oruç tuttukları bilinmektedir. Çarşamba orucu İsa’nın Yahudilerce ele veriliş günü, Cuma orucu ise çarmıha gerilme günüyle ilişkilendirilmiştir. Hıristiyan geleneğinde en mühim oruç Lent orucudur. Paskalyadan kırk gün önce başlayan bu oruç, Hz. İsa’nın çölde kırk gün boyunca tuttuğu orucun hatırasını yaşatmak için tutulmaktadır. Önceleri oldukça katı kuralları olan bu oruç, bugün yalnızca bazı yiyecek türlerinden uzak durmak suretiyle "perhiz"e dönüşmüştür.3 Yahudilikte oruç, nefsi terbiye ederek Allah’a yaklaşma aracı olarak kabul edilmektedir. Tevrat’a göre, Hz. Musa Tur Dağı’nda 40 gün 40 gece kalmış ve bu süreyi oruç tutarak geçirmiştir. Yahudilerin en büyük ibadet günlerinden olan Kippur, büyük oruç günü olarak kabul edilir. Yahudilikte Yom Kippur’da oruç tutmak şarttır. İmsak, önceki akşam güneş batarken başlar. O gece ve ertesi gün ilk iki yıldız görününceye kadar da yemek içmek yasaktır. Bu süre yaklaşık 25 saattir.

Kur’ân-ı Kerim’de orucun yalnızca Ramazan ayına mahsus bir ibadet olarak anlatılmadığı, bir te’dip, kefaret ve tazminat şekli olarak da zikredildiği görülmektedir. Nisa Suresinin 92. ayetinde taksirle adam öldüren kişinin ekonomik yönden güçsüz olması halinde arka arkaya iki ay oruç tutması ve Allah’a tevbe etmesi emredilmektedir. Burada orucun vicdan üzerinde yapmış olduğu terbiye gücüne dikkat edilmelidir. Kasıt olmaksızın işlendiği sabit olan bir suçun madden tazmin edilme imkânı yok ise, arka arkaya iki ay oruç tutan kişinin Allah tarafından affedileceği buyurulmaktadır. Oruca bu yönüyle bakıldığı takdirde ahlâki bir temizliğe vesile olduğu, aynı şekilde hukuki nizamı korumaya hizmet eden bir işlev yüklendiği görülebilecektir. Cezanın ilk amacının kişiyi ıslah etmek olduğu düşünülürse Kur’ân-ı Kerim’de orucun niçin ıslah edici yönünün vurgulandığı da görülebilecektir.

Oruç, Maide Suresinin 89. ayetinde de borçlar hukukunun bir yaptırımı olarak emredilmiştir. Bu ayet-i kerimede, edilen yeminlerin tutulmaması halinde madden tazmin imkânı yok ise ahdine aykırı davrananın üç gün oruç tutması emredilmektedir. Bu ayette sosyal ve ekonomik hayatı ilgilendiren "ahde vefasızlık" ilkesinin çiğnenmesi karşısında maddi imkânların yetersiz olması halinde manen temizlenmeyi netice veren oruç ile ahde vefa ilkesinin korunması emredilmektedir. Bir başka anlatımla ahde vefa ilkesini kasıtlı ya da kasıtsız çiğneyen bir insana öncelikle madden tazmin şartı getirilir. Eğer kişi bu ekonomik şartları yerine getiremeyecek durumda ise oruç tutulması emredilmektedir. Orucun meşakkatli bir ibadet olduğu gerçeği göz önüne getirildiği takdirde, oruç tutmanın neticesi itibariyle insan ahlâkında bir arınmayı gerçekleştirecek niteliğe sahip olduğu da kabul edilmelidir. Bu yüzden orucun yalnızca kişisel vicdanla ilişkilendirilmesi, bireysel ahlâkla sınırlı tutulması yetersiz olacaktır. Oruç kişinin şahsi dünyasından, ahlâk ve varlık anlayışından, bedenine verdiği anlamdan bağımsız olmadığı gibi, sosyal ve ekonomik adaletten, toplumsal ahlâktan da bağımsız değildir. Hayatın çok yönüne (sosyal, ekonomik, kültürel, ahlâki…) hitap eden İlâhî bir terbiyedir.

Risâle-i Nur’da Ramazan ve Oruç

Risâle-i Nur’da Ramazan ayı ve bu ayda tutulan orucun şeair-i İslâmiye’nin en azamlarından olduğu belirtilmektedir. Bediüzzaman’ın şeair-i İslâm’ın en büyüklerinden şeklinde nitelendirdiği Ramazan ve oruç gözden kaçırılamayacak bir şekilde sosyal hayata damgasını vurmaktadır. Ramazan ayı, oruç ve Ramazan ayı boyunca yerine getirilen ibadetlerin şeair-i İslâmiye’ye dahil edilmesi bu ayın ve oruç sembolik ve simgesel anlatım gücüne de sahiptirler. Ramazan ayının toplumsal hayat içinde ne gibi etkileri bulunduğunu anlayabilmek için modern hayatın ve popüler yaşam tarzının Ramazan ayındaki manevi atmosfer ile kıyaslamasına bakmak gerekmektedir.

Öncelikle Bediüzzaman, "şükür" ibadetini varlığın en temel gereklerinden birisi olarak görmektedir. Bu yüzden Bediüzzaman Ramazan ayının ve orucun şükre vasıta oluşu, nefsi terbiye edişi, sosyal ve ekonomik hayatta diğergamlık gibi duyguları pekiştirici yönüne dikkat çekmektedir. İnsanın yeme, içme gibi bedene ait en temel gereksinimlerine Ramazan ayıyla birlikte iradi bir sınırlama getirmesi öncelikle insanın yüzleşmiş olduğu kâinatın "ni’met-i İlâhîye" ile dolu olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman gaflet perdesi altında unutulan bu mananın oruç ibadetiyle ihtar edildiğini belirtmektedir.4 Bu yönüyle bakıldığı zaman karmaşık ilişkiler bütünü olan sosyal ve ekonomik hayat içinde orucun insanları şükre sevk eden bir ibadet, İlâhî bir terbiye olduğu muhakkaktır. En zaruri gereksinimlerin imsak ve iftar vakitleriyle sınırlandırılması, bu vakitler arasında İlâhî bir yasaklama getirilmesi, insanı, madden ve manen şükre sevk etmekte ve günlük hayatını bu İlâhî emre göre ayarlamasını netice vermektedir. Bediüzzaman, Ramazan ayı boyunca Müslümanların aynı duyarlılıkla ve kurallarla kendilerini sınırlamalarının, orucu bireysel bir ibadet alanına hapsetmeyip, doğrudan tüm Müslümanların yerine getirdiği külli bir ibadete dönüştürdüğünü söyler.5 Ramazan ayının ve orucun bu özelliğine bakıldığı zaman Bediüzzaman’ın Ramazan ayını ve orucu niçin şeair-i İslâmiye içinde ifade ettiğini anlamak mümkündür. Her şeyden önce Ramazan ayında Müslümanların -illa aynı yörede olması şart değil- bir bütün olarak yerine getirdikleri oruç, teravih namazı gibi ibadetler Müslümanların cemaatler halinde Yaratıcıya yönelmesine vesile olmakta ve bu zaman dilimine Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda bir mana kazandırmaktadır. Cemaatler halinde yerine getirilen ibadetlerle hem toplumsal hayatta temsil fonksiyonu icra edilmekte, hem de Müslümanların birlik ve beraberliği sergilenmektedir. Ramazanın ve orucun bu simgesel anlatım gücü gözönüne alındığı takdirde meşru dairede yapılan Ramazan eğlencelerinin, etkinliklerin ve diğer kültürel faaliyetlerin İslâm’ı ve Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlattığı muhakkaktır. Helâl haram dengesini gözeten kültürel etkinliklerin toplumsal hayatta Ramazan ayının ihtar edici, şükre sevkedici, sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri vasata çekici işlevini sergileyecek niteliğe kavuşturulması, bu ayın ve oruç ibadetinin ruhuna uygun şekilde yerine getirilmesini sağlayacaktır. Ramazanın ruhuna uygun olarak yapılan eğlenceler, kendi niteliklerinden ziyade, Ramazan ayının özelliklerini hatırlatacak şekilde yapıldığı müddetçe Ramazan İslâm’ın en büyük simgelerinden birisi olacaktır.

Bediüzzaman orucun vermiş olduğu açlık hissinin vicdanda arınmaya ve kemalata neden olabileceğini belirtmektedir. Şüphesiz Bediüzzaman’ın bu tespiti oruçlu bir insanın sık sık nefis muhasebesi yapmasını istemesinden de kaynaklanmaktadır. Açlık hissinin nefis muhasebesi ve zihni egzersizle bir araya geldiği zaman insanların yeryüzü sofrasında başıboş olmadığını, tam aksine muhatap olunan bütün nimetlerin arkasında bir Yaratıcının olduğunu hatırlattığını belirten Bediüzzaman, ekonomik statüsü ne olursa olsun herkesin açlık vasıtasıyla "şükür" neticesine ulaşabileceğini belirtmektedir.6 Ancak zengin insanların açlık hissi çekmediğinden ötürü bu neticeye ulaşmasını engelleyebilecek sosyal ve ekonomik sebeplerin olduğunu belirtir. Orucun ise zengin ve fakiri eşit seviyeye getirerek hem nefsi kemalata hem de zengini fakirin halini düşünmeye yönelttiğini ifade eder. Oruç bu yönüyle değerlendirildiğinde ve bu anlamlarla ifa edildiğinde tüketim ahlâkının "şükür" ve "sadaka" ölçülerine uygun şekillenmesini de netice verebilecektir.

Bediüzzaman’ın oruç ibadetinde dikkat çektiği bir diğer nokta orucun ahlâk anlayışında yaptığı köklü değişikliklerdir. İnsanın yaratılışından kaynaklanan sınırsız özgürlük, her istediğini yapma, her türlü sınırlama altına girmekten kaçınma gibi olguların ahlâki dejenerasyona da neden olabileceğini belirtir.7 Hz. Peygamber’in sünnetinden anlaşıldığı gibi İslâm beşeri özelliklerin mana ve amacına uygun kullanılmasını, yani yok edilmeyip istikametinin düzeltilmesini öngörmektedir. Orucun beraberinde getirdiği çile, açlık, susuzluk gibi hislerin insanı bir Yaratıcının mülkünde olduğunu hatırlatmaktadır. En temel ihtiyaçlar bile izin olmadan yerine getirilmemekte ve bu da insanı şükre, sabra ve nefis muhasebesine itmektedir. Ancak Bediüzzaman’ın anlattığı orucun şuur ve akılla bir arada yerine getirildiği zaman bu sayılan neticeleri vereceği belirtilmelidir. Oruç her ne kadar zihni faaliyetleri yavaşlatsa, bedeni güçsüz düşürmüş olsa da, yapılacak bir nefis muhasebesi bu sayılanların bireysel vicdanda ve sosyal hayatın içinde nasıl yer aldığı kolaylıkla anlaşılabilecektir. Bediüzzaman’ın orucu özellikle nefis muhakemesine atıf yaparak işlemesi ve orucun kişinin vicdanında yaptığı etkileri ön plana çıkarması, orucun hem kişisel ahlâkla, hem de sosyal ahlâkla ilişkili olduğunu göstermektedir. Kişisel ahlâkla ilişkilidir çünkü, oruç İslâmiyet’e göre en temel şartlardan birisi olan "şükür"e sevk eder. Sosyal ahlâkla ilişkilidir çünkü, oruç zengini fakirin yardımına itecek bedeni ve manevi unsurları bünyesinde taşıdığı ve ayrıca zekat müessesiyle Ramazan’ın manasını tamamladığı için diğergamlık duygusunu güçlendirmekte ve sosyal yardım anlayışını diriltmektedir.

Modern hayatın sosyo-kültürel ve ekonomik şartları, beraberinde yeni bir yaşam tarzı da getirmiştir. Bu yüzden tüketim ahlâkı, eğlence kültürü, beden terbiyesi gibi alanlarda popülerliğin etkisi artmakta ve insanlar ister istemez popüler kültürün etkisi altına girmektedirler. Modernliğin eskiyi reddedip kendi kurallarını koyduğu bir toplumun tüketim ahlâkı incelendiği zaman, dini hükümler dışında bu ahlâkı sınırlayan bir anlayışın olmadığı kolaylıkla görülebilecektir. Sürekli değişen sosyal ve ekonomik şartlar insanları daha fazla, bedenin kölesi haline getirmektedir. Üstelik bu ilişki, insanı hem bedeninin kölesi hem de efendisi haline getirerek ne olduğu belli olmayan bir tüketim ve beden anlayışı ortaya çıkarmıştır. Modern hayatın inkâr edilemeyecek özelliklerinden birisidir bedenin her istediğini yerine getirmek, sürekli tüketmek ve bu faaliyetleri kişisel menfaat üzerine kurmak. Ramazan ayıyla birlikte tutulan oruç ise bu yerleşik ve zorlayıcı kalıpları fazlasıyla reddetmektedir. Öncelikle yeme-içme belli bir adaba kavuşturulmakta, insanlar ancak belli vakitlerde yiyebilmektedir. Bu, orucun ilk etkisidir. Bunun dışında oruç Bediüzzaman’ın ısrarla ifade ettiği gibi nefis terbiyesi ve muhakemesiyle birlikte yerine getirildiği takdirde insanı şükre ve güzel ahlâka sevk etmektedir. Yeme ve içme alışkanlıklarının, tüketim kültürünün insanın varlık ve ahlâk anlayışından bağımsız olmadığı kesindir. Oruç ibadeti de tüketim ve yeme-içme ahlâkına getirmiş olduğu sınırlamalarla nefsi terbiye eden İlâhî terbiye metodudur. En bayağı ve rutin görünen bedeni ihtiyaçlara koyulan bir sınırlama ile insan ahlâkında arınmaya neden olan oruç, bedeninin kölesi olan, helal ve haram dengesini yitiren, tüketim ahlâkını menfaat üzerine kuran bireyin ve toplumun kurtuluş reçetesidir. Hz. Peygamber’in hadis-i şerifinde belirttiği gibi: "Oruç, birinizin savaştan koruyucu kalkanı gibi Cehennem ateşinden koruyucu bir kalkandır."8