Nur Postacısı Abdullah ÇAVUŞ (KULA)

Bediüzzaman tarafından "Risâle-i Nur’un postacısı mübarek Abdullah" (Kastamonu Lâhikası, s.86) şeklinde tavsif edilen Abdullah Çavuş, Nur hizmetinin mümtaz halkalarından biri olarak yerini aldı. Kur’an güneşindençağımıza süzülen nurları taşıma ve bunları muhtaçlara ulaştırma bahtiyarlığına erdi. En zor zamanlarda vebaskı altında bu görevi yaparken bedelini hapishanelerde ödedi. Denizli hapsinde Bediüzzaman Hazretleri ile birlikteidi.

Abdullah Çavuş, 1901 yılında, Bediüzzaman’ın, "Nurs Köyü olarak biliyorum…" dediği Isparta’ya bağlı İslamköy’dedünyaya geldi. Bu köy, Risâle-i Nur’a büyük hizmetlerde bulunan, Bediüzzaman’ın, "…benim bedelime hastahaneyegitti ve benim yerimde berzah alemine seyahat eyledi, bizi meyusane ağlattırdı." (Lem’alar, s. 263) dediği HafızAli’nin de yetiştiği köydür. Bu köyden, iman hizmetinin en meşakkatli döneminde büyük hizmetler ifa eden büyükkahramanlar yetişmiştir.

Bediüzzaman’a talebe olduktan sonra Abdullah Çavuş’un ifa ettiği en önemli vazife, yazılan nüshaları istenilenyerlere ulaştırmak oldu. Bu vazifeyi büyük bir şevkle ifa ettiği içindir ki, Üstad’ının büyük ilgisine mazharoldu. Ayrı düştükleri zamanlarda Bediüzzaman, yanına gelen talebelerine, "Risâle-i Nur’un postacısı mübarekAbdullah’ın ne halde olduğunu"nu sorar, özel selamlarını yollar, yakın ilgisini hiçbir zaman esirgemezdi.

İman hizmetinde büyük fedakarlıklarla elinden geleni yapan Abdullah Çavuş, Bediüzzaman ve diğer talebeleri gibi büyükzorluklarla ve sıkıntılarla karşılaştı. Güvenlik güçlerinin takibine uğradıklarından posta hizmetlerini büyükbir titizlikle ve aynı zamanda gizlilik içinde yapmak zorunda idi. Bu sebeple, içinde Nurların ve Bediüzzaman’ınmektuplarının bulunduğu torbayı sırtına atarak akşamları İslamköyü’nden yola çıkardı. Yani, resmi postacılar gündüzgörev yapıp, gece istirahat ederken, o, geceleri bu vazifeyi yapardı. Gerekli köylere uğradıktan sonra, sabaha doğruşafak sökerken Barla’ya Bediüzzaman Hazretlerinin yanına dönerdi.

Abdullah Çavuş, sabah namazını kıldıktan sonra, gecenin yorgunluğunu atmak için istirahate çekilirdi. Mutad olarak,yaptığı görevini tamamladıktan sonra Barla’ya vardığı bir günde, aralarında köylüsü Hafız Ali’nin de bulunduğutalebelerin Bediüzzaman’ın tarifi doğrultusunda Risâle yazdıklarını gördü. Onlar çalışırken kendisi de çaydemleyip servis yapmak istedi. Çayı tepsisini alıp dağıtacağı sırada, Bediüzzaman Hazretleri tepsiyi elinden alıpbizzat kendi eliyle çalışan talebelerine çay servisi yaptı. Bu durum karşısında mahcup olduğunu belirten Nur Postacısı,Bediüzzaman’ın şu önemli sözlerini nakletmektedir:

"Yazdığınız, hizmetine koştuğunuz Kur’ân ind-i İlahi’de makbul oldu. Melekler sizin fotoğrafınızı alıyor.Ben de Kur’ân’ın bir hizmetkarı olarak, size hizmet etmem lazım." (Son Şahitler ,1. C., s. 310-311).

Her türlü baskı ve sürgünlere maruz kalan, her türlü haberleşme imkanlarından mahrum bırakılan, insanlardan tecritedilen, kendisiyle görüşmeye gidenlere her türlü sıkıntı ve eziyetin reva görüldüğü bir dönemde, bir avuçinsanın tüm bunları göğüsleyerek hizmetine koşmaları, her şeyden önce Bediüzzaman hazretlerini büyük bir sevinceve mutluluğa, kader-i İlahi’nin şükrünü edaya sevk etmiştir. Bu fedakar insanları her fırsatta teşvik eden, öven,duasına ortak eden Bediüzzaman, iltifatlarda bulunurken, söz konusu talebelerini, bazen yakın akrabaları olan kişilerleberaber yad etmiştir. Onları kardeşi Abdülmecid, yeğeni Abdurrahman gibi gördüğünü ve onlarla birlikte ismen duasınadahil ettiğini dile getirmiştir. Bazen de hizmetlerini övdüğü talebeleriyle eşdeğer tuttuğunu ifade etmiştir.

Bediüzzaman çoğu kez bazı hüzün ve mutlulukları birlikte yaşadı. Bir taraftan kaybettiklerinin, ebedi aleme göçedenlerin hüznünü yaşarken, diğer taraftan hemen yerlerine gönderilen talebelerinin hizmetleriyle mutluluğa erdi. Çoksevdiği ve yıllarca acısını hissettiğini belirttiği yeğeni Abdurrahman’ın yokluğunda, büyük bir şevkle kendisinehizmet eden talebelerinin varlığıyla teselli buldu. İşte bunlardan bir tanesi de Abdullah Çavuştur.

Bediüzzaman, Abdullah Çavuş’un adını muhtelif vesilelerle zikretmektedir; "Merhum Lütfi’nin hakikî ve pek ciddibir vârisi olan Abdullah Çavuş’un mektubu, onun derece-i sadakat ve ihlasını ve irtibatını gösterdi. Her vakit İslamköylüAbdullah ile o Abdullah Çavuş’u duada beraber yâd ediyordum. Elhak, o makama lâyık olduğunu gösteriyor."(Kastamonu Lâhikası, s. 100)

Abdullah Çavuş’un hizmetleri övülürken; "Aras Atabey’de, eskide, Lütfi, Zekâi gibi iki kıymettar şakirtlerinyerlerini boş bırakmayan, Aras kahramanları olan Tahir ve Abdullah Çavuş’un Risâle-i Nur’a hizmetleri, Aras hakkındaendişelerimi tamamen izale etti" (Kastamonu Lâhikası, s. 58) ifadelerine yer verilmektedir. Bulundukları yerde büyükhizmetlere ve bir çok kimsenin imanla kabre girmesine vesile olan Nur talebeleri, bu çalışmalarıyla daima takdiredildiler. Bediüzzaman, bulundukları yeri Nurs köyü gibi yaptıklarını dile getirdiği talebelerini överken;"Abdullah Çavuş, kahraman Tahiri ile, Atabeyi, Nurs karyem hükmüne getirmişler. İslamköylü Abdullah, Hafız Ali(r.h.) zamanında Risâle-i Nur’a çok hizmet etmiş. Onlara umumen selam ediyorum." (Emirdağ Lâhikası, s. 72) demeksuretiyle özel ilgisini dile getirmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri, hizmetin aksamadan devam etmesi açısından her talebenin kendinden öncekilerin yerine kader tarafındanistihdam edilmesinden söz etmektedir. Bu anlamda Abdullah Çavuş için de, "Merhum Hafız Ali’nin vekil ve varisi vehizmet-i nuriyede muktedir arkadaşları Tahiri ve Abdullah Çavuşun tebrik mektuplarını aldım." (Emirdağ Lâhikası,s. 155) kaydını düşmektedir.

Abdullah Çavuş’la ilgili olarak Risâle-i Nur’da geçen kayıtlardan bir tanesi de Mucizat-ı Ahmediye (asm) Risâlesi yazdırılırkencereyan eden fevkalade duruma şahit olması ve altına düşülen notu "daimi hizmetkarı" (Mektubat, s. 193)olarak tasdik etmesidir; "Evet, biz müsveddeyi yazıyorduk. Üstadımız da söylüyordu. Yanında hiç kitap yoktu; hiçmüracaat da etmiyordu. Birden bire, gayet süratli söylüyordu, biz de yazıyorduk. İki üç saatte otuz kırk, daha fazlasayfa yazıyorduk. Bizim de kanaatimiz geldi ki, bu muvaffakiyet, mu’cizât-ı Nebeviyenin bir kerametidir". Bu olaya şahitlikyapan ismi zikredilen diğer şahıslar; Hafız Halid, Hafız Tevfik ve Süleyman Sami’dir.