Hüseyin-i Cisri (1845-1909)

Bediüzzaman Hazretlerinin "fikren biraderim" dediği Hüseyin, 1845 yılında Trablusşam’da doğdu.Bir yaşında babasını, on yaşında da annesini kaybetti. Amcası Şeyh Mustafa Cisri tarafından büyütüldü. On sekizyaşına kadar Trablus’ta din ilimlerini tahsil etti. Buradan Beyrut’a geçerek Muhammed et-Trablusi’nin yanında ve onun teşvikleriylefelsefe ve teknik ilimlerle ilgilendi. Daha sonra (1862) Ezher’e geçti.

Arap dili ve edebiyatı ile ilgilenme, din dışı adet ve gelenekleri yumuşak bir üslupla tenkit etme, çağdaşbilimlerle batı dillerini öğrenme konularında, hocası Hüseyin el-Mersafi’den etkilendi. Din ilimlerinin yanı sıra,fen ilimlerine de ilgi duyan, siyasi ve ilmi yayınları yakından takip eden bir öğrenci olarak dikkatleri üzerine çekmiştir.Din ilimleriyle birlikte tabii ve aklî ilimlerin de öğrenilmesi gerektiğine inanmış ve bunun ısrarlı savunucusu olmuştur.Ezher’de uzun süre kalıp ilim tahsil etmek istemesine rağmen kalamamıştır. Önce kendi hastalığı sebebiyle Trablusşam’agitmek zorunda kalması, daha sonra da amcasının vefat etmesi sebebiyle Ezher’deki tahsiline devam edememiştir. Bundansonra Halveti tarikatına bağlanarak, zamanını eser çalışmalarına vermiştir.

Din ilimleriyle müspet ilimlerin medreselerde bir arada okutulmasından yanadır. Ona göre Batının kalkınmasınıntemelinde eğitim vardır. Bu sebeple kadın ve çocukların eğitimi başta olmak üzere eğitime gerekli önemverilmelidir. Yayınlamaya başladığı Ceridetü’l- Tarabulus adlı gazetenin ilk sayısını eğitime ayırmıştır.Fikirlerinin destek bulması üzerine II. Abdülhamid döneminde bazı aydın ve bir kısım zenginlerin de desteğiyleTrablusşam’da din ilimleriyle fen bilimlerinin bir arada okutulduğu Vatan Medresesi’ni açtı (1879) Müdürlüğünü üstlendiğibu okulda; Arap dili ve edebiyatı, temel İslami İlimler, Fransızca, Türkçe, Coğrafya, Mantık, Matematik ve OsmanlıKanunları gibi dersler okutuldu. Aralarında dönemin ünlü isimlerinden Abdüllkadir el-Mağribi, Said Kirami, Kamilel-Mikati, Abdülkerim Uveyda ve Reşid Rıza gibi bir çok alim burada ders görmüştür. Ancak, bu güzel faaliyet çeşitlisebeplerden dolayı üç yıl sonra medresenin kapanmasıyla akamete uğradı. Hüseyn-i Cisri, medresesinin kapanmasındansonra, Muhammed Abduh, İbrahim el-Ahdeb ve Ahmed Abbas el-Ezheri gibi ünlü simalarla beraber çalıştığı Beyrut’takiMedresetü’s-Sultaniye’nin müdürlüğüne atandı. Bir yıl görev yaptıktan sonra, sağlık nedeniyle Trablusşam’a döndü.Trablusşam’da on yıl boyunca, cami ve medreselerde ders verdi. Bu dönemde fikri açıdan önemli gelişmeler kat etti.Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’da ismini zikrettiği Risale-i Hamidiye adlı eserini bu sıralarda yazdı. SultanAbdülhamid tarafından saray hocalığına tayin edilince, İstanbul’a gitti. Birkaç ay gibi kısa bir süre İstanbul’dakaldıktan sonra, sağlık durumunu gerekçe göstererek padişahtan izin istedi. Daha fazla dini eğitim ile ilgilenmek,dini vecibelerini daha huzurlu bir ortamda ifa etmek maksadıyla memleketine döndü. Daha önceden yayınlamaya başladıklarıCeridetü’l- Tarabulus’u Muhammed Kamil el-Buhayre ile neşrine devam etti. Temmuz !909 tarihinde burada Hakkın rahmetinekavuştu.

Hüseyin-i Cisri, Batılı tarz eğitimin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde medreseler gözden düşerken,medreselerin ıslahı için çalıştı. Fen bilimleriyle takviye edilmiş medreselerin eğitime katkı sağlayacağınasavundu. Müsbet gelişmelerin İslama zarar veremeyeceği gibi, çelişmediğini de ömrü boyunca ispatlamaya çalıştı.İslam adına, müspet ilimlerin kabul görmüş buluşlarına karşı çıkanlara, sert cevaplar verdi. Risale-i Nur’da dageçen ifadelerinde; "Kim küreviyet-i arz gibi bürhan-ı kat’iyle sabit olan bir emri, dine himayet bahanesiyle inkârve reddetse dine karşı büyük bir cinayet işler" diyerek, bu hareketin dine sadakat olarak değil, aksine hiyanetolarak ele alınması gerektiğini belirtir. (Muhakemat s. 50). İslam aleminin çok yönlü tehlikeler ile karşı karşıyaolduğunu ve bu tehlikelere karşı Müslümanların akidelerini çok güçlendirmeleri gereği üzerinde durur. İçtihatkonusunda çok hassastır. Müslümanlarda şahsiyet kaybına sebebiyet vermemek için içtihat kapısının fazlazorlanmaması gerektiğine inanır. Osmanlı Devleti’ne sağlam bir bağlılığı vardır. Halifeliğin ehemmiyetine binaendevletin toprak bütünlüğünün korunmasından yanadır. Bu sebepten dolayı, Osmanlı Devleti’ne karşı meydana gelenayrılıkçı hareketlerin karşısında yer alır. II. Abdülhamid’in dış politikasına destek verir.

Hüseyin-i Cisri’ye göre Asr-ı Saadet’te yaşanan hadiseler rastgele gelişmemiştir. Bu dönemden, yapılacakilmi çalışmalarla günümüz meselelerine çözüm bulunabilir. Kıyamete kadar Müslümanların karşılaşabileceğiolaylar, bu asırda yoğun bir şekilde yaşanmıştır. Bu dönemin olaylarından insanlar için büyük tecrübeler çıkarılabilir.

Son asırlarda gittikçe büyüyen maddecilik tehlikesine dikkat çeker. Bazı ilmi buluşlar inkarcılığaalet edilmektedir. İlmin kötüye kullanılmasının önüne geçebilmek için, İslamî akideleri akli delillerle ortayakoymaya çalışır. Cenabı Hakkın inayetiyle peygamberler aracılığıyla gösterilen mucizelerin aklen izahının mümkünolduğunu kaydeder (Davut Aleyhisselamın demiri eritmesi gibi)

Cisri, yaşadığı dönemde İslam Aleminin önemli merkezlerinde tanınmış ve meşhur olmuştur. Ancak,kendisi şöhretten hoşlanmayan bir mizaca sahip olduğundan kendisine teklif edilen hiçbir görevi kabul etmemiştir.

Eserleri

1- Risaletü’l-Hamidiye fi hakikati’d-Diyaneti’l-İslamiye ve Hakkiytü’ş-Şeriatü’l-Muhammediye; II. Abdülhamidtarafından ödüllendirilen bu eserini, İslam’a yönelen hücumlara karşı modern ilimlerle karşı koymak, İslamhakikatlerinin müspet ilimlerle çelişmediğini göstermek, özellikle Avrupalılar tarafından İslam’a yöneltileniddialara cevap vermek, İslam akidesiyle mevcut Hristiyan inançları arasındaki farkı göstermek maksadıyla yazar. Bueserinde, tahrif edilmiş bulunan Tevrat, Zebur ve İncil’den, Hz. Muhammed’in (asm) nübüvvetine işaret eden yüz on delilgösterir. (Mektubat s. 164) Bu Risale Manastırlı İsmail Hakkı tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

2- Hüsunü’l-Hamidiye li-Muhafazati’l-Akaidi’l- İslamiye; İslamî akideleri aklî delillerle ispat edip,inkarcıların şüphelerini gidermek için yazmıştır. Kelam ilminin yeni metodlarıyla yazılan bu eser Mustafa ZihniEfendi tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

3- Hediyetü’l-Elbab fi Cevahiri’l-Adab; Ahlak ve terbiyeye dair muhtelif şiirlerini ihtiva etmektedir.

4- Zinetü’l-Masune (Terbiyetü’l-Masune); Kadınların eğitiminin önemi üzerinde durmaktadır.

5- İlmi Terbiyet’ül-Etfal ve Saadeti’n-Nisa ve’r-Rical; Gazetesinde eğitime dair makaleleri kitap halinegetirilmiştir.

6- Riyazü Tarabulusi’ş-Şam; yine gazetesinde yayınladığı ilmi, edebi ve sosyal konuları ihtiva edenmakalelerinin toplandığı on ciltlik külliyat.

7- Siretü Mühezzibi’d-Din ; yaşadığı dönemde tasvib etmediği, bazı yaygın adetlerin eleştirildiğimakalelerinden oluşmaktadır.

8- Nüzhetü’l-fikr fi tercemeti’ş-Şeyh Muhammed el-Cisr; Babasının (ve aynı zamanda şeyhidir) hayatını,Halveti tarikatına bağlılığını anlattığı eser.

9- İşaratü’l-Latife; Namazın faziletlerini anlatmaktadır. Eserin sonuna II. Abdülhamid’i öven otuzüç beyitlik bir kasidesini de eklemiştir.

10- Şehadet-i Tevatüri; Kadıların benzer konularda benzer kararlar vermelerini sağlamak, uygulamalardakifarklılıkları önlemek maksadıyla yazılan risaledir.

11- Zahiretü’l-Mead fi Fezaili’l-Cihad

12- Kevakibü’d-Dürriye fi’l-Fünunui’l-Edebiye; Belagat ilmiyle ilgili bilgileri ihtiva eder.

Kaynaklarda, bunların dışında da birçok eserinin olduğu bildirilmektedir (İlyas Çelebi; "Hüseyinel-Cisr", TDV İ.A. 18. C. s. 539)