Hasan-ı Basrî (642-728)

Büyük İslâm alimi ve Tabiin’in önemli temsilcilerinden biridir. Hazreti Ömer’den (ra) itibaren üç büyük halifeve Emevi dönemini yaşamış olmasından ötürü, hadiseler karşısında fikirlerini açık bir şekilde beyan eden, ancakisyan hareketlerine sıcak bakmayan ve desteklemeyen bir çizgiye sahiptir. Emeviler’in yanlış uygulamalarını vehareketlerini eleştirmekten çekinmemiştir. Ömrü boyunca zühd ve takvadan ayrılmamıştır. İlim ve irfanla uğraşarakçok sayıda talebe yetiştirmiştir. Pek çok sahabeden hadis rivayet etmiştir. Risâle-i Nur’da; "Ulema-i zâhir ve bâtınınTâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühim ve sadık bir şakirdi" (Mektubat, s. 155) olarak tavsifedilmektedir. Künyesi Ebu Said Hasan bin Yesar el-Basrî şeklindedir.

Hasan, 642 yılında Medine’de doğdu. Irak’ın fethi sırasında Basra’dan Medine’ye getirilen bir aileye mensup olup,bilahare azat edilmişlerdir. Hasan’ın annesi Hayre de Peygamber Efendimizin (asm) hanımı Ümmü Seleme’nin azat edilmişhizmetkarıdır. Ümmü Seleme Hasan ile bizzat ilgilenerek yetişmesinde önemli katkılarda bulundu. Hasan on iki yaşındaKur’an-ı Kerim’i hıfz etti. Tabiinden olan Hasan yüz yirmi sahabe ile görüşme imkanı buldu. Aralarında Enes bin Malikgibi büyük sahabeler bulunan yetmiş kadarı da Bedir gazisi olan bu sahabelerden geniş ölçüde istifade etti. BaştaHazreti Ömer (ra) olmak üzere çok sayıda sahabenin yardım ve duâsını aldı.

Hasan, Hazreti Ali’nin (ra) halifeliği sırasında ailesiyle birlikte memleketi olan Basra’ya giderek buraya yerleşti. Ömrününbüyük kısmını geçireceği bu beldede evlendi ve çocuk sahibi oldu. Basra’da bulunduğu sırada validen kadılık yapmateklifi aldı. Teklifi kabul edip, ücretsiz olarak yaklaşık bir sene bu mesleği sürdürdükten sonra istifa etti. İlimledaha fazla meşgul olmayı tercih ettiğinden kadılığı uzun süre devam ettiremedi. İlimle uğraştığı süre zarfındaçok sayıda talebe yetiştirdi. Katade bin Diame, Vasıl bin Ata, Eyyüb es-Sahtiyanî ve Mübarek bin Fedale gibi önemlişahsiyetler yetiştirdiği talebelerindendir.

Hasan, nifak tohumlarının yeşerdiği ve Müslümanlar arasında ihtilafların artmaya başladığı bir dönemde yaşadı.Cemel ve Sıffin hadiselerine tanıklık etti. Kerbela faciasına ve vahim neticelerine şahit oldu. Olaylar karşısındatavrını net olarak ortaya koydu. Siyasi otoritenin yanlışlarına karşı birtakım telkinlerde bulunmakla beraber başkaldırma olayları ve isyanlara katılmadı. Muhalefetini, sözlü telkinlerde bulunma ve fikirlerini açıklamakla gerçekleştirdi.Emevi halifeleri başta olmak üzere idarecileri adil davranmaya davet etti. Muaviye’nin güç kullanarak iktidara gelmesini,haksız bir şekilde Hucr bin Adi’yi öldürtmesini ve oğlu Yezid’i veliaht yapmasını eleştirdiği gibi, büyük bir hataolarak gördüğünü açıkladı.

Hasan-ı Basrî, baskı ve şiddete dayalı yönetime karşı çıktı. Zalim unvanıyla meşhur olan Irak valisi Haccac’ıçok sert bir şekilde kınadı. Haksız yere insan katletmesini büyük bir felaket olarak gördüğünü belirtti. Ortamıntamamen karmaşık hale gelmiş olması, art niyetli kişilerin durumdan istifade etme yoluna gittikleri ve kargaşanın dahada artacağı endişesiyle, tasvib etmediği halde idareye karşı isyan etmeyi uygun bulmadığını dile getirdi. Haccac’ınöldüğünü haber aldıktan sonra; "Allah’ım! Onu ortadan kaldırdığın gibi kurduğu yönetimi de kaldır."(Süleyman Uludağ; "Hasan-ı Basrî", TDVİA., 16. C., s. 292) tarzında niyazda bulundu ve ayrıca bu hadisedendolayı Allah’a şükretti.

Hasan-ı Basrî, Emeviler’in yanlışlarına karşı çıkıp eleştirdiği halde, onu ortadan kaldırma yoluna gitmemelerive tenkitlerine tahammül etmeleri, tarafsız hareket etmesinden ve doğru bildiğini yapmaktan şaşmadığından kaynaklanıyordu.Ayrıca, uzun süren karışıklıklara rağmen isyanlara katılmaması ve başkaldırma olaylarını tasvip etmemesinden ötürüEmeviler, muhalefetine katlandılar. Diğer taraftan o, Emeviler’in adil yönetici ve halifelerine telkinlerde bulunmayı daihmal etmedi. Büyük halifeleri Ömer bin Abdülaziz’e muhtelif zamanlarda mektup yazarak tavsiye ve telkinlerde bulundu. Ömrününbüyük bir kısmını ilim ve irfanla geçirdikten sonra 728 yılında Basra’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.

İyi bir hatip olarak yetişen ve çok etkili bir vaiz olan Hasan-ı Basrî, fesahat ve belagat alanında adeta doruk noktasınaulaştı. Akıcı üslubu, derin bir tefekküre sahip oluşu, ilmi meselelere vukufiyeti gibi meziyetlerinden ötürü hemkendi, hem de daha sonraki dönemlerde de insanlar üzerinde büyük bir etki yaptı. Bediüzzaman, maddi ve manevi sahadakiderecesine temas ederek; "Ulema-i zâhir ve bâtının Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühimve sadık bir şakirdi olan Hasan Basrî" (Mektubat, s. 155) şeklindeki ifadelere yer vermektedir. Dünya malına gereğindenfazla önem vermeyerek, elindekileri muhtaçlara dağıttı. Halkı, İslamiyet’in ibadet ve ahlak prensiplerini samimiyetlebenimseyip yaşantılarına aksettirmeye ve her konuda ihlaslı davranmaya davet etti.

İlimle uğraşırken mesaisinin büyük bölümünü buna ayıran ve talebe yetiştirmeye çalışan Hasan-ı Basrî, yaşantısıylada çevresindekilere ve talebelerine örnek oldu. Peygamber Efendimizin mucizelerini aktarırken duygularına hakimolamayarak göz yaşı dökerdi. Risâle-i Nur’da bahsedilen ve Peygamber Efendimin (asm) ağaçlarla ilgili mucizelerinitalebelerine aktarırken ağladığı belirtilmektedir. Ağacın bile Peygamber Efendimize meyledip Ona doğru yöneldiğiniifade ettikten sonra talebelerine; "Ağaç, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma meyil ve iştiyak gösteriyor.Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstehaksınız" (Mektubat, s. 132), diyerek, insanların buna çok daha fazlaihtiyacı olduğunu belirtti. Bediüzzaman da buna ilaveten, "Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-iseniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir" diyerek, meyletme ve tabi olmanın nasıl olması gerektiğine işaretetmektedir.

Hasan-ı Basrî; dünyaya, maddeye, menfaate değer vermeme, kanaatkar olma gibi manaları ihtiva eden ‘zühd’ü esas aldı.Zühd ile hareket edilirse, ahlak kurallarına uymanın kolaylaşacağını, dini görevlerin daha kolay bir şeklide yerinegetirilebileceğini ve bu hususta zühdün çok önemli bir unsur olduğunu belirtti. Dünya için ahiretin feda edilmemesigerektiğini, böyle bir durumda hem dünya hem de ahiret hayatı açısından zarara uğranılacağını, muhtelif dönemlerdeher ümmetin bir putunun olduğunu, bu ümmetin putunun da altın ve gümüş olduğunu ifade etti. Dünya tutkusununmaddeciliği ve çıkarcılığı ön plana çıkararak tehlikeli sonuçlar doğurduğu konusunda ikazlarda bulundu.

Tabiin, sahabe ile sonradan gelen Müslümanlar arasında bir köprü vazifesini yerine getirdiler. Özellikle, giderek İslamtopraklarının genişlemesi, Müslümanların sayısının artması, sonradan İslam’a dahil olan bazı kavimlerin farkındaolmadan eski inançlarını devam ettirmeleri İslam alimlerine çok büyük bir yük getirdi. Özellikle Hazreti Ali’in (ra)son dönemi ve Emeviler döneminde yaşanan üzücü hadiseler, başta Ehl-i Beyt olmak üzere İslam alimlerinin çok dahafazla dini konulara yönelmelerini netice verdi. Bu dönemde söyledikleriyle yaptıkları uyumlu olanlar yani, fikirlerinive düşüncelerini yaşantılarına aksettirenler daha fazla etkili oldular. İşte, Hasan-ı Basrî ile ilgili anlatılarınen önemli ittifak noktaları, sözkonusu büyük şahsiyetin sözleri davranışlarına, davranışları sözlerine uyan biralim olduğu hususunda birleşmeleridir.

Hasan-ı Basrî’ye göre hayat, insana verilen belirli bir süredir. Bu süre belli bir noktada başlar ve biter. Kişinin yaşamıboyunca sergilemiş olduğu fiil ve davranışlarının toplamı hayatını meydana getirir. Dolayısıyla insanı en çokilgilendiren konu bu olmalı, yaşadığı dönem zarfında hayatın manasının sorgulanarak davranışlar tespitedilmelidir. Hayat, Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetlerle anlam kazanır. Nimetlerin artmasına paralel olarak Allahkorkusunun artması ve daha dikkatli olunması gerektiğini ifade eder. Aksi takdirde imtihanın kaybedilmesi kaçınılmazolur.

Hasan-ı Basrî, insanların sık sık aldandığı tehlikeli bir mukayese ve değerlendiremeye işaret eder. O da, bazıinsanların yaptıklarına bakarak kendilerine delil çıkarma konusudur. Başkalarının yaptığı fiiller doğrunun ölçüsüdeğildir. Tetkik edilmeden benimsenen davranışlar ilk etapta faydalı gibi görünse bile aslanda yanlış bir zeminedayanmaktadır. Dolayısıyla dindarlığın ölçüsü başkalarının hal ve hareketleri değil, Cenab-ı Hakk’ın emir veyasaklarıdır. O, Kur’an-ı Kerim’e olan bağlılığı şekilcilikten uzak ve fiilleriyle sindirerek örnek olmaya çalıştı.Çünkü, Kur’an-ı Kerim sadece okunan bir kitap olmayıp, aynı zamanda müminin şekillenmesinde etkili olan sürecin birölçüsü ve mihenk taşıdır. Yani insanın her şeyini Kur’an-i Kerim ile hesaba çekmesi gerekir: Benim yaptıklarımınne kadarı ona uyuyor ve ne kadarı uymuyor!

Hasan-ı Basrî’ye göre toplum düzenin gereği olarak idarecilerin olması kaçınılmazdır. Asıl mesele bunların adildavranmaları ve ellerindeki yetkiyi kötüye kullanmamalarıdır. Bunun için de idarecilerin; arzularına tabi olmamaları,insanlardan korkmak yerine Allah’tan korkmaları ve Allah’ın ayetlerini ucuza satmamaları gerekir. İdarecilerin elindekiyetki emanetten ibarettir. O emanet kendilerine hizmet için verilmiştir. Her şeyden önce bu emanete iyi bakmaları kendikurtuluşları için gerekmektedir. Kurallara öncelikle kendilerinin uyması gerekir. İyi bir idareci aynı zamanda devletişlerini kimlerle daha iyi yürütebileceğini bilen kişidir.