Abdulmuttalip

Peygamber Efendimizin (asm) dedesidir. Vefatına kadar torununa en iyi şekilde baktıktan sonra, emaneti oğlu EbuTalib’e devretmiştir. Künyesi Ebü’l-Haris Abdülmuttalib bin Haşim bin Abdülmenaf bin Kuseyy şeklindedir.

Asıl adı Şeybe olan Abdülmuttalib Medine’de doğdu. Babası Haşim, annesi Selma’dır. Henüz sekiz yaşında iken babasıvefat etti. Bu hadiseden sonra annesi ile birlikte bir süre Medine’de kaldıysa da, amcası Muttalib tarafından Mekke’ye götürüldü.Mekkeliler, onu Muttalib’in kölesi zannettiklerinden "Abdülmuttalib" (Muttalib’in kölesi) dediler. Bir rivayetegöre, Şeybe’yi Muttalib’in yanında görenler kim olduğunu sorduklarında, nazar değmesin diye "kölemdir" dediğinakledilmektedir. (Salih Suruç, Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, 1. C., s. 25.) Muttalib’in, kendi karısına dayeğenini kölesi olarak tanıttığı rivayet edilmektedir. Bu tarihten sonra Şeybe adı yavaş yavaş unutularakAbdulmuttalib diye anılmaya devam etti ve bu lakapla meşhur oldu.

Abdülmuttalib, amcasının himayesinde ve korumasında yetişti. Muttalib, ölümüne yakın bir zamanda, en layık kişiolarak onu gördüğünden, Haşimilerin başına onu geçirdi ve kabile reisi yaptı. Abdülmuttalib, bir süre sonra aynıyerde ve dört kez arka arkaya bir rüya gördü. Bu rüyada bir adam kendisine emirler vererek her defasında kayboluyordu.İlkinde "Tayyibe’yi kaz!", ikincisinde, "Berre’yi kaz!" üçüncüsünde, "Mednune’yi kaz!" şeklindeemreden adam sonuncusunda, "Zemzem’i kaz!" deyince, Abdülmuttalib bunun ne anlama geldiğini sordu. Bunun bir suolduğu, hacıların ihtiyacını bununla karşılayacağı cevabını aldı. Zemzem kuyuları daha önce, düşman istilasındankaçan Cürhümlüler tarafından kapatılmış, yeri bir türlü bulunamamıştı. Bu rüya sayesinde kuyuları bulmak Abdülmuttalib’enasip oldu.

Abdülmuttalib, zemzemin yerini bulup kazdı. Haberi duyan Kureyş’in ileri gelenleri toplanarak, bulduğu suya kendileriniortak etmelerini istediler. Ancak, teklifleri kabul edilmedi. Sadece, burada bilahare çıkan değerli eşyalara ortakedilerek, kura usulüyle çıkan eşyalardan kendilerine de verildi. Zemzeme ortak edilmemeyi hazmedemeyen Kureyş ilerigelenlerinden Adiyy bin Nevfel, Abdülmuttalib’e yalnız bir kimse ve sadece bir oğluyla kendilerine nasıl karşıkoyabileceğini sordu. Dayanabileceği hiçbir şeyi olmadığı halde, kendilerine boyun eğmeyişinin sebebini merakediyordu. Duruma çok içerleyen Abdülmuttalib, Allah’tan kendisine on erkek çocuk vermesini diledi ve bunlardan biriniKabe’de kurban edeceğini vaad etti. Cenab-ı Hakk, sevgili kulunun duasını kabul ederek on erkek evlat ihsan etti. Böyleceadağını, yani evlatlarından birini kurban etmesi mecburiyeti hasıl oldu. Oğullarından hangisinin kurban edileceğinitespit etmek için kura çekti. Kura, on kardeş arasında Peygamber Efendimizin (asm) babası Abdullah’a çıktı. Kura çekimisırasında şehir halkı da toplanmış, neticeyi merakla beklemeye koyulmuşlardı. Bu kuranın Abdullah’a çıkmasıherkesi üzdü. Çünkü, Abdülmuttalib’in oğulları arasında en güzeli ve tatlısı, sevimlisi oydu.

Kura çekimine en ufak bir itiraz göstermeyen Abdullah, hiçbir memnuniyetsizlik göstermeden, babasının adağını gerçekleştirmesinibekledi. Ancak, toplanan Kureyş ileri gelenleri olaya müdahale ettiler. Mekke’nin bir büyüğü olarak böyle bir şeyiyapmasının doğru olmadığını ifade ettiler. Evladı kurban etmenin, bunları ihsan eden Allah’a karşı nankörlükolduğunu söylediler. Abdullah’ı kurban etmesine izin vermeyen Kureyşliler, durum hakkında bir çözüm bulmasını sağlamakamacıyla kendisini Şam’da bulunan bir kahinin yanına yolladılar.

Kahin, bir insanın diyetinin ne olduğunu sordu. "On deve", cevabını aldıktan sonra, bir tarafta on deve diğertarafta da Abdullah olmak üzere kura çekmelerini söyledi. Kura develere çıkarsa, develer kurban edilecek, Abdullah’a çıkarsabir diyet daha ilave edilerek tekrar kura çekilecekti. Çekilen kuralarda hep Abdullah çıkınca, sürekli olarak develerinsayısı arttırıldı. Nihayet develerin sayısı yüze ulaştıktan sonra kura develere çıktı ve böylece Abdullah’ında diyeti yerine gelmiş oldu.

Abdülmuttalib’in döneminde gerçekleşen en önemli hadiselerden bir tanesi meşhur "Fil Vakası"dır. Hacmevsiminde çok sayıda insanın ziyaretine sahne olan Kabe’nin varlığı bazı insanları rahatsız ediyordu. Bunlardan birtanesi de Yemen valisi Ebrehe idi. Ebrehe, Kabe’ye olan akını önlemek maksadıyla önce, Bizans İmparatoru’nun da yardımıylabir kilise yaptırarak altın ve gümüşlerle süsledi. Çok sayıda kıymetli taş ve eşyalarla donattı. Ancak, bütünçabası boşa gitti. Bu arada, Kabe’ye nispet olarak söz konusu kilisenin yapıldığının duyulması Arapları rahatsızetti. Kilise bir gece Nevfel adında bir Arap tarafından kirletildikten sonra, Ebrehe Kabe’yi yıkmaya karar verdi.

Büyük bir ordu ile Mekke’ye yürüyen Ebrehe’nin korkusundan insanlar şehri terk etti. Abdülmuttalib de bunu Mekke’lileretavsiye etmişti. Ebrehe, gayesinin Mekkelilerle savaşmak olmadığını, mabedi yıkmak için geldiğini, kendisiyle savaşmakistemiyorlarsa reislerinin yanına gelmesini, elçileri vasıtasıyla bildirdi. Abdülmuttalib, elçilerle birlikteEbrehe’nin yanına gitti. Ebrehe, kendisine şerefli bir misafir muamelesinde bulundu, bir arzusunun olup olmadığınısordu. Sadece, askerleri tarafından gasp edilen iki yüz devenin iadesini talep eden Abdülmuttalib’in sözleri karşısındaşaşkına döndü.

Ebrehe, "Seni görünce büyük bir adam zannetmiştim. Konuşmaya başlayınca pek de öyle olmadığını anladım.Ben senin ve atalarının tapınağı olan Kabe’yi yıkmaya gelmişken, sen ondan söz etmiyorsun da, aldığım iki yüzdeveden bahsediyorsun" demek suretiyle kendisiyle alay etti. Abdülmuttalib ise, "Ben develerimin sahibiyim.Kabe’nin de bir sahibi ve koruyucusu vardır. Elbette onu koruyacaktır." şeklinde mukabelede bulundu. Olay, PeygamberEfendimizin doğduğu yıl olan 571 yılında meydana geldi.

Kabe’nin Sahibi, Kabe’yi koruyarak Abdülmuttalib’i tasdik etti. Kabe’ye saldıran Ebrehe ordusu, Ebabil kuşlarının ağızve ayakları arasında taşıdıkları nohut veya mercimek büyüklüğündeki taşlarla perişan edildi. Olay, Kur’an-ıKerim’de şu şekilde haber verilmektedir: "Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarınıboşa çıkarmadı mı? Üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderdi. Onlara ateşte pişirilmiş taşlar attılar. Rabbinonları yenilmiş ekin çöplerine çevirdi." (Fil Suresi)

Abdülmuttalib; inançlı, üstün meziyetleri olan, karakterli, iyi kalpli bir insan ve adil bir reis olarak tanındı. Ömrününsonuna kadar putlara tapmadı. İçkiyi bıraktı. İbadet için Hira mağarasına gider ve burada ibadet ederdi. Ahireteolan inancı tamdı. Torunu Muhammed’e (asm) gözü gibi bakar ve gittiği yere kendisi ile birlikte götürürdü. Torunuylailgili olağanüstü hadiselere şahit olunca, yakın alaka ve ilgisi daha da arttı. Peygamber Efendimizin (asm) gittiğiher yer bereket ve nimetlere mazhar oluyordu. Risale-i Nur’da da nakledildiği gibi, yağmur duasına çıkan Abdülmuttalib,mübarek torununu da beraberinde götürerek dua eder ve onun yüzü suyu hürmetine rahmet hazinesinden yağmurlar hemen yağmayabaşlardı. (Mektubat, s. 143).

Abdülmuttalib, daha hayatta iken torunu ile ilgili başka müjdeli hadiselere de şahit oldu. Bir ara Kureyşlilerlebirlikte Yemen’e gittikleri zaman, Seyf ibn Ziyezen kafileyi yanına çağırarak onlara; "Hicaz’da bir çocuk dünyayagelir. Onun iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak." (Mektubat, s.173) dedi. Kafilenin huzurunda bunları söyledikten sonra, gizlice Abdülmuttalib’in kulağına eğilerek, "O çocuğunceddi de sensin" müjdesini verdi. Bütün bunlardan sonra Abdülmuttalib daha da hassasiyet göstererek, kendisindensonra da torununa en iyi şekilde bakacak oğlunu tespit etti. Bu önemli vazifeyi, kendisinden sonra ifa etmek üzere oğluEbu Talib’e havale etti.

Abdülmuttalib, daha hayatta iken yapması gereken en önemli görevi bu şekilde yerine getirdikten sonra, seksen iki yaşındaMekke’de vefat etti. Naaşı Cennetü’l-Mualla’ya defnedildi. Vefatı, Mekke’de büyük bir üzüntüyle karşılandı. Uzunsüre matem tutan Mekkeliler dükkanlarını günlerce kapalı tuttular. (H. Ahmet Sezikli, "Abdülmuttalib", TDVİA,1. C., s. 273)