Bir Mürşid ve Tebliğci Olarak Said Nursîde Bulunan Vasıflar

Said Nursî, yirminci asra damgasını vurmuş ve milyonları peşinden sürüklemiş bir eğitimcidir. Onuneseri Türkiye sınırlarını aşmış, dünyanın bir çok devletlerine ulaşmış ve dünya dillerine tercüme edilmiştir.Said Nursî’nin daveti, mensupları tarafından günümüzde de sürdürülmektedir.

Evet, irşad ve tebliğ alanında bu muvaffakiyete mazhar olmuş bir mürşidin haiz olduğu vasıfları tanımakve merak etmek her ehl-i tebliğ ve irşadın görevi olmalıdır. Said Nursî’nin nasıl bir eğitimci olduğunu kendidilinden dinleyelim: "Risale-i Nur’u anlamıyorlar, yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içindesaplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşguloldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta bazı eserler telif eyledim"1

Uzun yıllar Said Nursî’nin hizmetinde bulunmuş olan talebelerinden Zübeyir Gündüzalp, Said Nursî’yi şöyletavsif eder: "Said Nursî, ihlâs-ı tâmmeye malik, harikulade hakiki bir müfessir-i Kur’andır. Hem ihlâs-ı etemmevasıl olmuş kahraman ve yekta bir hadim-i Kur’andır. Risâle-i Nur’un müellifi olmak itibarıyle hem bir mütekellim-i âzamdır,hem ilimde gayet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkik ve müdakkik bir allâmedir. Hem ilm-i mantığın yüksek nazirsizbir üstâdıdır.

Ta’likat namındaki telifatı, mantıkta bir şaheserdir. Hem mümtaz ve hem hakperest ve hakikatbin bir dâhidir.Hem Kur’anla barışık müstakim felsefenin hakikatperver bir feylesofudur, hem nazirsiz bir sosyolog ve psikolog ve birpedegogtur."2

Said Nursî’nin bazı vasıflarını şöyle sıralayabiliriz:

a. Müsbet Hareket

"Risâle-i Nur’un dersleri, dünyaya baktığı vakit; bütün kuvvetleriyle âsâyişin temellerini muhâfazaetmek, korumak, fesat ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasından, kudsi ve mânevî inzibat komiserleri hükmünde olduğunadelil, üç vilâyet zâbıtları anlamışlar".3

"Çünkü Risale-i Nur’un âsâyiş noktasında yirmi seneden beri yüz bin şâkirdinden (şimdimilyonları geçmiş) hiçbir vukuât olmadığı gibi pek çok zâbıta memurlarının îtiraflarıyla ve bir şeyaleyhimizde kaydetmemeleriyle, bunu ispat eder".4

b. Tevazu

Said Nursî, insanların hüsn-ü zanlarını kendi şahsına değil, Risale-i Nur’a vermiştir. Her zamankendini kusurlu görmüştür. "Bu zamanda enaniyet ziyâde hükmettiği için, haddinden çok ziyâde olan hüsn-üzanları kendime almıyorum. Ve ben, kardeşlerim gibi kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum".5 "Hem bunukatiyen ilan ediyorum ki: Risâle-i Nur, Kur’anın malıdır. Benim ne haddim var ki, sahip olayım tâ ki kusurlarım onasirayet etsin. Belki o nurun kusurlu bir hadimi ve elmas mücevherat dükkanının bir dellâlıyım. Benim karma karışıkvaziyetim ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zaten Risale-i Nur’un bize verdiğı derste, hakikat-i ihlâs ve terk-i enâniyetve daima kendini kusurlu bilmek ve hodfüruşluk etmemektir. Kendimizi değil, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisini ehl-iimana gösteriyoruz. Bizler kusurumuzu görene ve bize bildirene -hakikat olmak şartıyla- minettar oluyoruz, "Allahrazı olsun" deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz; kusurumuzu -fakat garaz veinat olmamak şartıyla ve bid’alara ve delâlete yardım etmemek kaydıyla- kabul edip minnettar oluyoruz".6

"Risaleler kendi malım değil, Kur’anın malı olarak, Kur’anın reşahat-ı meziyatına mazharolduklarını izhar etmeye mecburum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşteben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim".7

c. Vakar ve Cesaret

"Said Nursî, hususi hayatında mütevazi, vazife başında vakurdur. Bu mevzuda der ki: "bir nefernöbetteyken başkumandan da gelse, silahını bırakmayacak, ben Kur’an’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başındaykenkarşıma kim çıkarsa çıksın "hak budur" derim. Başımı eğmem".8

Said Nursî, en zalim kumandanlara boyun eğmemiş, davası için hayatını ortaya koymuştur. Onu şeriatistemekle suçlayanlara karşı şöyle haykırır: "Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım!..Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnat olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam iki şehit sevabınıkazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lafızdan ibaret bulunan gaddar bir hükümetin en rahat mevkiihapishane olsa gerektir. Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır".9

d. Fedakarlık

Said Nursî ‘ın hayatı, eşsiz fedakarlık örnekleriyle doludur. O cemiyetin imanı uğruna hayatınıfeda etmeye hazır olduğunu söyler ve şöyle der:

"Bütün nev’-i beşerin en ehemmiyetli meselesi olan erkân-ı îmânîyeyi ve beşerin medar-ı saâdetive umum islâmın esas ve rabıta-i uhuvveti bulunan Kur’anın hakaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımıvakf ettim".10

Bu hizmete yani ehl-i imanı dalâlet-i mutlakadan kurtarmaya, lüzum olsa, dünyevi hayat gibi uhrevi hayatımıda feda etmek bir saadet bilirim. Binler dostlarım ve kardeşlerimin cennete girmeleri için cehennemi kabul ederim".11

"Bu hizmet-i Kur’aniyede başa ne gelirse gelsin hatta her günde birer başım olsa da kesilse, yine ohizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye mukabil geliyor ve kâfidir".12

"Bu milletin âşâyişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastalarınve fakirlerin dünyevi istirahatlarına ve uhrevi saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi fedâ etmeye hazırım".13

e. Sabır ve Tahammül

Said Nursî, "kadere iman eden, kederden kurtulur"14 düstur-u kudsiyeyi kendine rehberedip, her sıkıntıya göğüs germiştir.15 O, hizmet uğrunda, sevaba sebeptir diye her meşakkate karşı sabırve tahammül göstermiştir.16

f. İstiğna

Said Nursî, dünyaya ait mal, mülk, makam, şöhret gibi fani ve geçici şeylere, hiçbir zaman ehemmiyetvermemiş, bunlara dair gelen teklifleri reddetmiştir. Hayatı boyunca hediye bile almamış, hiç kimseye minnet etmemiştir.O, bunu şöyle anlatır: "Madem ehl-ı siyaset hayat-ı bakiyeleri için Risale-i Nur’a müracaata tenezzül etmiyor, ohayatta nisbeten beş paralık olan bu hayat-ı fâniye için onlara müracaata ben de tenezzül etmem ve istirahatım içinşekva ve rica etmem".17 Said Nursî’nin, "bütün serveti, bir eliyle taşıyabileceği kadardı".18

Vefatından sonra bir sepet içinde, cübbesi, sarığı, seccadesi ve tesbihinden başka dünya malı namınabir şeyi yoktu. Onun bütün mirası bunlardan ve Risale-i Nur külliyatından ibaretti. "Evlad-û iyal, mal, mülk hiçbir şey ve yer yüzünde taht-ı temellükünde bir karış yeri yoktu;yalnız bir Risale-i Nuru vardı".19

"Said Nursî, amcasının çorbasını dahi içmemiş olup, hayatında kimsenin minneti altında kalmayıp,beş bin lira hediyeye beş para değer vermeden red ve iade eden, hayatındaki istiğna düsturunu en zâlimane muamelelerve mahrumiyetler içinde kaldığı zamanlarda dahi bozmayan ve böylece izzet-i İslamiye ve şeref-i diniyeyi muhafaza etmişolan bir zattır".20

g. İffet

Said Nursî, bütün hayatı boyunca mücerred yaşamasına rağmen, iffetini muhafaza etmiştir. Bu konudahayatından bir çok örnek verebiliriz. "Ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum vali Ömer Paşa hanesinde ikisene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük.Ben üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, bir birinden tefrik edip tanımıyordum. O derecedikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir alim misafirim yanıma geldi, iki gün onları birbirinden fark etti. Herkes ve bende, bu hale hayret ederdik. Bana sordular: "Neden bakmiyorsun?" Derdim: "İlmin izzetini muhafaza etmek beni bıktırmıyor.

Hem İstanbul’da Kağıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, köprüden tâ Kâğıthaneye kadar Haliç’iniki tarafında binler açık saçık rum ve ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum mollaseyyid Tâha ve meb’us Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik, O kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberimyoktu. Halbuki Molla Tâha ve Hacı İlyas, beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassut ettiklerini bir saatseyahat sonunda itiraf edip dediler: "Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın." Dedim: "lüzumsuz, geçici,günahlı zevklerin âkibeti elemler teessüfler olmasından istemiyorum."21

h. Hediye kabul etmemek

Said Nursî, ilmin izzetini muhafaza etmek ve elmas hükmündeki hakikatları, cam parçası seviyesine düşürmemekiçin, seksen küsur senelik ömrü boyunca hediye almamış ve minnet altına girmek istememiştir.

Onun bu halini talebeleri şöyle anlatır: " Üstadımız izzet-i ilmiyeyi muhafaza için eski zamandanberi en büyük reislere tezellül etmedi. Hem halkların hediyesini kabûl etmiyordu."22 Halkın zekât vesadakasını bile kabul etmezdi. Bu davranışıyla "Ehl-i ilmi, ilmi vâsıta-ı cer etmekle ittiham edenleri"23fiilen tekzip ederdi. Onun için, kanaat, iktisat ve bereket-i İlahiyye en büyük hazine idi, halkın malını almakla buhazinenin kapısını kapatmak istemem derdi.24

Said Nursî’nin, konuyla ilgili yüzlerce hatırasından bir tanesini nakl etmekle iktifa edeceğiz.

"Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. "İstanbul’dan senin içingetirdim beni kırma" dedi kabul ettim. Fakat iki kat fiatını verdim.

Dedi: "Ne için böyle yapıyorsun hikmeti nedir?"

Dedim: "Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için,menfaatimi terk ediyorum. Çünkü; dünyaya tenezzül etmez, tema ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malınıalmaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise; sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-iservete tasannua muztar kalmış, tama’ zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek içinriyakarlığa temâyül etmiş âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş, bir üstaddan alınan aynı ders-ihakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner".25