Kızıl İcâz, Bediüzzamanın mantıkla ilgili bir kitabıdır. Bediüzzaman bu eserini Abdurrahman Ahdarînin Süllemül-Münevrak isimli eserine bir hâşiye olarak yazmıştır. Bediüzzaman bu eserle ilgili olarak şöyle demektedir.
Hem Eski Saidin ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Talikattan süzülen icâzlı bir îcâz-ı harikada müdakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevk eden matbu Kızıl İcaz namındaki Risâle-i Mantıkiye Risâle-i Nurla bağlanmasına ve şakirtlerinin, âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm; fakat çok derindir. Bugünlerde, Feyziye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak demektedir. (Bediüzzaman Said Nursi, Risâle-i Nur Külliyatı, Nesil Yayınevi, İstanbul 1996, 2:1628)
Abdurrahman Ahdarî, (918/1512) tarihinde doğduğu tahmin edilmektedir. Cezayirin Biskire şehrinde vefat etmiştir. Süllem, merdiven anlamına gelmektedir. Süllemül-Münevrak isimli eseri yüz beyitten ibaret manzum olarak yazılmıştır. Mantık ilminin semasına onunla çıkılır diyerek ona Süllem adını vermiştir. (Mahmud Nedim, Senedül-Muhkem fi Tercümetüs-Süllem, İstanbul 1317, s. 10) Ahdarî, Cezayirli mantık, matematik ve astronomi âlimidir. Bu eser, Ebherînin İsaguji isimli meşhur mantık kitabının manzum şeklidir. (Naci Bolay, DİA, Ahdarî md. 1:508) Süllemin pek çok haşiyeleri vardır.
Bediüzzaman Kızıl İcazda Süllemi şerh etmekten ziyade müstakil bir eser gibi, mantıkla ilgili kendi görüşlerini ortaya koymuştur. Mantık bir âlet ilmidir. Doğru düşünmenin yollarını gösterir. Mantık zihnin bileyidir. Bileği taşı ile keskinleşmeyen pıçaklar bir şey kesemezler. Zihni ve aklı çalıştırmanın metotlarını göstermek amaçlanmıştır. İmam-ı Gazali, Mantık bilmeyenin ilmine itibar edilmez demektedir. (Necip Taylan, Mantık Tarihçesi Problemleri, İstanbul 1996, s. 67)
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Sathî nazar, muhali mümkün görür sözleriyle yüzeysel incelemelerin insanı yanlış sonuçlara götüreceğini ifade etmektedir. Zihinlerin mülâhazada dikkati ve nazarda imanı alışkanlık haline getirmeleri için alâ külli hal bu eseri yazdım (Bediüzzaman Said Nursî, Kızıl İcaz, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, s. 164.) demektedir. Bediüzzaman aynı şekilde Gelenbevînin Burhanı üzerine de Talîkât isimli eserini yazmıştır.
İlmi gıdaya benzeten Bediüzzaman aceleci zihinlerin bilgileri hazmetmediğini bunun için bilgiyi iyice hazmetmek gerektiğini ifade etmektedir. Kızıl İcazda şöyle der: Bil ki! Şüphesiz ilim bir gıdadır. Elbette ki hazmedilmesi gerekir. Rahvan ve aceleci zihin, hakikatlerin kaymağından yer. Yani hakikate varır, fakat onu almaz veya onu kazanır ve alır. Lâkin hakikat onun zihninin elinde parçalanır. Çoğalmaz, genişlemez. Bilâkis zihinden kaçak olarak çıkar. Sonra zihin, hakikatin parçalarını toparlar, onlardan hafızasında çoğalanların özelliklerini soyar. Hazmetmez ve büyütmez. Bilâkis hakikatler kusmuk olur veya zihinde bozulur. Zihnin yüzeyselliği, elem veren bir hastalıktan daha şiddetlidir. Ey okuyucu! Zihinlerin dikkate teşvik edilmek için, bu Risâleyi veciz yazarak, sizleri aciz bıraktım. (Kızıl İcaz, s. 236) Bediüzzaman Âlim-i mürşid, koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun yavrusuna süt, kuş yavrusuna kay (kusmuk) verir diyerek bunu açıklamıştır. (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, 455)
Kızıl İcâzın bir tek şerhi vardır. O da Abdülmecid Nursînin (Ünlükul) tarafından 1965 yılında Konyada yapılmıştır. 1995 yılında Sözler Yayınevi tarafından basılmıştır. (Abdülmecid Nursî, Şerhu Kızıl İcaz, Saykalül-İslam, Tahkik: İhsan Kasım Salihi, Sözler Yayınevi, İstanbul 1995, s. 163238)
Bediüzzaman Hazretlerinin mantığı yorumlaması olağanüstüdür. Klasik mantık kuralları çerçevesinde kalmaz. İnsan konuşan canlıdır gibi basit önermelere takılıp kalmaz. Bilâkis mantığın Tümdengelim (Düdeksiyon/Talil) kuralını daha geniş çerçevede ele alır. Tümdengelimde öncüller doğru ise sonuç da mutlaka doğru olur. Tümdengelimin en gelişmiş şekli kıyastır. Kıyas, öncül adı verilen birden fazla önerme ile sonuç adı verilen önerme arasında mantıkça geçerli bir ilişki kurmaktır. Tüm insanlar ölümlüdür. Ahmet de insandır. Öyle ise Ahmet de ölümlüdür bu şekilde sonuca ulaşılır.
Bediüzzaman ise daha geniş olarak ele aldığı bu metodu şöyle açıklar: Bir şahıs ruhuyla birdir, cismiyle bir cemaattir. Canlı kısımlardan oluşan bir cemaattir. Öyle ki onun hücrelerinden her bir hücre, beş duyu kuvvetine sahiptir. Bu şahıs, içerisinde Yasin Sûresi yazılmış olan Yasin kelimesi gibidir. Onun canlılık derecesi ve kuvvetleri cirminin küçüklüğüyle ters orantılı olarak artar. İstersen insanın duyularıyla bir hücrenin duyularını mikroskopla tartalım. Bin defa büyütüldükten sonra ancak görülebilen bu küçük canlı, parmağının başını görür, arkadaşı olan diğer hücrenin sesini duyar, diğer duyularını ve kuvvetlerini takip eder. Hâlbuki bir insan bu küçük canlının parmağını göremez ve sesini duyamaz. Maddî yapısının küçüklüğü nispetinde, canlılığı fazlalaşır, sınırlanır ve incelir. (Kızıl İcaz, s. 170) Bediüzzaman burada Tümdengelim ile Tümevarım (Endüksiyon/İstikra) ve Temsil (Örnekleme/Anoloji) metodunu beraber kullanmıştır. Bu Bediüzzamanın mantığı ilme ve hayata geçirmede yeni bir açılımıdır.
Mantık zihni çalıştırmanın ve düşünmeyi geliştirmenin ilmi olduğu halde Yunan Felsefesi ile beraber geldiği için İslâm bilginleri tarafından bulundukları zamanın şartları gereği yasaklanmıştır. Hatta İmam-ı Azam (ra) Fıkh-ı Ekber olarak Kelâm ilmini gördüğü ve bu konuda Fıkh-ı Ekber adında bir eser kaleme aldığı halde daha sonra felsefî yaklaşımların müminlerin imanlarına zarar verdiğini görerek Felsefe ile beraber Kelâmî tartışmaları da yasaklamış ve talebelerini Amelî Fıkha yönlendirmiştir. Daha sonra İmam Nevevî, İbn-i Teymiye gibi bilginler de Felsefe ile beraber Mantığın öğrenilmesini de yasak kapsamına dâhil etmişlerdir. Ancak İmam-ı Gazali Felsefecileri dalâletle suçlayarak felsefî fikirlerini Kurân hakikatleri ile çürütmekle beraber Mantığı Felsefeden ayırarak İslâm dünyasında yen bir açılım getirmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri ise, Mantık ilmini öğrenmeyi öğrenenler açısından ele alarak çeşitli yönleri ile ele alır ve bireylere göre çeşitli sonuçlarını nazara verir. Genellemek yerine sonuçlarına göre mantık ilmini öğrenmenin hükümlerini ortaya koyar. Bu konuda şöyle der: Mantık öğrenmenin hükmü kişilere göre farklılık arz eder: Mantık ilmini öğrenmek menduptur, çünkü mantık ilimleri tamamlayıcıdır. Yine mantık ilmini öğrenmek mekruhtur, çünkü akılları karıştırır. Yine mantık ilmini öğrenmek mübahtır, çünkü bir ilmi bilmek bilmemekten hayırlıdır. Yine mantık ilmini bilmek farz-ı kifayedir, çünkü mantık akaidi techiz eder. Yine mantık ilmini öğrenmek, gerekli ilmi altyapıya sahip olmayanlar için haramdır. (Kızıl İcaz, s. 180)
Bediüzzamanın mantık terimlerini yorumlaması da çok enteresandır. Bediüzzamana göre iddiaları ispat etmeye yarayan deliller, yani Hüccet Olayların zürriyetlerini bilmek ve ilişkilerini ortaya çıkarmaktır ve kâinattaki ilişkiler silsilesinin merkezidir ve hakikat-ı uzmanın aslından semerelerine giden hayat mecralarının timsalidir. (Kızıl İcaz, 186)
Yine Bediüzzaman Lâfzı yani ağızdan çıkan söz ve kelâmı açıklarken tüme varım metodunu kullanarak şöyle der: Nefesin âlem-i gayba girmesiyle, kimyevî aşk sebebiyle müvellidül-humuzanın karbonla imtizacı sırrıyla tahlil edici hücreler devreye girer ve kirli kan temizlenir. İki unsur imtizaç ettiği zaman, o ikisinden olan iki cüzün tamamı da ittihad eder. O ikisi ittihad ettiği zaman tek bir hareketle hareket ederler. Bu durumda diğer hareket bakî olarak boşlukta kalır. Hareketin ısıya ve ısının harekete dönüşmesi sırrıyla şu boşluktaki bakî hareket, tabiî ısıya inkılâp eder. Yani hayvanın (canlının) hayat ateşine inkılâp eder. O şeyin arasında nefes zahmetli bir şekilde âlem-i gaybtan âlem-i şahadete çıkar. Çünkü mahreçlerde nefes, ses ile keyfiyetlenerek birleşir ve ses maktalarda harflere tahavvül ederek farklılaşır. O şeyin arasında, onun hareketi için ses kesilir. Çünkü lâtif cisimler olarak nakışları acaip oldu, şekilleri garip oldu, garazların ve maksatların taşıyıcısı oldu, duyguları terennüm ederek uçurdu, akıllar arasındaki elçiler olarak Sani-i Hakîmin takdir ettiği yere kadar gönderdi. Söz, fikrin kaymağıdır, tasavvurun suretidir, teemmülün bekasıdır ve zihnin işaretidir. Hafifliği, birbiri ardınca gitmesi, meunetinin azlığı, zahmetsizliği ve kararsızlığı sebebiyle bu büyük nimet için söz tercih edildi. Bu nimetin kıymetini bilmemek, inkâr ve israf etmek ne büyük cehalet! (Kızıl İcaz, 188)
Sonuç olarak Bediüzzamanın Kızıl İcâz isimli eserinde İlem ile başlayan her bölüm Felsefe ve Mantık açısından üzerinde düşünülmesi, incelenmesi ve araştırılması gereken çok önemli hususları ihtiva etmektedir. Bediüzzamanın Hikmet-i Rabbaniye adını verdiği İslâm Felsefî Düşüncesi ancak Kızıl İcaz, Talîkât ve Muhakemat Sünûhat Lemeât gibi eserlerin ölçüleri ve usulleri ile teşekkül ederek dinsiz Felsefeyi Esfel-i Safilîne sükût ettirecektir.