Bediüzzamanın önde gelen talebelerindendir. Uzun süre kendisinin hizmetinde bulunmuştur. İlerlemiş yaşına rağmen 1946 yılından bu yana Risâle-i Nurları aynı aşkla okuma ve yayma hizmetine devam etmektedir. Bediüzzamanın mânevî evlâdıdır. Mustafa Sungur, 1929 yılında bugün Karabüke bağlı olan Eflanide doğdu. Uzun yıllar burada kaldı. İlkokulu burada okudu. Daha sonra Kastamonu Gölköyde bulunan Köy Enstitüsüne kayıt oldu. Okulda çalışkanlığıyla dikkat çekti. Öğrenciliği boyunca çok sayıda kitap okudu.
Köy Enstitülerinde dine karşı takınılan olumsuz tavra rağmen, dine meyilli olan Mustafa bu eğilimini devam ettirdi. Aile büyüklerinden de gördüğü destekle mânevî yönünü takviye etmeye çalıştı. Köyünde bulunan İbrahim Hocadan dînî dersler aldı. Enstitüden mezun olduktan sonra eğitimine devam etmek istedi. Amacı, yüksek tahsil yapıp öğretmen veya müfettiş olmaktı. Ancak, babası buna izin vermedi.
Mustafa Sungur, köy enstitüsünden mezun olduktan sonra, köyde öğretmenlik yapmaya başladı. Öğrenciliği sırasında bilgi sahibi olmaya başladığı Bediüzzaman ve Risâle-i Nuru, bu öğretmenliği sırasında, Emirdağ Lâhikasında Hafız Alinin tam varisi olarak vasıflandırılan ve ismi çok zikredilen Ahmet Fuat Efendi ile Safranbolulu Keçeci Mehmet Efendi vasıtasıyla 1946 yılında tanıdı. Çalışlar Köyünde öğretmenliğini sürdürürken Bediüzzaman Said Nursîyi ziyaret etti.
Mustafa Sungura önce Şemsettin Yeşilin kitapları verilir. Bilindiği gibi bu kitaplarda Risâle-i Nurdan kaynak gösterilmeden alıntılar yer almaktaydı. İntihal yazıları öğrenen Bediüzzaman Hazretleri buna bir şey dememişti. Bir toplantı için Safranboluya giden Mustafa Sungur, burada bulunan Hüsnü Bayramın babası olan Hıfzı Bayram Efendiyle tanıştı. Hıfzı Bey kendisine formalar halinde bazı yazılar verip okumasını söyledi. Verilen formalar, Risâle-i Nurdandı. Bediüzzamanın eseri olduğunu öğrendi. Böylece Safranboluda hem Risâle-i Nur, hem de talebeleriyle tanışmış oldu.
Risâle-i Nuru tanıyıp Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi sahibi olan Mustafa Sungur, talebe olmak için büyük bir heyecan yaşamaktaydı. Daha önceden yaşadıklarını da ara sıra dile getirerek Bediüzzamana mektuplar yazmaya başladı. Bu mektuplardan bazıları lâhikalarda yerini aldı. Heyecanla talebeliğe kabulünü beklerken, Bediüzzamanın gönderdiği mektupta kendi ismi de zikredilmekteydi: Nurun küçük kahramanlarından Mustafa Sungur ve Rahminin az bir zamanda eski harfle, Mustafa Sungurun gayet mükemmel, Meyvenin 11. Meselesi Hatimesi ile Rahminin Gençlik Rehberini eski harflerle güzelce yazmaları ve Kastamonudan gelen kitaplarım içinde bize göndermeleri, hakikaten benim için yeni biraderzadelerim bir Abdurrahman ve Fuad dünyaya gelmiş gibi beni memnun ediyor. Bu ifadeler kendisi için çok büyük değer taşımaktaydı.
Mustafa Sungur, Bediüzzaman Hazretlerini görmek için 1947 Eylülünde teşebbüse geçti. Yol masrafı için gereken parayı borç edindi. Çalışlar Köyünden atla önce Eflaniye, oradan da 7-8 saat süren bir yolculuktan sonra Safranboluya gitti. Buradan Karabüke ve yorucu bir tren yolculuğundan sonra Ankaraya vardı. Ankaradan Eskişehire yine trenle gitti. Buradan da Emirdağa hareket etti. Günlerce süren yolculuktan sonra Bediüzzaman ile görüşme şansını elde etti. Bediüzzaman; evli olup olmadığını sordu. Ancak, daha önceden evlenmişti. Bekâr olsaydı yanına alacağını söyledi. Ceylan bir Sungur, Sungur bir Ceylan diyerek iltifatta bulundu. Çünkü, Ceylan epey zamandır kendisine hizmet eden önemli bir talebesiydi.
Bediüzzamanın talebelerinin kaldığı evde bir gece kalan Mustafa Sungur ertesi gün oradan ayrıldı. Ayrılmadan önce Bediüzzaman kendisine 25 kuruş para gönderdi. Buradan ayrılıp Ispartaya gitti ve buradaki talebelerle de tanışma fırsatını elde etti. Ispartadan döndükten bir yıl sonra, Afyon dâvâsında (1948) Bediüzzamanın tevkif edildiğini öğrendi. Babasının imamlık yaptığı Aydın Kasaplar Köyüne gitti. Bir süre burada kaldıktan sonra Afyona geçti. Afyona geldiğinde henüz mahkeme başlamamıştı. Bu arada Bediüzzaman ve talebeleri tutuklanmış, bir süre tutuklu kalan talebelerden bazıları serbest bırakılmıştı. Mahkeme günü Bediüzzaman Hazretleri ile görüştü.
Dinî kitap okumak ve Bediüzzamanla görüşmenin suç sayıldığı o dönemde tutuklananlar kervanına Mustafa Sungur da katıldı. O da tutuklanıp Afyon hapsine kondu. Bediüzzaman 20 ay, Ceylan Çalışkan 3 yıl hapis alırken, Mustafa Sungura da 6 ay hapis verilmişti. Dört ay Afyon Hapishanesinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Hapis cezası aldığı için memuriyetten de atıldı. O zaman yürürlükte olan kanuna göre on gün içinde Danıştayda dâvâ açma hakkına sahipti. Ancak, dâvâ vekili kendisine bu sürenin 81 gün olduğunu söyleyince, dâvâ açmayı geciktirmiş ve ancak, 65 gün sonra itiraz başvurusunda bulunmuştu.
Memuriyetten atılan Mustafa Sungur bir süre, tahliye edilip serbest bırakılan Bediüzzaman ve talebeleriyle birlikte kaldı. İlk defa uzun bir süre Bediüzzamanın yanında kalmaktaydı (1949). Bu sırada Mustafa Sungurun babası Mehmet Efendi, memuriyetten ayrıldıktan sonra yanına gelmediği için oğlunu Bediüzzamana şikâyet etti. Bediüzzaman baba İmam Mehmet Efendi ile bir süre sohbet etti. Bu görüşmenin ardından Mustafa, babasının yanına gitti.
Aydında bir süre babasının yanında kalan Mustafa Sungur, buradan İstanbula geçti. Sebilürreşadı çıkaran ve daha önceden Bediüzzamana dost olan Eşref Ediple görüştü. Akabinde köyüne geri döndü. Ailesinin yanına uğradı. Ev halkıyla helâlleşip tekrar Emirdağa doğru yola çıktı. Ankaraya varınca Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki ile görüştü. Görüşmede Başkan, Bediüzzamandan övgü ile söz eder: Ben dünyada Abdülmecid (Bediüzzamanın kardeşi) gibi âlim görmedim Üstadın ilmi zaten hesaba girmez, vehbîdir Bu arada yayınlanmak üzere Risâle-i Nur takdim edilir. Ancak, yayınlatma işi gerçekleşmez.
Mustafa Sungur, Bediüzzamanın verdiği görev ve hizmetleri yerine getirmeye başladı. Bu gaye ile çeşitli yerlere gönderildi. Emirdağ ve Ankara arasında gidip geldi. Bu arada Danıştayda açmış bulunduğu dâvâ ile ilgili olarak bir davet alır. Bediüzzaman Hazretleri kendisini küçük bir köye muallim olarak göndermek istemediğini söyler. Kendisi de dâvâ için Ankaraya gider. Ancak, müracaatı gecikmiş gerekçesiyle işleme konmaz. Ankaradan eli boş olarak Emirdağa döner.
Bediüzzaman bir süre sonra kendisini tekrar Ankaraya gönderir. Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan Osman Nuri Efendiye iletilmek üzere bir mektup verir. Bu görevlerin dışında daha başka bir çok alanda hizmet görür. Risâle-i Nur nüshalarının çoğaltılıp dağıtılması işinde de bulunur. Bediüzzaman, bir çok siyasî simaya da mektup yazarak talebeleriyle ulaştırır. Başbakan ve bakanlara mektuplar gönderir.
Mustafa Sungur Samsunda neşredilen Büyük Cihad adlı gazeteye Ankaradan yazılar gönderir. Bu yazıların neşrinden sonra dâvâ açılır ve 19 Şubat 1953 yılında tutuklanır. Bir süre Ankarada hapis yatar. Hapisten çıktıktan sonra memleketi Eflaniye gider. Buradan tekrar Ispartaya Bediüzzamanın yanına gider. Askerlik hizmeti hariç, Bediüzzamanın vefatına kadar yanında kalarak hizmet eder.
Risâle-i Nuru tanıdığından beri hizmetini devam ettiren ve ilerlemiş yaşına rağmen iman hizmetini hâlâ sürdüren Mustafa Sungurun adı Risâle-i Nurun muhtelif yerlerinde geçmektedir. Bediüzzaman Hazretleri 1946-58-59 yıllarında birkaç kez yazdığı vasiyetnâmesinde Mustafa Sungurun da ismine yer vermiş, kendisi için övgü dolu ifadeler kullanmış, Sungur benim evlâd-ı mâneviyemdir demiştir.