Son dönem Osmanlı ulemasının önde gelen isimlerindendir. Medrese eğitimini en üst seviyeye kadar tamamlandıktan sonra birçok görevde bulunmuş ve İstanbulda Fetva Eminliği de dahil, çok önemli mevkilerde hizmet vermiştir. O da çağdaşları gibi tarihimizin üç önemli devrini yaşamıştır. İlimdeki dirayeti, araştırma ve incelemeye önem vermesi, meselelere olan vukufiyetinden dolayı şeyhülislamlar gibi alaka ve ilgi görmüştür. Risale-i Nuru okuyup inceleme imkanı bulduktan sonra, her fırsatta takdirlerini dile getirmiştir. Yapılan haksız itirazlara karşı çıkmış ve Risalede ortaya konan meselelere tam destek vermiştir. Eline geçen risaleleri dikkatle incelemiş, İşaratül-İcaz için; Bu İşârâtü'l-İ'câz, bin tefsir kuvvetinde ve kıymetindedir şeklinde övgüde bulunmuştur.
Ali Rıza, 1861 yılında Muğlada doğdu. Eğitimine medresede başladı. Muğlanın Kurşunlu Camisi medresesinde müderrislik yapan Hacı Muhammed Zeki Efendiden ders aldı. Burada eğitimini tamamladıktan sonra mezun olup icazet (diploma) aldı. Mezun olduğu sırada 24 yaşında bulunmaktaydı.
Medreseden mezun olan Ali Rıza, Muğladan ayrılarak İstanbula geldi. Yüksek öğrenim düzeyinde eğitim veren İstanbul Fatih Camii medresesine devam etti ve buradan da mezun oldu. Burada müderris Mehmet Neşet Efendiden ders aldı. Mezuniyetini de bu hocanın elinden aldı.
Ali Rıza, memurluk hayatına Fetvahane İlamat Odasına girmekle başladı. Bu kurumun görevi, kadılar tarafından verilen kararları temyiz yoluyla incelemekti. Aynı yıl ilmi rütbesi de yükseltilerek medresede hocalık yapmaya başladı ve ders okuttu. Bir süre sonra medresedeki ilmi derecesi yükselince, daha üst seviyede ders vermeye ve müderrislik yapmaya devam etti.
1915 yılında Ali Rıza Efendi, Darül-Hilafetil-Aliyye Medresesi Hanefi Fıkhı Müderrisliğine tayin edildi. Darül-Hilafetil-Aliyye tabiri İstanbul için kullanılan tabirlerdendir. Osmanlı devrinde İstanbul yerine; İslâmbol, Dersaadet, Deraliye tabirleri kullanıldığı gibi Darül-Hilafetil-Aliyye tabiri de kullanılmıştır. Darül-Hilafetil-Aliyye Medresesi tabiri ise İstanbulun hilafetin merkezi olması hasebiyle, buradaki medreseleri diğerlerinden ayırt etmek maksadıyla kullanılan bir tabirdir.
Ali Rıza Efendi, yaklaşık bir yıl sonra en üst düzeyde eğitim veren Sahn Medresesinde görev yapmaya başladı. Müderrisliğine devam etti. Eylül 1917 tarihinde Süleymaniye Medresesi Medresetül-Mütehassinin kısmında ders vermeye başladı. Burada, alanında uzman olarak görev yapacak kimseler yetiştirilmekteydi. Ayrıca, kadı yetiştirmek amacıyla açılan ve bu maksatla eğitim veren Medretül-Kudatta da görev yapıp ders verdi.
Ali Rıza Efendi, 18 Ağustos 1916 yılında Fetva Emini oldu. Risale-i Nurda bu görevinden dolayı, kendisinden eski Fetva Emini Ali Rıza Efendi olarak söz edilmektedir (Kastamonu Lahikası, s. 149).
Fetva Eminliği, Kanuni Sultan Süleyman zamanında ihdas edilmiştir. Şeyhülislama bağlı olan bu kurumun şeri konularla ilgili meseleleri çözümlemek, fetvalar hazırlamak, dilekçe yolu ile sorulan soruları cevaplamak, şeri mahkemeler tarafından verilen kararları incelemek, görevleri arasında yer almaktaydı. Bu kurumun başındaki kişi Fetva Emini idi. Bu makama, en yüksek ilim sahibi olan ve memuriyetleri itibariyle unvanları uygun olanlar arasından seçilirdi. Fetva Eminleri arasından şeyhülislam olanlar da olmuştur.
Ali Rıza Efendi, Bediüzzaman Hazretlerinin üyeleri arasında yer aldığı Darül-Hikmet-i İslamiyede başvekillik görevinde bulundu. Bu göreve de 10 Ağustos 1918 tarihinde tayin edildi. Bu görevi başkan tayin edilinceye kadar sürdürdü. Osmanlının son zamanlarında kurulan ve bir İslam Akademisi mahiyetinde olan Darül-Hikmet-i İslamiye; İslam aleminde ortaya çıkan bir takım yeni dini meselelere ışık tutmak, özellikle de İslama yönelen hücum ve saldırılara karşı yayın yoluyla cevap vermek ve mukabelede bulunmak maksadıyla kuruldu.
Ali Rıza Efendinin atandığı önemli görev ve makamlardan bir tanesi de Huzur Dersleri Mukarrirliğidir. Bu göreve de Aralık 1918 yılında getirildi ve üç sene de bu görevi sürdürdü. Mukarrirler Ramazan aylarında padişahın huzurunda ders veren hocalardır. Bu göreve, medreselerde hocalık yapan müderrisler içinden çok değerli olanlar seçilirdi. Bu kişiler bir çeşit konferans verir, bu konferansı ve dersleri dinleyenler başta padişah olmak üzere şehzade ve bazı saray görevlileri bulunurdu. Bu dersler Ramazanın ilk gününden itibaren başlardı.
Muhtelif görevlerde bulunan Ali Rıza Efendi, çok önemli görevlere atandığı gibi üçüncü rütbeden Mecidi Nişanı ile de ödüllendirilmiş, ayrıca kendisine Anadolu Kazaskerliği makamı ve unvanı da verilmiştir.
Cumhuriyet döneminde de haytını sürdüren Ali Rıza Efendi, 1927 yılında emekli oldu. Bir ara tutuklanıp mahkum edildikten sonra ömrünün son zamanlarını Üsküdarda geçirdi. 31 Mart 1943 tarihinde vefat etti.
Ömrünü ilmi çalışmalara adayan Ali Rıza Efendi, Risale-i Nurun yayınlanması ve bazı Risalelerin eline geçmesinden sonra bunları inceleyerek görüşlerini açıkladı. Kendisi, son dönem Osmanlı ulemasının önde gelen isimlerinden biri ve çok müdakkik olması, şeyhülislamlar gibi alaka görmesi, fikirlerinin daha da dikkatle izlenmesine sebep olmaktaydı. Birinci Şua, İşarat-ı Kuraniyye ve Ayetül-Kübrâ Risalelerini inceledikten sonra;
Bediüzzaman, şu zamanda, din-i İslâma en büyük hizmet eylediğini ve eserlerinin tam doğru olduğunu ve böyle bir zamanda, mahrumiyet içinde, feragat-ı nefs edip, yani dünyayı terk edip böyle bir eser meydana getirmek hiç kimseye müyesser olmadığını ve her suretle şâyân-ı tebrik olduğunu ve Risale-i Nur, müceddid-i din olduğunu Hafız Emine beyan etti ve Cenab-ı Hak, onu muvaffak-un-bilhayr eylesin! (Kastamonu Lahikası, 1997, s. 149) şeklinde duada bulundu. Ayrıca, Bediüzzamanın sakal bırakmamasından dolayı bazı kimseler tarafından yapılan itirazlara ve eleştirilere karşılık olarak da; Bediüzzaman'ın dahi elbette bir içtihadı vardır. İtiraz edenler haksızdır demek suretiyle kendisini savunmuştur. Hoca Mustafa aracılığıyla da şunların iletilmesini talep etmiştir:
Bediüzzaman'a kemal-i hürmetle selâm ederim. Telifatınızın ikmaline hırz-ı can (yani, ruha nüsha olacak kadar kıymettar) ile dua etmekteyim. Bazı ulemâüssû'un tenkidine uğradığına müteessir olma. Zira 'Yemişli ağaç taşlanır.' kaziyesi meşhurdur. Mücahedatınıza devam buyurun. Cenab-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak âcilen murad ve matlubunuza muvaffakü'n bilhayr eylesin. (Kastamonu Lahikası, s. 150)
Ali Rıza Efendi, Risale-i Nurun neşriyatını takip ederek yakından ilgi gösterdi. Mucizat-ı Ahmediye risalesini okuduktan sonra da; Bu tarz-ı ifade ve ispat ve beyanı hiçbir kitapta bulmamışız. Bu şerait içinde böyle eserler hiç kimseye müyesser olmamış (Kastamonu Lahikası s. 182), demek suretiyle takdirlerini bildirdi. Bir çok kez kendisini ziyarete giden ve yakın çevresinde bulunanlara, Bu İşârâtü'l-İ'câz, bin tefsir kuvvetinde ve kıymetindedir demek suretiyle yemin etmekteydi. (Tarihçe-i Hayat, 1994, s. 94)
Bediüzzaman Hazretleri Denizli hapsinden evvel, Risale-i Nura birkaç cihetten hücumu hissettiğini söylemesinden kısa bir süre sonra, İstanbulda ihtiyar bir hoca bir risalenin bir meselesine itiraz etti. Bu itiraza karşılık Ali Rıza Efendi; o itiraza karşı çıkıp reddettiği gibi, Risale-i Nurun ortaya koyduğu hakikatlere tam destek verdi. (Tarihçe-i Hayat, s. 288).