Tevhid ve Barış

İnsanın yeryüzüne gönderilmesinde ve varlık âleminin yaratılmasında gözetilen temel maksadın sonsuz bir güzelliğin varlıklar şeklinde ifade edilmesi ve şuur boyutunda yansıtılması sırrı olduğu yine varlık ve şuur arası iletişimden anlaşılmaktadır. Bu anlamda ferdin ve ferdin de bir parçası olarak içinde var olduğunu algıladığı varlığın anlamlandırılması ve yine bu ikili bağlantının temel meyvesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu cümleden olarak tarihin farklı dönemlerinde farklı varlık algıları ve kimlik tanımları ortaya çıkmıştır.

İçinde bulunduğumuz dönem, bilginin hakim olduğu ve merkezi bir konumda tutulduğu varlık tanımından duyguların ve sezgilerin gittikçe daha önem kazandığı ve merkeze yerleştiği bir duruma ilerleme istidadı göstermektedir. Bu hal gelecek asırlarda dünya medeniyetinin Batıdan Doğuya kayacağı ya da Doğulu özelliklerin Batıya yansıyacağının bir işareti olarak kabul edilebilir. Bütün tartışmalarda ortaya çıkan sonuç pozitif bilimlerin ve varlığı sadece maddî boyutu ile algılayan yaklaşımların eski hükümranlığını ve tartışmasız hakimiyetini kaybetmesidir. İnsanlık artık daha kuşatıcı madde yanında mânâyı ihmal etmeyen bütüncül (holistik) varlık izahı arayışı içine girmiştir.

Tarihi boyunca insanlık, varlık âlemini ve kendi benliğini anlamak ve anlamlandırmak konumunda ve çevresindeki işleyişlerle iletişim halindedir. Varlık âlemi ile ilgili farklı zamanlarda ortaya konan farklı yaklaşımlar insan hayatı ile ilgi her şeyi ve tabiî olarak kendi canlılığı, hayatı ve sağlığı ile ilgili problemleri çok yakından etkilemektedir. Kendini algılama şekli varlığı algılama şeklini ve varlığı algılama şekli bedeni ile ilgili problemleri algılama şeklini etkileyecektir. On dokuzuncu yüzyılın ön planda tutulan felsefi yaklaşımları pozitivizm, determinizm, sekülerleşme gibi kavramların etrafında şekillenmiştir. Bu çerçevede algılan bir varlık âleminde bilim mutlak hükümranlığını kurmuş ve her şeyin şekillenmesindeki temel güç olarak algılanmıştır. Sanayi ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ve bilimin varlığa mutlak anlamda hükmedebileceği intibaını veren uygulamalar bilimin tahtını iyice sağlamlaştırmıştır. Artık varlık, maddî plana sınırlı ve analitik yaklaşım içinde parçalara ayrılmış ve her parçanın kendi iç bütünlüğü dışında parçalar arası bağlantının göz önüne alınmadığı bir tarzda algılanır olmuştur. Pozitivist düşüncenin bu güçlü gelişi daha önceki dönemlerin bilgi birikimini bir anda silip atıvermiş ve kendi tanımladığı varlık dünyasının tanımları ile uyuşmayan geçmiş dönemlere ait bilgileri değişik suçlamalarla reddetmiştir. Bilim o kadar kendinden emin ve analiz ederek parçalara ayırarak tanımladığı madde konusundaki bilgilere o kadar güvenmektedir ki, artık son noktaya geldiği düşünülmüştür. Bu güçlü rüzgâr yirminci yüzyılda da etkilerini belirgin şekilde hissettirmekle birlikte bu yüzyılın başlarından itibaren pozitivist bakışın ve bilimsellik adı altında maddî âleme ve laboratuvara sınırlı varlık anlayışının tahtı sarsılmaya başlamıştır. Fiziğin geldiği yeni noktada her an yeni bir değişimin gerçekleştiği, hiçbir şeyin kararlı ve bütünden bağımsız olamadığı bir varlık anlayışı atom içi âlemin keşfi ile maddî dünya anlayışını sarsmıştır. Parçaların bütünü meydana getirdiği düşüncesi yerini her bir parçanın ayrı bir bütün olduğu düşüncesine bırakmıştır. Her bütün, bütünlerin toplamı içinde yine onlarla da bütünleşerek yer almaktadır. Çok küçük zaman dilimlerinde çok hızlı değişimlerin yaşandığı, her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu ve bu irtibatın akıl almaz ölçülerde kısa zaman dilimleri içinde kurulduğu yeni varlık tablosu kaos, belirsizlikler şeklinde ifade edilen kavramları âlemimize taşımıştır. Artık varlığın bütünü sebep-sonuç ilişkileri kurularak geleceğin belirlendiği determinist yaklaşımdan çok uzaklaşmıştır. Bilimin kendine aşırı güvenen bir eda ile "olmaz" ya da "olur" şeklinde ortaya koyduğu hükümlerden pek çoğunun bir anlamı kalmamıştır. Bilinemezlikler, belirsizlikler, ihtimaller daha ön plana çıkmış ve yeni dönemin varlık algısı köklü değişikliklere uğramıştır.

Tam bu noktada varlığı ve hayatı maddî âlem ve madde ötesi âlemlerin birlikte ele alındığı bütüncül bakışı hakim kılacak ve ruhlardaki yaraları tedavi edecek yeni bir medeniyet gündeme gelmektedir. Bu medeniyetin temel ve kutsi kaynağı vahiy olmalı ve Kur'ân-ı Azim merkezli bütün semavî kitapları insanlığın ihtiyaçları ve zamanın gereği nazara alınarak pratik söylemlere dönüştürmelidir. Bu kutsî kaynakların ifadeleri içinde bulunulan şartların anlatım tarzlarına sinema, tiyatro, edebiyat gibi dönemin ifade tarzları içinde anlatımlar geliştirilmelidir. Böyle bir arayışın temelini oluşturacak medeniyet dili olma özelliği Risâle-i Nur'da gözlenmektedir. Belki yakın bir gelecekte, Risâle-i Nur dâvâsına gönül vermişlerin en önemli misyonu bu Külliyatın dilini ve ruhunu çok iyi hazmedip bütün insanlığı kuşatabilecek yeni bir medeniyet projesi şeklinde ortaya koymak olacaktır. Zaman ve şartlar âlemlerin Rabbi'nin bir ihsanı olarak bu vazifeyi onların üzerine yüklemiş gibidir. Bu ağır sorumluluğu yerine getirebilmenin temel şartı ihlâs ve bütün Nur dâvâsı mensuplarının beraberlik içinde bu projeyi hazırlamanın insanlık açısından ne derece önemli olduğunun farkına varmaları ve gereksiz kırgınlıkları ortadan kaldırıp yükün altına ellerini koymalarıdır.

Varlığın genel mesajı olan tevhid aynı zamanda Kur'ân'ın ve onu bu asrın insanlarına anlatma çabası içindeki Risâle-i Nur'un da genel mesajıdır. Bu anlam da Risâle-i Nur'u anlama ve anlatma çabası içindeki herkesin temel yaklaşımı tevhid ve bütünleşmek olmalıdır. Bu anlayış en dar daireden kâinatın geneline kadar uzanmalı ve varlığın her unsurunu zerrelerden yıldızlara kadar içine almalıdır. Bu aynı zamanda yaratılışın da temel gayelerinden en önemlisi olmalıdır. Tevhid anlayışının insan davranışına yansıyan şekli barış olmalıdır.