Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-6

"Çünkü, nihayetsiz, kuvvetinden fazla yükleri kaldırır ve buğday tanesi kadar bir çekirdeğin koca bir çam ağacı gibi bir yükü omuzuna alması gibi…"

Zerrelerin "Bismillah" demesini ya da öyle diyor olduklarını kabul etmenin temel gerekçesi,kendilerinden beklenen işlerden çok fazlasını yapmaları, hatta sonsuz kudret gerektirecek işler ortaya koymaları şeklindeizah edilmişti. Zerre her şeyin yapılmasında görev alır. Çok küçük zaman dilimlerinde, varlık ve yokluğu adeta üstüste, eşitlenmiş olduğu anlarda, yani sonsuz sayıda levhalarda görev alır. Çok küçük zaman dilimi dediğimizbirimlerle bir saniye bile sonsuza bölünebilir. Çünkü bahsedilen küçüklük ve birimler sıfıra çok yaklaşmaktabelki de sıfırlaşmakta. Her şeyin sıfıra bölümünün sonsuz olması herkesin bildiği bir matematik kaidesidir. Sıfırbirimlerle yapılan her şey sonsuz kudreti gerekli kılar. Kudret-i Ezeliye`ye nisbeten her şey, her birim sıfırdır.

Zerre ise, zaman ve mekanda sıfıra en yakın olan, katı anlamıyla varlığın adeta silindiği yerdir.Belki de bu yüzden parçaların birleşerek bütünü teşkil ettiği, damlaların göl olduğu, tedrici ve sürekli geçişlerinolduğu makro alemin, gördüğümüz alemin kuralları bu alemde geçerli değildir. Mesela, nötrino ile ilgili Dr. DraskoJovanoviç’in ilginç değerlendirmeleri arasında, bu partiküllerin yüksüz olmalarının tek enteresan yönleri olmadığı,aynı zamanda kütlesiz, boyutsuz olmalarının çok ilginç olduğu yer almaktadır. Fizikçiler, bu türden partiküllerinhiç bir boyutu olmadığını ifade için, "pointlike" (nokta gibi) terimini kullanılmaktadırlar. Nötrinolar, okadar kendi özelliklerini geri çekmiş, adeta yokluğa yakın hale gelmişlerdir ki, güneşteki nükleer reaksiyonlarsonucu çok sayıda üretilirler, çok fazla miktarda dünyaya sağnak sağnak gelirler; bitkiler, hayvanlar, insanlar ve bütündünyanın içinden en ufak bir zarar vermeden ve kendilerini hissettirmeden geçerler. Bu varlık ve yokluk arasıhallerindendir ki, sürekli bombardımanlarına maruz kaldığımız nötrinoları bizler hissetmeyiz.

CERN’de genel direktörlük yapmış olan Dr. Rubbia’nın da "Bizler günlük yaşantının çok uzağındakişeylerle uğraşıyoruz." şeklinde ifade ettiği gibi, Hilbert Uzayları, Belirsizlik Prensipleri, on bir boyuttauzaylar gibi, konunun uzmanı olan fizikçilerin bile anlamakta, kavramakta zorlandıkları pek çok hal, zerrelerin akılalmaz faaliyetlerinin bir tezahürüdür. Ya da bizim ölçülerimize uygun hale geldikten sonra gözlenmesidir. Bu alemdegerçek, gözlemciyle şekillenmekte, gözlemci ile gözlenenin net ayrımının yapılmadığı bir ortam gündemegelmektedir. Pek çok farklı evrenin var olduğu ifade edilmektedir. Bu tarz bir yaklaşım ise "şuurluluğu"kainatın merkezi, temel özelliği haline getirmektedir. Bu da modern fiziğin Doğu mistisizmini desteklediğini öne sürenlerinen temel dayanağıdır. Mistisizmden uzak bir teorik fizikçi olmasına rağmen Freman Dyson, bu manzaranın cazibesini şöyledile getirmektedir: "Aklın ve şuurun özelliklerini anlamadıkça Quantum mekaniğine, derinliğine nüfuz etmeniz mümkündeğildir." Bu yorumun önerdiği önemli bir yaklaşım, İngiliz fizikçi David Bohm`un, bilim adamlarının asırlardırmoda halinde yöneldikleri kainatı, ince analiz edilebilir parçalara ayırma arzusunun antidotu olarak ortaya koymasıdır.

"Wholeness and the Implicate Order" (Bütünlük ve İşaretleri Gözlenen Düzen) isimli kitabında:"Eğer, insanlar kainatı bağımsız parçalardan oluşmuş olarak düşünüyorlarsa" diyor, "bu, aklını yürütüpzihnin işleyişini oturtmaya meyilli olduğu zemin olacaktır." Ancak gözlemci ve gözlenen arasındaki bariyeri kaldırırsave her şeyi bütün içinde uyumlu ve harmonik bir şekilde ifade edebilirse—ki, bütünün tamamı bölünmez, parçalanmazve sınırsızdır—akıl da aynı yolda hareket edecektir.

CERN fizikçisi John Bell, bu durumu farklı bir şekilde ortaya koymaktadır: "Bilinen en temel gerçekşuurluluktur. ‘Düşünüyorum, öyleyse varım.’ Bazı yönlerden bilimin kuralları da bu gerçekle iş birliği içindeolmalıdır."

Zerrenin, bütün içindeki bu konumu, bulunduğu halin gereğini yerine getirmek için bütüne hakim olmayıgerekli kılmaktadır. Bediüzzaman’ın Sözler isimli eserinin Lemaat kısmında dediği gibi; "Kainatı elindetutamayan, zerreyi halk edemez. / Tesbih gibi nazm eyleyip kaldıracak arzımızı, şümüsu, nücumu, hasra gelmez.. / Şufezanın başına, hem sinesine takacak öyle kuvvetli ele bir kimse malik olmaz.. / Dünyada hiç bir şeyde dava-yı halk,iddia-yı icad edemez."

Yani, hesapsız, sonsuz yıldızlar, gezegenler sistemini ve dünyamızı tespih taneleri gibi yan yanadizebilecek, uzay boşluğunun içinde istediği gibi yerleştirebilecek kudrette bir ele sahip olmayan kimse, hiçbir şeydeyaratma dava edemez ve icad ettiğini iddia edemez. Bu, maddenin en küçük hali olarak kabul edilen zerre için de ve en önemsizgördüğümüz fiiller içinde geçerlidir.

Hal böyle iken Big Bang {Büyük Patlama) adı verilen ve kainatın başlangıçta nasıl oluştuğunu izahayönelik teoride, çoğunlukla kabul edilen bir "ilk atom"un ve diğerlerinin durumunu tekrar gözden geçirme,yeniden anlama ihtiyacı doğmaktadır. Bu atomun içinde var olan büyük enerjinin, patlama ile açığa çıkması sonucu,15 milyar yıldır genişleyen varlık alemini netice verdiği düşünülmektedir. Oysa, kainatta hesapsız varlık çeşidibazen genişleyip bazen küçülmekte, çekme-itme, büzülme-genişleme, uzama-kısalma gibi çok farklı işleyişlercereyan etmektedir. İşleyiş bir patlamanın neticesi ile ortaya çıkabilecek kadar basit ve tek yönlü değildir. Sayısıbelirsiz işleyişler, milyarlarca tür her an zuhura gelen farklı fiiller bir patlamanın ardından oluşan çok büyükbir enerji ve bunun yol açtığı genişlemeyle nasıl izah edilebilir! Kaldı ki, o ilk atomun, o derece büyük miktardaenerjiyi içine sıkıştırılmış vaziyette nasıl var olduğu da cevap verilmemiş ayrı bir sorudur.

Geçmiş ve hali hazırdaki tüm fiillerde, her türlü işleyişte sonsuz bir ilim, nihayetsiz bir kudret,hesaba gelmez bir servet ve akıl almaz incelikte bir vukufiyet lazımdır. Bütün bunlar bir zerrede olamayacağına göreAllah namına, O`nun izni ve kudreti ile hareket etmeyen bir zerrenin bildiğimiz şekli ile zerre olabilmesi, kendisi ile bağlantılıhalleri netice verebilmesi mümkün değildir. Bu da, herkesin bildiği ve anlamakta güçlük çekmeyeceği makro bir örnekleanlatılır. Makro alemde, buğday tanesi kadar bir çekirdeğin koca çam ağacını omzunda taşıyor olduğu izleniminiuyandıran bir hal gözlenmektedir. Oysa bir çekirdek büyüklüğünün ağacı taşıyacak güçte olabilmesi, makroalemin kuralları ile hiç uyuşmamaktadır. Şu durumda "ilk atom" denen zerrenin kainat gibi bir ağacı neticeverebilmesi hiç mümkün değildir. Üstelik her anda her bir zerre, bütün zerrelerin yerine geçebilecek potansiyeli göstermektedir.Kudret kaleminin ucu yaklaşımı ile baktığımızda bir zerre bütün kainatı ifade edebilmekteydi. Belki de ifadeediyor. Big Bang`ı belki yaşamadık, yaşamamızda çok mümkün gözükmüyor. Ancak her bir zerrede Big Bang potansiyeligözleniyor. Bütün kainatı netice verecek şevk, ızdırar ve istidat onda var gibi bir hal sergiliyor. Bu istidadızerreye vermek varlık meyvelerini ondan bilmek ne mümkün! Her bir zerrede ve "ilk atom"daki bu iştiyak, "BüyükPatlama" diye ifade edilen şevk, On Birinci Söz’de ifade edilen "Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal vekemalini görmek ve göstermek istemesi sırrı"ndan kaynaklanıyor olmalıdır. Bu yönüyle "ilk atom", herbir zerre ve bütün mahlukat aynı potansiyele sahiptir ve aynı noktada tevhit olurlar.