Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-36

"Üçüncü Nokta: Şu nokta, Birinci Noktanın âhirinde vaad olunan altıncı hikmet-i azîmeye bir işarettir. Şöyle ki: Yirmi Sekizinci Sözün İkinci Sualinin cevabındaki hâşiyede denilmişti ki: Tahavvülât-ı zerrâtın ve zîhayat cisimlerde zerrât harekâtının binler hikmetlerinden bir hikmeti dahi, zerreleri nurlandırmaktır ve âlem-i uhreviye binâsına lâyık zerreler olmak için, hayattar ve mânidar olmaktır. Güyâ cism-i hayvanî ve insanî, hattâ nebâtî, terbiye dersini almak için gelenlere bir misafirhâne, bir kışla, bir mektep hükmündedir ki, câmid zerreler ona girerler, nurlanırlar. Âdetâ bir tâlim ve tâlimâta mazhar olurlar, letâfet peydâ ederler. Birer vazifeyi görmekle, âlem-i bekàya ve bütün eczâsıyla hayattar olan dâr-ı âhirete zerrât olmak için liyâkat kesb ederler."

Birinci Noktada zerrelerin hareketlerindeki vazifeleri ve bu vazifelerin gerisindeki beş hikmet sıralandıktansonra "Üçüncü Noktada, altıncı uzun bir hikmet daha söylenecektir" denmişti. Bu vaadin gereği olarak altıncıve büyük anlamları olan bir hikmet de bu noktada ortaya konmaktadır. Bu hikmetin merkezi konumuna ise hayat oturmuştur.Hayat kavramı bir yönüyle bize çok yakın, diğer bir yönüyle çok uzaktır. Yakındır; çünkü yaşantımızın,arzularımızın, sevinçlerimizin, bedeni ihtiyaçlarımızın, üzüntülerimizin, kaygılarımızın belki insanlığımızınmerkezindedir. Uzaktır; çünkü hakkında çok az şey biliriz, tarif edemeyiz ya da algılayabildiğimiz varlık boyutundayani şehadet aleminde ve mülk boyutunda bir tarif getirme eğilimine gireriz. Oysa, ne mülk, hayatı ihata edecek kadargeniştir; ne de hayat mülke sığabilecek kadar teşahhusata mazhar, yani müşahhastır. Hareket, rızık, duygu ve düşüncelerinbedenle ifadesi ile bir müşahhaslık hali gözlense bile, tüm bunlar asli boyutunun, özünün yalnızca küçük bir parçası,numune ve gölgeleri olmalıdır. Hikmet aleminde, sınırlı idrak sahiplerine mutlak, yani her şeyi kuşatan ve her alandatezahürleri gözüken esmâyı ifade için bir kayıt, belirli bir sınır içinde ifade, her bir ismi içine aldığı düşünülenfarazi hatlar gereklidir. İşte bizim algıladığımız ağlamalar, gülmeler, kalp atışları, solunum sesleri, sevinçler,üzüntüler, hayaller, akıl, şuur, duygular, sezgiler gibi daha pek çok hayat emareleri, bu türden, hayatı sınırlıidraklere ifade eden farazi, itibari kayıtlar olmalıdır.

Her bir isim gibi Hayy da özde mutlak ve her yeri kuşatan, kayıtsız bir yapıdadır. Ama şuursahiplerinin idraki için hazırlanmış zeminimizde, mülk aleminde farklı boyutlarda perdelerle gölgelenmiş ve kayıtaltına girmiş gibi kuşatılabilir bir numunesi sunulan hayat; çiçekler, ağaçlar, sinekler, böcekler, balıklar,gergedanlar, filler gibi sayısız türde farklı boyutlar ile ve farklı isimlere mazhariyetle mutlak isimlerin belirli yönlerinigölgeleyerek itibari taayyünler şeklinde ortaya çıkarlar. Bütün isimlerin idraki, manevi boyutun algılanabilmesi için,hayat bir ışık gibidir. Bazı kısımları gölgelenerek kuşatılabilir hale gelen esmâ, hayatla gözükür. Bu yönüylehayat, merkezi bir konum kazanır ve esmâyı gözükür hale getiren bir nur, acz ve fakrın karanlıklarında isimleri aydınlatanbir ışık olur.

Ancak mülk boyutunun sınırlılık, kayıtlılık, teşahhusat gibi zaaflarından bütün isimler gibi Hayyda nasibini alacaktır. Her şeyi kuşatıcı özellikleri olan, şeffaf, latif, mücerred bir isim varlıkların sınırlılığındabir yönden gölgelenip bir yönden görülür hale gelecek itibari bir taayyüne mazhar olacaktır. Her ismi ve Hayy isminien az gölgeleyen, dolayısı ile en parlak şekilde yansıtan ise insan olmalıdır. Bu yüzden zerreler alemindeki tahavvüller,geçişler, dönüşler sanki hayatın merkezi olan insan etrafında gibidir. Zerre, Büyük Patlama ile camid olarak yola çıkıp,canlı varlıklar şeklinde hayat ve nihai olarak hayatın hayatı olan imana en üst düzeyde mazhar olan Hz. Muhammed(a.s.m.) olmuştur. Her zerre, sanki Büyük Patlamadan önce var olduğu düşünülen ilk zerre gibidir. Taşlardan,kayalardan topraklara, topraklardan bitkilere, bitkilerden canlı mahlukata ve hayatın merkezindeki insana doğru bir karmaşıkseyir, akıl almaz bir cevelan dışarıdan bakıldığında tahavvülat şeklinde gözlenir. Sanki, bütün işleyiş insanınhayata mazhariyeti ve bunun ardından gelişen duygular, sezgiler, sevgiler, aşkın güzellikler, sanatlar ve hepsininmeyvesiolan muhabbetullah içindir. Zerre ve hayat arasında ince bir sır olmalıdır. Hayat zerre ile görünür halegelirken, hayata mazhar olan zerre onunla nurlanır ve zerreyi gösteren de yine hayattır. Bu garip ilişkiler yumağı pekçok kesim tarafından hissedilmiş, meşhur fizikçi Erwin Schrödinger’in: "What is Life?" (Hayat Nedir) isimlieseri zerre ve hayat arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışan pek çok eserin en önemlilerinden olmuştur.

Yirmi Sekizinci Söz’ün İkinci Sual’inin cevabında; "Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkırâzave mevte mahkûmiyeti ise, vâridât ve masârifin muvâzenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar vâridât çoktur,ondan sonra masârif ziyâdeleşir; muvâzene kaybolur, o da ölür.

Âlem-i ebediyette ise zerrât-ı cisim sabit kalıp, terkib ve tahlile mâruz değil. Veyahut muvâzenesabit kalır; vâridât ile masârif muvâzenettedir, devr-i dâimî gibi, cism-i zîhayat, telezzüzât için, hayat-ı cismâniyetezgâhının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir." denilmektedir. Bu kısımda mevzu edilen Haşiye’de ise; "Şudünyada cism-i insanî ve hayvanî, zerrât için güyâ bir misafirhâne, bir kışla, bir mektep hükmündedir ki; câmidzerreler ona girerler, hayattar olan âlem-i bekàya zerrât olmak için liyâkat kesb ederler, çıkarlar. Âhirette ise [Asılhayata mazhar olan ise âhiret yurdudur. (Ankebût Sûresi: 64.)] sırrınca, nur-u hayat, orada âmmdır. Nurlanmak için oseyr ü sefere ve o tâlimât ve tâlime lüzum yoktur. Zerreler demirbaş olarak sabit kalabilirler." şeklinde muhteşembir izah yer alır.

Termodinamikte çok yaygın bir kavram olarak kullanılan entropi, varlık aleminin genelinde maksimum düzensizlikve minimum enerjiye doğru bir meyil olduğunun ifadesidir. Hayat ise bu bilimin ölçüler ile "entropiye karşıkayabilme gücü" şeklinde tanımlanır. Yirmi Sekizinci Söz’ün cevabındaki başlangıç kısmı da bu manayı işlermahiyettedir. Varlıkların yıkılıp bozulmaya, dağılmaya en az enerji ile karşı kayabilmesinin zemini olmalıdırhayat ve canlılık halinin devamı bir denge halidir. Bu denge yaş kemale erene kadar pozitif yönde, daha sonra negatif yöndeişler. Yani, girdi ve çıktılar sürekli bir denge hali sergilerken, bir dönem girdilerde dengeli artışla gelişme ve büyüme;bir dönem ise çıktılarda ve kayıplarda dengeli bir azalma ile canlılığın sonuna doğru gidildiği gözlenir. Bu,daha önce sözünü ettiğimiz hayatın kuşatıcılığı içinde mülk aleminin ölçülerinde ancak gölgelenerek görülebilirolmasından kaynaklanır. Bu kâr-zarar, girdi-çıktı dengeleri içinde hayatın belirli yönleri gizlenerek belirli yönlerigörünür hale gelir. Ahiret alemlerinde, asıl yurtta ise buna ihtiyaç kalmayacağının gerek şuur sahiplerininidrakindeki genişlemeden, gerekse mülk alemindeki imtihanı başarıyla vermiş zerrelerin esmâya mazhariyetle nurlanmalarındanizafilik, itibarilik, nisbilik gibi kavramlara ihtiyaç kalmayacağına pek çok işaret ortaya konmaktadır. Artık her şeykemal noktasını bulmuş, varlık çarkları içinde maruz kaldığı işlemler, ezilip sıkılmalar ile kışırattan sıyrılmışve bütün isimlerin gölgesiz aksine mazhar bir hal kazanmıştır. Her bir şeyde her isim en mükemmel sekli ile gözlenecektarzda yeni bir zemin hazırlanmıştır. Her şey gibi zerreler dahi mülk aleminde bir tür imtihan, terbiye ve nurlanmatalimi içinde olmalıdır. Bu talim gah toprakta gah çiçeklerde, gah suda, gah balıklarda, gah otlarda, gah koyunlardadevam eder. Talimin merkezinde, kumandanlık konumunda ise insan yer alıyor olmalıdır. Çünkü bu nurlanma hayatladır vehayatın merkezinde insan yer almaktadır. İnsana ve onun ruhuna ulaşan her şey bir anlam kazanır ve hayattar hale gelir.Zerreler, cansız varlıklardan canlı varlıkların faklı mertebelerinde talim görerek her türlü esmâya mazharolabilecek ve esmâyı gölgesiz gösterebilecek ve hayatın diğer sıfatlar ile eksiksiz, gölgesiz her tarafta yer aldığıbir ahiret yurduna hazırlık için nurlanırlar.

Varlığı nurlandıran; mülkün melekuta, cisimlerin manaya dönüşümü olmalıdır. Manaya dönüşümise ancak ruhta olabilir. Ruhun varlığı için hayat ve hayat mertebelerinin en üstünde ruh kemal noktasında tezahürüolan insani hayat gerekli gibidir. O halde zerrelerin bütün telaşı şuur sahiplerinin ruhlarında manaya dönüşmek vebu şekilde hayattar hale gelmek olmalıdır. Ancak bu mana iman ile harfileşmezse yani asliyetine, özüne dönmezse hayatzulmete dönüşür. Küfür kelimesindeki örtmek bu karanlıklaştırma ile anlamını buluyor olmalıdır. Hayat varlıkaleminde tezahür eden, taayyün eden bir kavramdır. Onu nurlandıran, hayatlandıran ise imandır. O halde ahiret yurdununzerreleri imanlı ruhlarda yansımış imanlı dakikalarda algılanmış ve nurlu anlarda manaya dönüşmüş olanlarolacaktır. Bu anlamda merkezi bir konumu olan insanın sorumluluğu yalnız bedeni ile sınırlı değil, ruhunda yansıyanalgıladığı bütün varlıklarla alakalıdır. İmansız geçen her an ruhunda yansıyan varlıklar ve onların zerreleriademe, hiçliğe ve yokluğa gidecektir. Ahiret yurdunu ise yalnızca canlılarda hayat bulmuş, şuur sahiplerinde iman ilenurlanmış zerreler teşkil edecek ve bunlar artık imtihanın iman ve küfür muvazenesinin olmadığı bir alemde sabit,kararlı, bütün isimlere en üst seviyede ve her an mazhar olacak şekilde, dolayısı ile her şeyi kuşatan hayat ortamındayer alacaklardır. Daha mülk aleminde iken, zerrelerin bir yönüyle rahat kuşatılır diğer yönü ile ele avuca sığmazhalleri bundan olmalıdır. Çünkü zerreler sınırsızlık içinde bir cismaniyete her an, her yerde ve her isme mazharolacak bir aleme namzettirler ve bu alemde oraya hazırlık için talim ve terbiye içindedirler.