Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-3

Tahavvülat-ı zerrat bahsinin girişi ya da önsözü diyebileceğimiz "Mukaddime"nin ilk cümlesişöyledir: "Tahavvülat-ı zerrat, Nakkaş-ı Ezeli’nin kalem-i kudreti, kitab-ı kainatta yazdığı ayat-ıtekviniyenin hengamındaki ihtizazatı ve cevelanıdır."

Sanki, daha ilk cümlede meselenin özü ortaya konmuş, bütün bölüm özetlenmiştir. "Nakkaş-ıEzeli" şeklinde ifade edilen öznede varlık ince ince, ilmek ilmek dokunan bir nakışlar topluluğu olarak ele alınmaktave aynı tamlama içinde bu nakışları işleyen Nakkaş’ın zaman ve mekandan münezzeh olduğu, yani dokumuş, dokuyor,dokuyacak olduğu ve bunu bütün zamanlarda yaptığı ifade edilmektedir. Hemen takip eden "kalem-i kudret"tamlamasıyla, bu nakışların, kudretin çizdiği şekiller, kudret kaleminin ucundan çıkan anlamlı kıvrımlar, hatlarolduğu ifade edilmektedir. Nakkaş ezelidir ve kalemi kudrettir.

Bu noktada dikkatimizi çekmesi gereken çok önemli bir husus ise "kalem" kelimesinin kullanılmasıdır.Kelime, özenle ve kasden seçilmiştir. Yalnızca edebi bir güzellik, ifade ahengi açısından seçilmiş değildir.Maksadı ifade eden en uygun kelime olduğu için tercih edilmiştir. Bunu anlayabilmemiz için şu an okuduğumuz satırlarınmatbaada basılması ve kalemle yazılması arasındaki farkı tahayyül etmeniz gerekecektir. Şu an okuduğunuz satırlardakiharfler ve kelimeler, yazarın kafasındaki manalara uygun şekilde dizilmiş ve daha önce hazırlanmış harflerle yan yanagelmesiyle ifade edilmiş, oluşturulan klişe ile bütün sayfalar kopyalama şeklinde basılmıştır. Manaların dışındaokuduğunuz sayfada yazara ait bir şey yoktur. Şimdi aynı sayfanın bir mektup olduğunu düşünelim; sayfanın bütünharfleri ve harflerin her noktası bizzat yazarın kaleminden çıkmış, o kalemin mürekkebi ile yazılmıştır. Yanisayfanın her özelliğinde hem manalarda hem de her harfin her noktasında bizzat yazarın fiilleri gözükmektedir.Kainatta, varlık aleminde de benzer bir hal olduğunu ve önümüze çıkan her varlık tablosunun matbaada basılmış birsayfa gibi değil, o an yazılan bir mektup gibi olduğunu ifade için "kalem" kelimesi seçilmiştir. Bu yönüylekainatın el yazması bir kitap gibi olduğu ve varlıkların her birinin Yaratıcı’yı ifade eden tekvini ayetler olduğu,"kitab-ı kainatta yazdığı ayat-ı tekviniye" terkibi ile ifade edilmektedir. Bu yaklaşımla kainat bir kitaptır;kevnler, yani her oluş, her varlık, en küçük değişim birer ayet gibidirler. Yani "Kudret"i ifade için,"Sani"i anlatmak için yazılmış kelimelerdir. Zerrelerin tahavvülü, kaynaşması, bir halden diğerine geçişiise bu ayetlerin yazıldığı andaki kaynaşma ve titreşme şeklinde ifade edilmektedir.

"Kitab-ı kainatta yazdığı" şeklindeki ifadenin arkasından gelen "hengamındaki"kelimesi, yazma fiilinin bulunduğumuz anda devam ettiğini ifade etmektedir. Yani, kitabın bildiğimiz kitaplardan farkı,bizzat yazarın kaleminden çakıyor olması ve her an yazılıp, yazıldığı anda okunuyor olasıdır. Mektup gibi kalemleyazılmakta, ancak mektuptan farklı olarak yazılıp bittikten sonra değil, yazılırken okunmaktadır. Daha önce yazılanlarınhafızalarda kayıt altına alınıp harflerin, kelimelerin, cümlelerin ve bütün kitabın sürekliliği sağlandıktansonra silinmektedir.

Kainat, varlık alemi gerçekten böyle bir kitap olabilir mi? Yoksa, bu anlatılanlar bir temsil ve anlamayıkolaylaştıracak misallerden mi ibarettir? Aynen bahsedildiği şekilde bir kainat ve varlık manzarası olmaması için hiçbirsebep yoktur. Bunu anlamak için bir an algılarımızın sınırlamalarından, şartlanmışlıklarımızdan sıyrılarakbakalım.

Mesela, sinemayı ele alalım. Sinemanın perdeye yansıtılmasındaki teknik mekanizmayı bilmeyen biri içinseyrettiği manzarayı perde içindeki insanlar sergiliyor şeklinde düşünmek, beklenen bir sonuç olabilir. Çünkü süreklilikve hareket için onun aleminde başka bir alternatif yoktur. Oysa, sinema teknolojisi bir hareketin insan algılarına görüntüşeklinde yansıtılabilmesi için gerek fotoğraf alımında, gerekse bu fotoğrafların perdeye yansıtılmasındakesintisiz sürekliliğin şart olmadığını ortaya koymuştur. Bir hareketi görüntülerken, saniyede, sesli filmde 24,sessiz filmde 16 fotoğraf karesi alırsanız ve bunu aynı hızda perdeye yansıtırsanız, göz, hareketi aynen yanındacereyan eden bir hareketin sürekliliği ile algılayacaktır. Şimdi bu işleyişi "kalem" kavramı ile düşünelim.Öyle bir ressam olsun ki, her bir karedeki fotoğrafı aynen resmedebilsin. Fotoğraftan hiç ayırt edilmeyecek kabiliyetleve kalemle tabloları çizecek olsun. Sinema perdesinin önünde ancak, gözükmeyen böyle bir ressam olduğunu tahayyüledelim. Bu ressamın çizdiği tabloların sinema gibi sürekli bir görüntü şeklinde izlenebilmesi için tek şart hızdır.Eğer ressam sinema perdesindeki her bir kareyi, her bir tabloyu saniyenin yirmi dörtte birinde çizebilse bir ressamınkaleminden çıkan sinemayı seyretme imkanımız olacaktır. Çizildiği anda seyredilebilse, çizgi filmler bu duruma güzelbir örnek teşkil edeceklerdir.

Peki kainatta aynı durum söz konusu olabilir mi? Kudret kaleminin ucunun, bir zerre çizdiğini düşünelim.Bu zerre olan nokta ile kudret kaleminin kainat tablosunu çizebilmesi için gereken, (genel olarak kabul edildiği gibikainatta 1080 adet atom varsa ve zerre (nokta) olarak bunları kabul edersek) saniyenin yirmi dörtte biri olanbir zaman diliminde, 1080 adet nokta koyabilecek hızda olmasıdır. Big Bang (Büyük Patlama) Teorisi ile ilgiliolarak "ilk atom"dan bahsedilmektedir. Bu atomun iç enerjisinin açığa çıktığı anın, Büyük Patlama olduğukabul edilmektedir. Bunu takip eden olaylar kronolojisinde 10-43 saniyeden öncesine ulaşılamamaktadır. Bilimintespit edebildiği hızda yani planck zamanı kadar bir sürede iş yapan, yapabilen kudret için bahsedilen sürede birzerre halk etmek yani bir nokta koymak zor olmamalıdır. Bu yaklaşımdan hareketle şu heyecan verici sonuca ulaşırız;bu hızla iş yapabilecek bir kudret için tek yada 1080 zerrenin yaratılması aynı şeydir. Belki de bizim 1080zerrenin bir araya gelmesiyle oluştuğunu düşündüğümüz varlık tabloları, tek zerrenin, çok süratle hareketindenhasıl olan bir görüntü de olabilir. Çünkü süratle hareket eden bir nokta hat şeklinde, hat, düzlem şeklinde ve düzlem,üç boyutlu şekiller tarzında gözükecektir. Zaman ve mekandan münezzeh bir kudret için bir veya milyarlarca, hesabagelmez miktardaki zerrenin yaratılması arasında fark olamadığı, bu bakış açısı ile daha net anlaşılır. Bu yönüylezerre, kesretin vahdete dönüştüğü, vahidiyetin içinde ehadiyetin gözlendiği noktadır. Bütünün ifade edildiği,her şeyin çizildiği kudret kaleminin ucu gibidir. Sayfaya aktarılan yazıyı gerisinden ve kalemin ucundan takip edenkonumda olduğumuzu bir an düşünelim. Kalemin hızla hareketi esnasında ucu pek çok noktalara dönüşecek ve biz bunoktaların hareketini titreşim, değişim, başkalaşım, bir durumdan diğerine geçiş gibi algılayacağız. Kainatkitabının yazılması esnasında, kudret kaleminin hızla hareketiyle ucu olan tek zerrenin sayısız zerrelere dönüşümündeyaşanan halin de benzer özellikler arz edeceğini düşünebiliriz. Belki de bilim adamlarının, fizikçilerin ilmiverilerle ulaştığı nokta, bu kudret kaleminin hareketini biraz hissedebilmek olmalıdır. Bu tek zerrenin, çok zerrelergibi algılanması esnasında yaşanan titreşimleri, başkalaşımları en güzel ifade eden kelimeler "ihtizazat"ve "cevelan"dır. Şevkli, gayretli, şuurlu bir geçiş, değişim, başkalaşım hali…

Şimdi geriye yaslanıp karşınıza baktığınızda Nakkaş-ı Ezeli’nin elini, kudret kaleminin ucu olanzerreyle o anda çizilen tabloyu görebiliyor musunuz? Kalemin zaman sahifesi üzerindeki hareketi esnasındaki cızırtılarınıhissedebiliyor musunuz? Cevabını evet ise zerrat alemindeki yolculuğumuzda birlikteyiz demektir.