Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-26

“İkinci Mebhas: Zerrâtın harekâtındaki vazifelere, hikmetlere küçük bir işarettir.

Evet, akılları gözlerine sukut etmiş maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet esasına istinat eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerrâtı bütün düsturlarına üssü’l-esas tutup, masnuât-ı İlâhiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz hikmetlerle müzeyyen masnuâtı hikmetsiz, mânâsız, karma karışık bir şeye isnad etmeleri ne kadar hilâf-ı akıl olduğunu zerre miktar şuuru bulunan bilir. "Şimdi, Kur’ân-ı Hakîm’in hikmeti nokta-i nazarında, tahavvülât-ı zerrâtın pek çok gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır; gibi çok âyetlerle hikmetlerine ve vazifelerine işaret eder. numûne olarak birkaçına işaret ediyoruz.”

İnsanlık tarihi boyunca, bir dönem toprak, hava, su, ateş gibi unsurların, bir dönem yüz on civarındakielementin maddenin temel yapı taşı olarak kabul edildiğini ifade etmiştik. Günümüze yakın tarihlerde atom kavramıkuvvetlenmiş ve maddenin temel yapı taşı olarak kabul edilmişti. Oysa ilerleyen zaman, atomun bir yapı taşı olmaklabirlikte temel yani bölünmez nihai yapı taşı olmadığını, tek başına bir yapı olduğunu ortaya koydu. Çekirdek veelektronlardan oluştuğu düşünülen atomun bunlardan çok fazla sayıda temel unsurdan oluştuğu ortaya kondu. Mesela,1960’lı yıllarda proton ve nötronun kendilerinden daha ufak parçacıklardan meydana geldiği önce genç bir fizik öğrencisiZweig tarafından öne sürüldü. Bu tez Amerikalı bilim adamları tarafından gülünç bulundu ancak aynı iddia,Zwein’dan bağımsız olarak aynı yıl tanınmış Amerikalı fizikçi Gell-Mann tarafından yayınlanmış ve kabul görmüştür.(Yalçın İnan, Kozmos’tan Kuatum’a, s. 96.) Gell-Mann bu ufak parçacıklara "kuark" adını vermiş ve 1968’deCenevre’deki CERN hızlandırıcısında yapılan bir deneyle bu parçacıkların varlığı ispatlanmıştır. Yalçın İnankitabının 119. sayfasında şu cümlelere yer vermektedir: "Evrendeki bütün maddeler, en temel parçacıklar olan 12parçacığın birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu 12 tane parçacığın 6’sı kuark 6’sı ise lepton parçacıklarıdır.Doğadaki her şey, kuark ve leptonların birleşmesinden şekillenmiştir."

Maddenin temelleri ile ilgili bu ifadeler elektron mikroskopları, hızlandırıcılar gibi imkanlarla genişleyenalgı alanında ulaşılan nihai noktayı ifade etmektedir. İnsanoğlunun algı alanının nereye kadar genişleyeceği ve obakışla maddelerin en temel yapı taşının ne kadar küçüleceği ise bilinmemektedir.

Zerre, kudret kaleminin ucu şeklinde tarif edildiğinde ister hava veya su, ister sodyum veya potasyum,ister atom, isterseniz lepton veya kuark şeklinde algılayın, neticede yazan kalemin ucunun kalınlığı ile ilgili bir değişikliksöz konusu olacaktır. Özde ya da ifade ettiği manada bir faklılık olmayacaktır. Bir dönem hava kalınlığında algılanankudret kaleminin ucu, şu an kuark inceliğinde algılanmaktadır. Göz, tüm algıları temsil eden bir organ gibidir. Bunateknik imkanlarla geliştirdiğimiz her tür algıyı da dahil edebiliriz. Belki de bu yüzden tecrübi yollarla elde edilentüm bilgiler "göz"lem adını almaktadır. İşte bütün genişliği ile bu gözlem alanları içinde yapılanvarlık tarifleri maddenin, kainatın asıl mahiyetini ifade ve idrake yeterli olmamaktadır. Varlığı bu alana hapsedip,yalnızca bu alan içinde anlamlandırmaya çalışanlar "akılları gözlerine sukut etmiş maddiyyunlar" şeklindeifade edilmektedir. Yalnızca maddi alanda ve o alanın hükümleri ile şekillenmiş bir akılla varlığa yüklenenanlamlar, algıların darlığıyla sınırlı kalmaya mahkumdur. Bu alandaki "Nasıl?" özellikle de "Niçin?"sorularının cevapları maddenin işleyişindeki iç mekanizmalarla anlaşılmaya çalışılmakta, aynı maddenin irtibatlıolduğu melekût ya da mana boyutu gözardı edilmektedir. Oysa maddenin asıl anlamı bu bağlantıdan, yani harfiliğindenortaya çıkmaktadır. Bunun dışındaki "Nasıl" ve "Niçin"in cevapları bir hikmet olarak ortayakonsa da asli yönü ile hikmetsizliktir, abesiyettir. Maddiyunların felsefeleri abesiyet esasına dayanmaktadır. Dolayısıise kavram haritasındaki manalar hikmetsizlik ve abesiyet üzerine şekillenmiş olmalıdır. Madde bu zaviyeden algılandığındaözellikleri kendinden kaynaklanan, dayanıksız, sahipsiz, bağlantısız bir hal sergilemektedir. Bu yaklaşım kendi daralgı dünyasının hükümlerine ve sözde hikmetlerine uyduramadığı, yani aklına sığıştıramadığı halleri normaldışı olarak görmekte, hatta haddini çok aşarak anlamsız, karışık, tesadüfi gibi kavramlarla ifade etmektedir. Bubakışın nazarında zerrelerin tahavvülü de tesadüfidir. Bu dar alanın düzen tarifine uymadığı için karışık, düzensizolduğu kabul edilmektedir.

Bu noktada Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümünden Cihan SAÇLIOĞLU’nun Bilim ve Teknik Dergisinin Ekim2000 sayısında "Felsefe’nin Kuantum Mekaniksel Temelleri" isimli makalesinde "Makroskobik Gündelik Dünyave Kuantum Alan Kuramı" başlıklı kısım ilgi çekicidir: "Temel fikirlerimizi kısaca tekrarlayalım ve özetleyelim.Maroskobik gündelik hayatta, kuantum kuramının ünlü paradoksları ile karşılaşmamızın (laboratuarda özel olarakhazırlanmış makroskobik sayıda temel parçacığın koherent şekilde davranmaya zorlandığı özel sistemler dışında)nedeni yalnızca planck sabitinin bu ölçekte çok düşük olması değil, çok sayıdaki temel parçacığın dalgafonksiyonlarının birbirlerine göre gelişi güzel fazları dolayısı ile net girişim yapamaması. Bu yüzden günlükmakroskobik ölçekte gördüklerimizi açıklamak için klasik fiziğin yeterli olduğu savı tam yanlış demesek de önemlioranda yanıltıcı.

"Tüm kedilerin birbirine benzemesinden, sayı kavramının kaynağına, oradan da bardağa sudoldururken düzeyinin neden yükseldiğine kadar birçok kanıksadığımız olay ve düşüncenin kökeninde kuantum alankuramının, onun da kökeninde Poincare grubuyla ifade edilen uzay-zaman simetrilerinin bulunduğunu açıklamaya çalıştık.Bozon sınıfından fotonlar aynı durumda bir arada bulunabildikleri için makroskobik klasik elektromanyetik dalgalarımeydana getirebiliyorlar, elektron gibi fermiyonlarsa birbirlerini dışlayıp iterek katı ve sıvı yoğun maddeyi oluşturuyorlar.Boşluk deyip geçtiğimiz ortamsa gördüğümüz gibi Descartes’dan beri bir doldu, bir boşaldı. Son görüntüsündesanal parçacıklar kaynaştığını anlattık; fakat boşluk hakkında burada değinemediğimiz daha söylenecek çok şeyvar. Aslında beynimizin işleyişinde temel bir rol oynayan potasyum, sodyum ve klor iyonları alış-verişi de son çözümlemedetamamen kuantum alan kuramına indirgenebileceği için, düşüncelerimizin hepsi de kuantum alan kuramının özelliklerindenkaynaklanıyor diyebiliriz. Fakat burada felsefenin en derin problemlerinden olan zihin ve madde ilişkisine fazla yaklaştığımıziçin haddimizi bilip duralım. Hiç değilse tüm insan beyinleri aynı kimyasal maddelerden yapıldığına ve aynıkimyasal süreçlerde işlediklerine göre farklı insanların kavramlarının yakınlığının da temelinde kuantum alankuramının bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu görüşlere ille de bir isim takmak gerekirse belki ‘kuantum materyalizm’ uygunolabilir."

"Makroskobik Gündelik Dünya"nın temellerini izah için "Bozon sınıfından fotonlar, aynıdurumda birarada bulunabildikleri için makroskobik klasik eletromanyetik dalgaları meydana getirebiliyorlar…" cümlesiniele alalım. Öncelikle, bozan sınıfından fotonların aynı durumda birarada bulunabilmeleri bizim gözlemlerimizin sonucuolan bir hükümdür. Olayların gözlemlenmesi sonucu ortaya konan bir hüküm, tekrar aynı olayın sebebi olarak ortayakonmaktadır. En detaylanmış şekliyle, bozon, fermiyon veya elektron düzeyinde de olsa gözlemlerde bir sınırlılıkhep mevcut olacaktır. Aslın, mutlak hakikatin yalnızca gözlemle elde edilebilmesine bu arayışta olanların yaniinsanların özellikleri müsait gözükmemektedir. Hal böyle olunca -yukarıdaki örnekte olduğu gibi- varlığın kendi içindedar bir alanda bağlantılar kurulup, bunun üzerine varlık anlayışı bina edilince harfiliği, gerçek anlamı ve konumukaybolmakta; harfin yazılış şekli, mürekkebin özellikleri çok detaylı olarak keşfedilse bile bunun bir harf olduğuve kendisinden öte bir mana ifade ettiği görülememektedir. Aynı makalenin devamındaki şu cümleler de bu türden birörnek olarak algılanabilir: "Bugün doğadaki dört etkileşimden üçünün kuantum alan kuramını biliyor ve kullanıyoruz.Bu üç kuram çekirdeğin binde biri ölçeğindeki mesafelere kadar deneyle uyuşuyor ve gördüğümüz gibi çevremizde gözlemlediğimizolguların çok büyük kısmını açıklamakta temel bir rol oynuyor. Henüz kuantum kuramı kurulamamış olan kütleçekim,çekirdeğin yüz milyar kere milyar daha altında bir ölçeğe işaret ediyor. Ve burada bildiğimiz kuantum alan kuramıçerçevesinin yeterli olmayacağı şimdiden anlaşılıyor. İleride sicim kuramının ya da bunu (nasıl kurulacağı tambelli olmayan) M-kuramı adlı bir genellemesinin bu ölçekte geçerli olacağı, şimdiki başarılı alan kuramlarımızınise bu nihai kuramın bir alçak enerji yaklaştırımı olacağı düşünülüyor."

Yaratıcısı, Sanatkarı ile bağlantısı kopuk şekilde anlaşılmaya çalışan bir varlıklar aleminde eşyamakro boyutu ile güzelliklerin, intizamın, hikmetli işleyişlerin zemini şeklinde gözleniyor. Oysa mikro boyuta inildiğindeyani alem zerrelerden müteşekkil şekliyle gözlendiğinde bizim intizam anlayışımıza uymayan, bizim kavram haritamızdakikarışıklıklara, anlamsızlıklara, hikmetsizliklere denk gelen bir işleyiş gözleniyor. Makro alemde gördüğümüzrengarenk çiçekler, pırlantalar gibi gökyüzünü intizamla süsleyen yıldızlar, mükemmel, aksaksız işleyişi ilealem bu kararsız, düzensiz, kaos görünümü arzeden zerreler üzerinde, onlarla bina edilmiş izlenimi veriyor. Belki deEinstein’ı "Tanrı zar atmaz" cümlesi ile kuantum kuramından uzaklaştıran bu hal idi.

Bu durumda iki seçenek var: Ya varlığı kendi içinde anlamlandırmaya çalışıp bizim akli ölçülerimizeve mülkten edindiğimiz izlenimlere uymadığı için tesadüfi, ihtimaller üzerinde yürüyen, karışık olarak adlandırdığımızbir temel üzerinde, onunla bağdaştırmakta büyük sıkıntılar yaşadığımız bir makro alemi kabul edeceğiz. Süreklibu çelişkilerin yine akli ölçülerimizle ortadan kaldırılması mücadelesi vereceğiz ve bu noktada ulaştığımızhep lokal, sınırlı ve değişime maruz olacak. Ya da makro ve mikro alemin aynı Sani’in ürünü olduğunu, makroalemdeki üslubunun mikro alemden farklı olduğunu, mikro alemdeki ifadelerinin bir yönüyle daha "soyut" olduğunu,oradaki belirsizlik içinde bir belirliliğin, kaos içinde bir intizamın ifade edildiğini kabul edeceğiz. Düzen,intizam, nizam güzellik gibi tariflerin tamamen Yaratıcı tarafından ifade edildiğini ve varlığın O’nunla bağlantısındankaynaklandığını kabul edeceğiz. Kaosu düzen yapan ve kaostan düzen halk eden bir Sani-i Zülcelal’in tekvini hitaplarınamuhatap olmanın hazzını bozonda, fermionda, elektronda, çiçeklerde, yıldızlarda ve galaksilerde yaşayacağız. Yani,her şey gibi zerrelerin de kendi ortamlarında hususi alemlerinde "pek çok gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri"olduğunu idrak edeceğiz. "Hiçbir şey yoktur ki, onu övüp, onu tesbih etmesin." (İsra Suresi; 44) mealindekiKur’anî hitabı iliklerimize, zerrelerimize kadar hissetmenin doyumsuz tadını ve daha dünyada iken cennet lezzetlerinihissetmenin ayrıcalığını yaşayacağız.