"Tahavvülat-ı zerrata dair" ibaresi ile başlayan İkinci Maksad’ın takip eden cümlesi; "Şuayetin hazinesinden bir zerreye işaret edecektir." şeklinde devam etmekte ve bunu Sebe’ Suresi’nin üçüncü ayetitakip etmektedir. Bu ayetin meali şöyledir: "İnkar edenler ‘kıyamet başımıza gelmez’ derler. Sen de ki, evet gaybıbilen Rabbime yemin olsun ki, başınıza gelecektir. Ne göklerde ne de yerde zerre kadar bir şey ondan uzak kalamaz;bundan küçük veya büyük ne varsa her şey apaçık bir kitapta yazılmıştır." Sanki Otuzuncu Söz bu ayetinkurgusuna benzer bir yol takip etmektedir.
İnsanın en zayıf noktası olan benlik, kendinde güç olduğu vehmiyle, Yaratıcısına isyan etmeyi; ben,eşya ve tabiata güç vermeyi, bunları ezelileştirip ölümsüzleştirmeyi arzulamaktadır. İnkar edenlerin "kıyametbaşımıza gelmez" cümlesi belki bu açıdan önem kazanmaktadır. Zerrenin idraki ile ve Kadir-i Külli Şey’in,Alim-i Külli Şey’in her şeye nüfuzunun ortaya konması, insanda ben’i, kainatta tabiatı tar u mar etmektedir. Otuzuncu Sözde bu manaya uygun olarak, "Ene" ve "Zerre" sıralaması ile yazılmıştır. Gerçekten benliği güçlendirmek,Yaratıcıya isyan etmek, maddeyi güçlendirmek gayreti üzerinden yürütülegelmiştir. Determinizm, Pozitivizm, Darwinizmgibi akımlar, bu gayretin ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. Maddeye, onun ezeli olabileceği fikrine en büyükdarbe ise zerre ve onunla ilgili araştırmalar tarafından vurulmuştur. Bilimin, Pozitivizmin hükümranlığı 1900’lerdegelişmeye başlayan ve maddenin en küçük yapı taşını bulmaya yönelik gayretlerin cereyan ettiği Quantum Fiziği,Quantum Mekaniği gibi yeni gelişmelerle sona ermiştir. Bu alandaki gelişmeler, maddenin ezeli ve katı olmadığını pekçok fizikçinin ifadesi ile varlığın adeta ensiz, boysuz, ağırlıksız, hayali varlıklar üzerinde inşa edildiğiniortaya koymaktadır.
Bu açıdan bakıldığında Sebe Suresinin varlık ve Yaratıcı arasındaki bağlantıyı idrak ettirmekyolundaki çarpıcı ifadeleri daha net anlaşılır. Surenin özellikle ilk üç ayeti, Yaratıcı Kudret’in kainatın, varlıkaleminin en derununa nüfuzunu ortaya koyan ifadelerle bezenmiştir. Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın, Hak Dini, Kur’an Diliisimli tefsirinde bu surenin Kur’an’da hamd ile başlayan beş sureden biri olduğu ifade edilmektedir. Daha sonra Razi’ninbu durumun sebebini ortaya koymaya yönelik şu cümlelerine yer verilir: "Bunun hikmeti şudur; Allah Tealanınnimetleri pek çok ve bizim saymaya gücümüz olmamakla beraber, esas itibariyle iki kısımdır. Birisi icad nimeti, biriside ibka (devamlı, sürekli kılma) nimetidir. Çünkü Allah Teala bizi evvela rahmetiyle yaratmış ve bizim içindurabileceğimiz şeyler de yaratmıştır. Bu nimet bir de yeniden iade edilecektir."
Razi’nin bu ifadeleri Bediüzzaman’da ibda ve inşa şeklini almış, zerreler ile izah edilen alemin anlıkyaratılması ve sürekliliği bu kavramlarla ortaya konmuştur. Haşir ise yine bu zerreler aleminin çizdiği tablonunbekaya mazhariyetini izah eden Risale-i Nur’un dört temel esasından biridir. Bütün bunlar nimetlerin, rızkın, yaşadığımızher türlü güzelliğin esasını teşkil etmektedir. Surenin birinci ayeti, "Hamd göklerde ne var, yerde ne varsahepsi kendisinin olan Allah’adır. Ahirette de hamd onundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır."şeklindeki ifadeleri ile kudret ile Kainat arasındaki ilişkiyi ortaya koyarken, bağlantıların direk ona olduğunu, aracı,yardımcı olmadığını ifade etmektedir. En küçükten en büyüğe, aklımıza ne geliyorsa ve aklımız onundur. Takipeden ayet de bu manayı pekiştirmektedir: "Yere ne giriyor ve ondan ne çıkıyor, gökten ne iniyor ve ona ne çıkıyorsahepsini bilir. Hem o esirgeyen ve bağışlayandır." Bu ayetteki "yer" ya da "arz" kavramı, bir yönüile de genel anlamda mülk alemini ifade ediyor olmalıdır. Bu aleme giren çıkandan İlahi Kudret’in haberdar olması,sadece gözümüze hitap eden duygularımızla algıladığımız varlıklar boyutuyla değil, algılarımızın dışındaolan boyutuyla da ele alındığında çok çarpıcı bir manzara karşımıza çıkmaktadır. Saniyeden milyarlarca kez dahaküçük zaman dilimlerinde mülk boyutuna gelip sonra kaybolan atom içi partiküllerden de Alim-i Külli Şey’in haberdarolduğunu ifade etmektedir. Surenin üçüncü ayetindeki iki kelime, bu manaları tamamlayıcı mahiyettedir. "Zerremiskal" ve "Kitab-ı Mübin" kavramları Tahavvülat-ı Zerrat’ın kurgusunda ön plana çıkmakta ve zerreleralemiyle teşkil edilen alemin anlaşılabilmesinde temel kavramlar olarak sunulmaktadır.
Her şeyden haberdar olmak manasını Elmalılı şöyle açıklamaktadır: "Öyle her şeyden haberdardırki, bilir. Yeryüzüne ne giriyor, yeryüzünün içine çevresinden ne sokuluyor, mesela neler yağıyor, neler gömülüyor,neler ekiliyor, neler sulanıyor ve ne ondan çıkıyor. Ne huruc ediyor. Hayvanlardan, bitkilerden, madenlerden, buhardan,ısıdan, kokudan, soğuktan ve saireden neler içinden dışına çıkıyor ve göklerden ne iniyor. Mesela yağmurdan,kardan, şimşekten, yıldırımdan, taştan, kıvılcımdan, ışıktan, ısıdan ve diğer maddi ve manevi kuvvetlerden vemeleklerden yeryüzüne neler iniyor. Ve ona ne çıkıp yükseliyor. Mesela ne buharlar, ne gazlar, ne gibi maddeler,kuvvetler, melekler, ruhlar, dualar, hamiller, akisler göğe yükselip çıkıyor. Kısacası hem yerin, hem göğün karşılıklıolarak gelir ve gider bütçelerini sadece bütün müfredatıyla değil, bütün gerçekliğiyle de tamamen bilir vehepsinin önünü, sonunu o şekilde, idare eder." Aslında bu ifadeler her şeyi ve her anı ile yaşadığımız alemmanzarasını ortaya koymaya yöneliktir. Bildiğimiz ve bilmediğimiz, algılarımıza ulaşan ve ulaşmayan her şey.
Aynı manayı Ömer Nasuhi Bilmen şöyle ifade etmektedir: "O Halık-ı Azim, bütün şuunatı, kainatıtamamen bilmektedir. (Her ne giriyor)sa ne gibi yağmurlar yağarak yere nüfuz ediyorsa, ne gibi mallar, ölüler topraklaraltında bulunuyorsa (ve ondan ne çıkıyor)sa yer altından ne gibi sular, madenler, nebatlar, hayvanlar zuhura geliyorsane gibi asar-ı tarihiye keşfedilerek harice çıkarılmış oluyorsa onların cümlesi o Halık-ı Kainat Hazretlerincemalumdur. (Ve gökten ne iniyor)sa melekler gibi, semavi kitaplar gibi, saikalar gibi neler yeryüzüne nazil oluyorsa (veonda ne yükseliyorsa) melekler gibi, temiz sözler gibi, salih ameller gibi, neler o semalara ıttıla ediyorsa (hepsini de)o Halık-ı Azimüşşan (bilir) hiç biri onun ihata-i ilminden hariç bulunamaz."
Sebe’ Suresinin üçüncü ayetinde ise bu ilmi ihatanın, her şeyi kuşatan ilmin temelde başlangıçyerinin zerre olduğu "miskal-i zerre" yani "zerre miktarı" tabiri ile ortaya konmuştur. Yani zerre birbirim, ölçü, vahid-i kıyasidir. Bu yönüyle zerre insanın bütünlüğü içinde eneye benzer. Küçüklük yönündenson noktadır. Bu küçüklüklerin hepsini toplayan bütün ise "Kitab-ı Mübin" olarak ifade edilmektedir. Budurum Bilmen’in tefsirinde "O Halık-ı Kainatın ilminden, onun yed-i kudretinden (ne göklerde ne de yerde zerremiktarı) bir karıncadan daha küçük bir şey (ve daha büyük bir şey uzaklaşamaz) kaçıp gaip olamaz. (Hepsi) bütünmaziye, hale ve istikbale ait hadiseler (ancak apaçık gösteren) her şeye ait malumatı, tafsilatı muhtevi bulunan (birkitapta) levh-i mahfuzda muharrer, mahfuz bulunmaktadır. İşte kıyamete ait tafsilat da o kitab-ı hakayık beyanda tespitedilmiştir."
Elmalılı Hamdi Yazır’da ise üçüncü ayette geçen "ve Rabbi"deki "vav"ın, yeminifade ettiği anlatıldıktan sonra, kainat manzarası, benzer tarzda ortaya konmaktadır. "-ve Rabbi- yemin ‘vav’ıdır.-Alimü’l gayb- Rabbi’nin sıfatıdır. Taberinin benzettiğine göre, gaybdan murad, halkın henüz vakıf olmadığı,bilmediği mümkinattır. (Mümkün olan imkan dahilinde olan şeyler) ki, gerek hiç varlık sahasına çıkmamış olsun,gerekçe varlık sahasına çıkmış ama henüz kimse ondan haberdar olmamış olsun. Burada bu vasıfla vasıflandırmak,iki nükte ifade eder:
"Birisi, geleceği haber verilen saatin ne vakit geleceğini yalnız O’nun bildiğini anlatır. Biriside, dağılmış parçaların toplanmasını akıldan uzak görerek, onu inkar edenlere cevap noktasını gösterir. Bunun eşive benzeri Kaf Suresindedir. "Doğrusu biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımızda (bütün bunları)saklayıp koruyan bir kitap vardır." (Kaf, 4) Yani ilmi böyle olan, her şeyden haberdar, hüküm ve hikmet sahibiolan Allah’a o nasıl imkansız olur? Ne göklerde, ne de yerde zerre miskali, yani en küçük karınca miktarı, ufak birmikrop veya molekül O’ndan uzak kalmaz, ilminden kaçmaz.
Ve ne ondan, o zerre ağırlığından daha küçüğü atom, elektron, bölünmez bir parça derecesinde enküçüğü ne de daha büyüğü -tamamına varıncaya kadar hiçbiri- O’nun bilgisi dışında olmaz. Hepsi, huzurunda apaçıkbir kitaptadır." Müfessirlerin çoğu, burada Kitab-ı Mübini, Levh-i Mahfuz diye tefsir etmişlerdir. Fakat, bunun"… yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır"da (En’am 59) olduğu gibi doğrudandoğruya, Allah’ın ilmini tasvir ettiğinin olması daha açıktır. Yani, görüneni ve görünmeyeniyle bütün kainat,Allah’ın huzurunda apaçık bir kitap gibi açıktır. Bilinmekte ve kontrol altında tutulmaktadır.
Bu manaları, Otuzuncu Söz’ün İkinci Maksad’ına başlarken Sebe’ Suresi’nin üçüncü ayetini takipeden: "Şu ayetin pek büyük hazinesinden bir miskal zerre miktarında, yani zerre sandukçasında olan cevheri gösterirve zerrenin hareket ve vazifesinden bir nebze bahseder" cümlesi bir anlamda özetlemektedir. "Bir miskalzerre", bir yönüyle küçüklüğün son noktası olarak ifade edilirken, diğer yönüyle "sandukça"olarak ele alınmakta yani en küçük yapı taşının da ayrı bir alem içinde pek çok farklı özellikler ve güzelliklerbulunduran ayrı bir dünya, farklı cevherlerin sandukçası olduğu ifade edilmektedir. Bu manayı, maddenin temel yapı taşınıbulmak arzusuyla yola çıkan Quantum fizikçilerinin yaşadıkları, atomu keşfe çalışırken "atom içialem"le karşılaşmaları da teyid etmiştir. Maddenin parçalara ayrılarak incelenmesi sonucu, temel yapı taşınındahi olmadığı en küçük yapı taşının gerisinde elle tutulup gözle görülmeyen elektromanyetik dalga türü işleyişlerolduğu tarzında ifadeler hiç de az değildir. Görünen o ki, en temel yapı taşı olarak kabul edilen zerre de bütünesmayı içine alan bir sandukça gibidir ve bütün alemin, varlıkların, kainatın tevhid noktasıdır. Her şeyin bir şeydeifade edildiği kelime veya işarettir. Cümle, "şu Maksad, bir Mukaddime ile üç Noktadan ibarettir" ibaresi ilebitmektedir.