Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-13

"Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirisinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar."

Bu köşede daha önce yayınlanan bir yazıda ortaya konduğu gibi, tarih boyunca insanlık, eşyada yanivarlıklarda "görünenin" ötesinde bazı özellikler aramışlardır. Pisagor’da "sayılar", Platon’da"idealar", Aristoteles’te "energiea"… hep öze dönük arayışları ifade eden kelimelerdir ve Kur’anterminolojisindeki melekûta ve esma-i hüsnaya dönük arayışlara işaret eder. Bu arayışlar; varlıkların, duygularahitap eden kısmının ötesinde bir derinlik ve genişlikte özellikler taşıdığını sergilemektedir. Varlıklardaki buözellikler, her haliyle bunların kendilerinden kaynaklanmadığını ve kendi kabiliyetlerinin çok üstünde olduğunuortaya koymaktadır. Özellikler, bütünlük ve teklik taşıyan esmanın kesretle ve teşahhusatla sınırlandırılıp,idrak sahiplerinin algıları ve anlayışlarına hitap eder hale getirilmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Sınırlı idraksahiplerine hitap edebilmek için iki unsur ön plana çıkar: zaman ve mekan. Hans Reichenbach Bilimsel Felsefenin Doğuşuisimli kitabının "Zaman Nedir?" başlıklı bölümünde şunları ifade etmektedir:

"Zaman insan yaşantısının göze en çok çarpan özelliklerinden biridir. Duyularımız algıladıklarıverileri bir zaman düzeni içinde sunarlar bize. Algılarımız aracılığı iledir ki, zamanın genel akışına katılırız.Bu öyle bir akış ki, evrenden aralıksız olgular üreterek ve ürettiklerini geride bırakarak geçer; bir an öncegelecek olan ama şimdi bir daha değişmeyecek biçimde geçmişe karışan bir tür akışkan nesnenin kristalize olmuş ürünleribu olgular. Biz bu akışın ‘şimdi’ denen ortasında yer almaktayız. Ama şimdi dediğimiz şey geçmişe karışmakta,biz ise yeni bir şimdiye yönelmekteyiz; ama sürgit kendimizi bitmeyen şimdide bulmaktayız. İçinde olduğumuz akışıne durdurabilir ne de tersine çevirip geçmişi geri getirebiliriz; bizi amansızca alıp götürmekte ve bize en ufak birgecikme tanımamaktadır, bu akış."

Bu tarifteki "şimdi", "zaman-ı hal"in karşılığı olarak ele alınabilir. Yine mazive müstakbeli içine alabilecek şekilde, "biraz önce gelecek olan ama şimdi bir daha değişmeyecek biçimde geçmişekarışan bir tür akışkan nesne" tarifi Risale-i Nurdaki İmam-ı Mübin tarifine çok yaklaşmıştır. Bu akışkanlık,bizim algılarımızın ürünü ve hasılatı olan ilim nevindendir. Başka bir deyişle "bilgi" türünden üretilmişbir sonuçtur. İşleyişin gayesi ve bu bilgilerin aslı olan esma ortaya çıkınca akış anlam kazanır ve "oan", "şimdi" bekaya mazhar olur. Bu akışkan nesnenin "kristalize olmuş ürünleri" tabirindeki,"kristalize olmak" "teşahhusat"ın karşılığı olmakta ve ilmin algılanabilir şekle dönüşümünüifade etmektedir.

Martin Heidegger de, mevcudatın zaman ile açılımını anlatırken İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübinkavramlarına ışık tutacak ifadeler ortaya koyar: "Ancak varlığı veren ‘O’ nasıl düşünülmelidir? ‘Zaman vevarlık’ın bileşimi konusu da başta söylenen söz mevcudiyet olarak, hala belirsiz bir anlamda burada/mevcut olarak varlığın,bir zaman karakteri ve böylece de zaman ile karakterize edildiğine işaret etti. Bu varlığı veren, varlığımevcut-olma ve mevcudiyette bırakma olarak belirleyen Onun Zaman ve Varlık başlığındaki "zaman" denilendebulunabileceği kanısını ortaya çıkarır."

"Biz bu kanıyı izleyecek ve zaman hakkında düşüneceğiz. ‘Zaman’ı biz tıpkı ‘varlık’ı tanıdığımızgibi apaçık tasarımlar yoluyla tanırız. Ancak o, bir kez zamana özgü olan şeyi açıklamayı amaçladığımızda aynıtarzda bilinmez. Varlık hakkında hemen şimdi düşünmüşken şunu buluruz: Varlığa özgü olan, ona varlığın aitolduğu ve orada tutulmuş kalan, kendini "o verir"de ve onun gönderme olarak vermesinde gösterir. Varlığa özgüvarlık karakterinde bir şey değildir. Varlık hakkında açıkça düşündüğümüz zaman bu sorunun kendisi, bizibelirli bir anlamda varlıktan uzağa götürür ve biz, varlığı bir armağan olarak veren yazgıyı düşünürüz. Buolguyu belirtmekle biz, zamana özgü olanın artık genellikle tasarımlandığı gibi zamanın açık karakteristikleriyardımıyla belirlenemeyeceğini bulmaya hazırlanırız. Fakat zaman ve varlığın bileşimi, zamanı varlığa ilişkin söyleneninışığında kendine özgüllüğü içinde, açıklanan yönergesini içerir. Varlık şu anlama gelir: Mevcut,mevcut-olmaya bırakma, mevcudiyet. Böylece herhangi bir yerde şu ilanı okuyabiliriz: ‘Bu kutlama bir çok konuğunmevcudiyetiyle oldu.’ Bu tümce şöyle de formüle edilebilir: Bir çok konukla birlikte mevcut olma."

"Mevcut-durumu, kendisiyle adlandırır adlandırmaz, zaten geçmişi ve geleceği, ‘şimdi’den ayrıolarak daha önceyi ve daha sonrayı düşünüyoruz. Fakat şimdi (now) aracılığıyla anlaşılan mevcut (present),konukların mevcut olmaları anlamındaki mevcutla hiç de özdeş değildir. Biz hiç bir zaman şöyle söylemez ve söyleyemeyiz:Bu kutlama konukların şimdisinde (now) oldu."

"Fakat eğer biz zamanı, mevcut aracılığı ile karakterize edecek olursak, mevcudu artık -geçmişin-şimdisi olmayan ve henüz -geleceğin- şimdisi olmayandan ayrı olan şimdi olarak anlarız."

Bu uzun iktibasın sebebi İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin gibi kavramlara kainat kitabının okunması veşeriat-ı fıtriyenin idraki ile ulaşmanın açık bir örneğini sergilemesidir. Zamanın "mevcut" aracılığıile tanımlanmasında ortaya konan; "artık geçmişin -şimdisi olmayan ve henüz geleceğin -şimdisi olmayan" İmam-ıMübin’e karşılık bir ifade olarak kabul edilmelidir. "Varlığı bize armağan olarak veren yazgı" ise kadermanasını ifade etmektedir. Bu satırların devamında çok ilgi çekici manalar ortaya konmaktadır: "Ancak bu mevcut,aynı zamanda mevcudiyetten söz eder. Yine de zamanın kendine özgü tarafını mevcudiyet anlamındaki mevcut’a göre tanımlamayaalışkın değiliz. Biz daha çok zamanı -şimdi, geçmiş ve geleceğin birliğini- şimdi aracılığıyla tanımlarız."Bu satırlarda da geçmiş ve geleceğin birliği İmam-ı Mübin, şimdi ise Kitab-ı Mübin’e karşılık olarakhissedilebilir. "Hatta Aristoteles, var olan yani mevcut olmayı sürdüren zamanın edimsel şimdi olduğunu söyler.Geçmiş ve gelecek bir me an tia. Mutlak bir boşluk olmasa da var olmayan, daha ziyade bir şeyden yoksun olan mevcut birşey. Bu yoksunluk ‘artık şimdi değil’ ve ‘henüz şimdi değil’ ile adlandırır. Bu açıdan bakıldığında zaman, herbiri zaten ‘önce’ içerisinde açıkça adlandırılarak görülmez olan ve her biri ‘yakında’ ile takip edilen şimdilerinart ardalığı olarak görünür. Kant zamanın böyle tasarımlandığından söz eder: ‘Onun yalnızca tek boyutu vardır'(Salt Aklın Eleştirisi, A31, B47). Şimdilerin birbirlerini izlemelerindeki art ardalık olarak bilinen zaman, zamanı ölçmeve hesaplamadır ki kastettiğimdir. Öyle görünüyor ki, biz zamanı, elimizde bir saat veya bir kronometre olarak ve ‘şimdi8:30’ dediğimizde doğrudan doğruya ve açıkça ölçtük. Biz ‘şimdi’ diyoruz ve zamanı kastediyoruz. Fakat zaman,zamanı gösteren saatin herhangi bir yerinde bulunamaz. O ne saatin kadranında ne mekanizmasındadır, ne de modernteknolojik kronometrelerde bulunabilir. Şu iddia kendisini üzerimize zorluyor: Ne kadar çok teknolojik olursa -ne kadarfazla kesin bilgi verici olursa- kronometre, düşünmeyi, her şeyden önce zamanın kendine özgü karakterine verme fırsatınada o kadar az sahip olur."

Bu satırlarda "mevcut"la bağlantılı olarak zaman anlatılırken İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübingibi kavramların idrakine yönelik ipuçları da ortaya çıkmaktadır. Belki de Aristoteles, Kant ve Heidegger daha çok bumanaların etrafında dönmektedirler. Zerrelerin tahavvülleri ile varlık ve zaman tabakaları çizilirken,"ben"de manaları oluştururlarken iki önemli ayırım ön plana çıkar. Zaman ve mekanı ifade eden ve onlarlailgili programı ifade eden "Kader" kavramını şekillendiren "İmam-ı Mübin" ve "Kitab-ı Mübin",esmayı, mülk boyutunda ifade eden imlalardır. Zerreler tahavvül ederken, yani bir halden diğerine geçerlerken"ben"de ve ruhta "öncelik", "yakındalık" ve "şimdilik" gibi manaları oluştururlar.Varlık başlangıcı ve sonucu itibari ile ilmîdir. Sonuçta "ben" de ve "ruh" da ilme dönüşür. Buyüzden zaman ve mekan varlıkta değil, "ben"de aranmalıdır. Zaman, saatte veya kronometrede değil, ruhta hasılolan bir manadır. İmam-ı Mübin "önce" ve "yakında"ları, "mazi ve müstakbel"i ifadeeder. Zahirden ziyade, evvel ve ahire bakar. Bu noktada eşyadaki "teşahhusat" kalkar ve "şeffafiyet" görünür.Burada manalar ve ilahi ilim hakimdir; eşyadaki asıllar ortaya çıkmıştır. Geçmiş ve gelecek ise tohumlarda, çekirdeklerdeve köklerde kayıtlıdır.