Sosyal ve evrensel sevgi (1)

Eğitimci Hasan Tanrıverdi

Çok değerli misafirler, sevgili gençler!

Bediüzzaman gibi, tarihe malolmuş büyük bir mütefekkiri, bir âlimi anmak ve anlamak için bu programa katılma nezaketini gösterdiğinizden dolayı hepinize çok teşekkür ediyor, hoş geldiniz diyor, sizleri sevgi, hürmet ve muhabbetle selâmlıyorum.

Salih kimselerin anılması günahlara kefarettir. (Cami’ü’s-Sağir, c: 2, s: 81) Onların, isimleri anıldığında, Allah’ın rahmeti nüzul eder, yağar.

Bediüzzaman, bir iki saatlik programlara sığmayacak kadar, büyük bir şahsiyet, bir mütefekkir, bir dâvâ, gönül ve sevgi adamıydı. Bediüzzaman; asrın garaibi, acibi, eşsizi, benzersizi. Zamanın hem bedisi, hem ebedisi. Çağın değişmeyen, tek gündemi bu muhteşem insan. Bir insan ki, asrın en çok konuşulan şahsiyeti. Kıyamete kadar da konuşulacağa benziyor. Çünkü insanlık, bu gün, her zamankinden daha çok onun irşadına muhtaç.

Günümüzde, “Bediüzzaman” sıfatını duymayan yok, ama anlayamayan da çok. İmam Ali’den bu yana, eserleri ve İmam Rabbani’den beri de ismi biliniyor. Pek çok mürşit tarafından, gizli ve âşikâr ifadelerle geleceği müjdelenmiş. Asırlarca beklenmiş, nihayet gelmiş. Gelişinden pek kimsenin haberi olmamış. Ama büyürken ve okurken yaşadığı harika haller, herkesi hayran bırakıp, hayrete düşürmüş.

Kur’ân, en güzel izahını ve tefsirini onun sözünde bulmuş. İttihad-ı İslâm, âdetâ onun dâvâsında tecelli etmiş ve sevgisinde toplanmış. O, hayatı ile zamanı, eserleri ile istikbali aydınlatmış. Böylece helâket ve felâket asrına “ Bediüzzaman” olarak mührünü vurmuş.

Şimdi onun hayat hikâyesine kısa bir göz atalım!

BediÜzzaman Said Nursî,1876 yılında, Bitlis ilinin, Hizan Kazası’nın, Nurs köyünde dünyaya geldi. On beş, on altı yaşlarında ders aldığı hocaları tarafından, kendisine ”zamanın harikası” anlamına gelen “Bediüzzaman” ünvanı verildi.

Eğitimin en büyük çare olduğunu kabul ederek, şarkta din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber okutulduğu bir üniversitenin kurulmasının temini için, yardım almak maksadıyla 1907 de İstanbul’a geldi, 31 Mart Vak’asında isyancı askerleri yatıştırdığı halde, idamla yargılandı ve beraat etti.

1. Dünya savaşına “gönüllü alay komutanı” olarak katıldı. 1915 yılında Bitlis’i savunurken Ruslar’a esir düştü ve Sibirya’ya götürüldü. İki küsur yıl sonra firar edip, hiç Rusça ve Almanca bilmediği halde, Polonya, Avusturya ve Bulgaristan üzerinden İstanbul’a geldi.

1926 yılında Risâle-i Nur külliyatını telife başlayınca şimşekleri üzerine çekti. 1935 yılında Eskişehir, 1943’te Denizli, 1947’de Afyon, 1952’de İstanbul mahkemelerine çıkarılmış, bunlardan bazılarında idamla yargılanmış, ancak bir netice alınamamıştır.

Daha sonra, Bediüzzaman, yine de rahat bırakılmamış, Kastamonu, Afyon Emirdağ ve Isparta’da sıkı takip altında yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Ömrünün büyük bir bölümünü, düşüncesinden ve yazdıklarından dolayı, hapislerde ve sürgünlerde geçirmiş.

İnsanları, bir sevgili gibi peşinden koşturan Bediüzzaman, bir saatlik programlara sığmayacak kadar, büyük bir ilim adamı olduğu kadar, aynı zamanda, bir mücahit, hürriyetçi ve cumhuriyetçi bir şahsiyetti.

Denizler bizim ihatamız içine hapis olunamayacak kadar küçük değildir. Okyanuslar bizleri aşar. Bediüzzaman’da bir okyanustur. Bizi aşar. Onun yazdığı Risâle-i Nurların, her biri ilim denizinde gezen gemilere benzer.

Değerli misafirler, kimdir Bediüzzaman?

Bazılarına göre; o bir evliya idi. Bazılarına göre; hakkında kahramanlık destanı yazılması gereken bir mücahid ve cesur bir milis komutanı idi. Bazılarına göre; o bir mürşid-i kâmil, gittiği her yerde, etrafa nurlar saçıyor, muhataplarını cezp ediyordu. Bazılarına göre; başkaldıran aşiretleri, ya da ayaklanan taburları, bir tek nutukla sükûnete getiren ateşli ve kudretli bir hatipti. Sözleri kılıçtan keskin, toptan tüfekten daha kuvvetli idi. Bir kısım seçkin zatlara göre de; o devrinin uleması, âlimiydi. İkna ve ilzam eden, derya misal bir âlimdi. İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî gibi, ilmi vehbî idi. O, Cenâb-ı Hakk’ın bir hediyesi idi.

Hemen hemen bütün âlimlere konu olmuş, sevgilerini ve hayranlıklarını kazanmıştı. Büyük bir âlim onun hakkında şöyle diyor;

“Bediüzzaman, başında kalpağı, belinde gümüş hançeri ve ayağında çizmesi ile bakışları celalliydi. Gözlerinden zekâ fışkırırdı. Nezâhate ve temizliğe son derece dikkat ederdi. İnsan onu seyrederken, üzerinde ahsen-i takvimin birçok mertebesini müşâhede ederdi. Nazarı engin, siması dâimâ mütebessim, eserlerinde ise, zengin bir mantık, yüksek bir ilim ve fikir dokusu vardı. Hak yoluna her türlü zevki feda etmişti. O, secdede geçen bir ömürdü.”

Bazı insanlar, bedenen dimdik olsalar bile, ruhen secdededirler. Hayatları hep kulluk üzeredir. Hadiste tarif edildiği gibi; “Bakınca Allah’ı, konuşunca ahireti, tavır ve davranışlarıyla hesap gününü hatırlatırlar.”

Yolların ayırımına gelindiğinde, istikamet şaşırıldığında, duruşu doğruya delildir. Onun eserlerini okuyup, doğru anlayan insanlar, her zaman çağı doğru yorumlayabilen insanlar olmuştur.

Değerli misafirler!

İnsanoğlu tarihe hükmedemez, fakat tarihin seyrini değiştirebilecek önemli ve olumlu katkılarda bulunabilir. Az sayıda yetişebilen bu dâhîlerden bir tanesi var ki, onu ancak, “asırların adamı” olarak vasıflandırırsak, belki ona lâyık bir unvan kullanmış olabiliriz. Zaten Bediüzzaman olabilmek için “asırların adamı” olmaya layık bir fıtrat gerekmiyor mu?

O, zahitti. Dünya ile bir alış verişi yoktu. O kadar ki; bütün malını bir eliyle kaldırabiliyordu. Öldüğünde mezarının yerinin bilinmesini dahi istemeyecek kadar, dâvâsında fânî ve mahviyet içerisinde idi. Seksen küsur senelik hayatında, dünya zevki namına bir şey bilmiyordu, fani vücudunu, bâkî hayata fedâ etmişti.

Sürekli düşünür, okurdu. Sanki her zerre ona Allah’ı düşün diye haykırırdı. Kardeşi Abdülmecid’e; “İnsan kâinata bakar da, nasıl bilmediği bir mesele kalır.” derdi. Kâinat kitabını mânâ-i harfiyle okuma düsturunu akıl ve idraklere o sunmuştu.

Bediüzzaman için kâinatta en büyük hakikat imandı. Zerreden yıldızlara kadar, bütün mevcudatın yüzü imanı gösteriyor, dili “iman” diyordu. İnsanların, her iki cihanda mutluluğu yakalamasının yolu imandan geçer. Bediüzzaman; “Kâinatta en büyük hakikat imandır.” sözü ile imanın önemini veciz bir şekilde ifade etmiş. “İman insanı insan eder, belki de sultan eder. Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir. İnsan, iman nuru ile âlâ-yi illiyine çıkar ve cennete layık bir kıymet alır.” demektedir. İşte Bediüzzaman’a göre gerçek sevgi ve mutluluk ancak iman sayesinde yakalanabilirdi.

İnsan imanı sayesinde, kâinata meydan okuyarak hakikî tesiri esbaba vermekten kurtulup, gerçek hürriyete kavuşabilirdi. İmansız insan, kâinatın en âciz, çaresiz ve en zayıf mahlûkuydu. Zaman imanı kurtarma zamanı idi.

Bediüzzaman Hazretlerinin, kalbindeki ve kafasındaki dâvâ ve Kur’ân hizmeti, onu yatağında bile meşgul ettiği için, evliliği düşünmemiş, muhafaza edilmişti.

Mesuliyetini müdrikti. Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu bütün âleme göstermeyi, bir Müslüman olarak vazife bilmişti. Saçları adedince başları olsa, davasına feda edecek kadar davasında fânî idi. Keskin zekâsı, harikulade kabiliyetleri vardı. Bu meziyetleri ile kendisini ilim çevrelerine kabul ettirmişti.

Kendisine yapılan teklifleri kabul etse; değil mahkeme mahkeme dolaşmak, herkesin imrendiği bir dünyevî itibar, onun için işten bile değildi. Ancak o davası uğruna teklif edilen bütün dünyevî imkânları elinin tersiyle itmiştir.

Değerli misafirler!

Sevgi öylesine büyük bir kaynaktır ki; denizler bile ondan beslenir. Çünkü, kâinatın hamuru sevgi ile yoğrulmuştur.

Sevgisiz bir toplum, çorak toprağa benzer.

Sevgisini kaybedenler, farkına varmadan özgürlüklerini de kaybederler.

Sevgilerin en büyüyü, en güçlüsü, en kapsamlısı, şüphesiz Allah sevgisidir. Allah sevgisinin yanında, diğer bütün sevgiler, güneşin yanında yıldızlar gibi sönük kalır.

İlk peygamber Hz. Adem’den, son peygamber Hz. Muhammed’e (asm.) kadar bütün peygamberlerin her biri örnek sevgi fedaileridir.

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” Diyen son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) bütün güzelliklerin ve sevgilerin üzerinde toplandığı eşşiz bir örnektir.