Şefkat odaklı insan modeli

Dr. Said YARGICI

“Şefkat” kelimesi, “rahmet, re’fet, atıf, hanan, kötü bir durumun ortaya çıkmasından korkmak, korkuya varacak derecede sevmek, merhamet etmek” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de şefkat kelimesi “Allah”ın şefkati” şeklinde kullanılmıyor. Ancak şefkatin inayet ve sevgi boyutlarını içinde barındıran Rahmet kullanılıyor.

GİRİŞ

Şefkat, sevgi ve aşk kavramları insanın hayatında önemli yeri olan, birbirine yakın gibi görünen fakat birbirinden farklı anlamları ve fonksiyonları olan hayatlı kelimelerdendir. Aşk, büyülü bir kelime olduğu için hem dinî, hem de cinsî anlamda asırlardır ön planda tutulmuş ve insanlar bu kavramların esareti altına girmişlerdir. Tasavvuftaki aşk olgusu, çok az insanın tecrübe ettiği, vahdet-i vücudla alâkası olan bir kavramdır. İnsanın düşüncesini ve kalbini sadece Allah’ın zâtına odaklaştırdığı, kâinatı ademe ve nisyana mahkûm eden bir anlayıştır. Bu anlayış Kur’ân’ın tefekkür boyutunu, kâinatı bir kitap gibi okuma ve anlamlandırma boyutunu görmezlikten gelmekte, sadece nazlanma ve övünmeyi ön plana çıkarmaktadır.

Aşkta kendinden geçme, vecd, manevî sarhoşluk (sekr) gibi durumlar görülmekte, bu da kişinin şuursuz bir biçimde, dengesiz bir tarzda hareket etmesini sağlamaktadır. Bunlar çok az sayıda mutasavvıfın tecrübe ettiği durumlardır. (…)

Aynı şekilde aşkın ilâhî boyutunda görülen aşırılıklar insanî boyutunda da ön plana çıkmaktadır. Bu durumdaki bir insan, aşkta, sadece sevdiğine nazarını odaklaştırmakta, onun dışındaki hiçbir şeyi görmemekte, böylece bencilce bir tutum içine girmektedir. Bu da sosyal ve medenî bir varlık olarak yaratılan insanın bu yönüyle bağdaşmamaktadır. Bu yüzden aşk, hastalıklı ilişki, iki kişilik bencillik şeklinde tanımlanmaktadır.(…)

Geçici bir duygu olan aşkın, bir vecd haliyle birlikte ömür boyu süreceğini düşünmek bir çok insanı bunalımlara sürüklemektedir. İnsanın iradesiz olarak karşı cinse aşık olması mümkündür. Ama bunun sadece evlilik için kurulmuş bir tuzak olduğunu da düşünmek gerekir. Batıda romantik aşk her türlü vasıtayla yayılmakla, bu İslâm toplumlarını da etkilemekte, hatta İslâmî tandanslı dergilerde bile insanların romantik aşka sevk edildiği görülmektedir. Halbuki bu aşk, bizzat Batılı psikologlar tarafından eleştirilmektedir. Bugün Batı’da boşanma oranlarının yüzde altmış, yetmişlerde olmasının en önemli sebeplerinden birisinin bu romantik aşk efsanesi olduğu tesbit edilmektedir. (…)

Sevgi ise, insanın iradesiyle ilgili olan bir kavramdır. Aşk fiziksel güzellikle ilgili olduğu halde, sevgi manevî güzelliğini (inside beuty), ahlâk güzelliğini de hesaba katmaktadır. İşte bu açıdan sevginin “tanıma” ile yakından bir ilişkisi söz konusudur. Tanıma ile ortaya çıkan sevgi zamanla oluşur ve bir daha da kaybolması imkânsızdır. Ama güzellik üzerine kurulan bir aşk, güzelliğin günlük değişiminden etkilenir ve bir kişi karşı cinsi bir kaç gün sonra çekici bulmayabilir, böylece aşırı istek anlamındaki aşk da bitmiş olur.

Allah’ın kâinatla ve insanla, insanın Allah ile, insanla ve kâinatla ilişkisinde sevginin önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Şefkat ise, Allah’ın insanla ilişkisinde önemli bir yere sahip iken, insanın Allah ile ilişkisinde önemli bir rolü yoktur. Diğer taraftan şefkatin insanın insanla ilişkisinde aşktan ve sevgiden daha geniş ve faal bir rolü olduğunu söylememiz mümkündür.

1. Şefkat kavramının anlam çerçevesi

“Şefkat” kelimesi, “rahmet, re’fet, atıf, hanan, kötü bir durumun ortaya çıkmasından korkmak, korkuya varacak derecede sevmek, merhamet etmek” demektir. (…) Ragıb el-Isfahani fiil olarak kelimeye, korku ile karışık inayet anlamı vermekte ve “Çünkü müşfik (şefkat eden) şefkat ettiği kişiyi veya şeyi sever ve onun başına bir şey gelmesinden korkar” demektedir. Nitekim el-Enbiya Sûresinde, “Rablerinden korkanlar, kıyamet gününden korkmaktadırlar (müşfikun)” (Enbiya: 21/49) denmektedir. Isfahani, bu kelimenin “Min” harf-i ceri ile kullanıldığında “korku” anlamını ifade ettiğini, “Fi” harf-i ceri ile kullanıldığında “inayet” anlamına geldiğini söylemektedir. (…)

2. Allah’ın şefkatinin tezahürleri

Kur’ân-ı Kerîm’de şefkat kelimesi “Allah”ın şefkati” şeklinde kullanılmıyor. Ancak şefkatin inayet ve sevgi boyutlarını içinde barındıran Rahmet kullanılıyor. Meselâ Allah’ın “Rahim” olduğunu ifade eden, rahmetinin her şeyi kuşattığını ifade eden âyetler bunun delilini teşkil ediyor. (Bu konudaki âyetler için bakınız: Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-Müfehres, li Elfazi’l-Kur’âni’l-Kerim, İstanbul, 1984, s. 304-309.)

O halde Allah’ın rahmeti Allah’ın şefkati anlamını da içinde barındırıyor. Ancak Şeyh Zade’nin bildirdiğine göre, bu, tıpkı insanlarda olduğu gibi, “Rikkat-i kalb” anlamında değildir. Burada Rahmet, irade ve ihtiyar ile “ihsan etme, muhtaç olanların ihtiyaçlarını giderme” anlamındadır. Bunun için Rahman ve Rahim, “Muhsin”, yani ihsan eden, nimetler vererek iyilik eden anlamına gelmektedir. (Şeyh Zade, Haşiyüte Şeyh Zade Ala Tefsir-i Kadi Beydavi, İhlas Vakfı, İstanbul, 1994, I, s. 27)

Bediüzzaman Said Nursî de, Rahmet kelimesinin bir başka isim formu olan “Rahman”ın “Rezzak” anlamına geldiğini ifade ettikten sonra, terbiyenin iki yönü olduğuna dikkat çekiyor. Ona göre terbiyenin biri menfaatleri celbetmek, diğeri, zararları defetmek üzere iki esası vardır. Rahman, “Rezzak” anlamına geldiğinden menfaatleri celbetmeyi ifade ediyor. Rahim ise, Gafur yani çok affeden anlamına geldiğinden dolayı terbiyenin ikinci esası olan, zararları defetmeye işaret ediyor. (Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İcaz, çev: Abdülmecid Nursî, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1978, s. 15, 19.) (…)

Said Nursî, Haşir Risâlesi’nde, Allah’ın şefkatini, O’nun rahmetini anlatırken açıklıyor. Ona göre Allah’ın rahmeti, şefkati, en aciz ve en zayıftan en kuvvetliye kadar, her canlıya bir rızık verilmesiyle, en dertlilere derman yetiştirilmesiyle, çiçeklerin açıp meyvelerin takdim edilmesiyle, zehirli bir böceğin eliyle balın yedirilmesiyle, elsiz bir böceğin eliyle ipeğin giydirilmesiyle ortaya çıkıyor. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst., 2001, s. 65.) Diğer taraftan, gerek nebatî, gerek hayvanî ve gerekse insanî bütün validelerin o rahim şefkatleriyle ve süt gibi o lâtif gıda ile aciz ve zayıf yavruların terbiyesi, geniş bir rahmetin cilvesini gösteriyor. (Nursî, Sözler, s. 65.) (…)

3. Allah’ın şefkatinin sebebi

Bütün bunlara göre, Yüce Allah, niçin rahmet ve şefkatini maddî ve mânevî bir şekilde insanlara gönderiyor? Allah’ın şefkatinin bir cilvesi olarak insanlara rızıklar ve sayısız nimetler vermesi, peygamberler göndermesi, insanları affetmesi Nursî’ye göre, “kendisini sevdirmesi için”dir. (Nursî, Sözler, s. 66) Yüce Allah bütün şefkat tezahürleriyle insanları sevdiğini gösteriyor ve insanlar tarafından sevilmek istiyor. Bunun için Allah’ın kendisini yarattığı varlıklarla tanıtmak, verdiği nimetlerle de sevdirmek istediğini söyleyebiliriz. O halde insan da O’nu tanıdığını ve sevdiğini göstermek durumundadır. İnsan ancak ibadetle kendisini Allah’a sevdirebilir.

4. Annenin çocuklara şefkati ve tezahürleri

Sevgi konusunda yapılan çalışmalarda şefkat kelimesi kullanılmıyor. Bunun yerine “anne sevgisi” tabiri kullanılıyor. Said Nursî ise, anne sevgisine “şefkat” diyor. Ona göre validelerin “rahim şefkatleri” var ve bu sayede süt gibi lâtif gıdalar ile aciz ve zayıf yavruları besliyorlar. (Nursî, Sözler, s. 65.)

Burada anne şefkatinin en önemli bir tezahürü olan “süt ile bebekleri besleme” karşımıza çıkıyor. Diğer taraftan bütün anneler, aç yavrularını kendi nefislerine tercih ediyorlar. (Nursî, Sözler, s. 65. Haşiye 2’de zikrediliyor.) Böylece anne şefkatinin “fedakârlık ve cesaret” boyutu gündeme geliyor. Şefkatin lügat anlamıyla anne şefkati arasındaki ilişkiyi şu şekilde ifade edebiliriz: Anneler kendi çocuklarının zarara uğramasından korkarak onları bu zarardan korumak için karşılık beklemeksizin fedakârlıklarda bulunuyorlar. (…)

Nursî, anne şefkatinin “fedakâr” yönüne dikkat çektiği gibi, bir de onun “karşılıksız” ve “halis” olduğuna temas ediyor. Burada halis olma bir karşılık istememe anlamındadır. Batılı psikologlar böyle bir sevgiyi “unconditional love” veya “perfect love” olarak isimlendiriyorlar.

Buraya kadar yapılan izahlardan anlaşıldığına göre Said Nursî, anne şefkatinin soyut bir kavramdan ibaret olmadığına, çocuğun beslenmesi gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak, fedakârlık yapmak ve onu tehlikelerden korumak için gerekli cesareti göstermek, karşılık beklememek gibi tezahürleri olduğuna vurgu yapıyor. (…)

O halde anne sevgisi “fedakar, özgeci ve bencil olmayan sevgi”dir. Nitekim, Amerikalı Psikiyatrist Dr. Karl Menninger, “Anne, çocuğuna süt vermekle sevgisini gösterir. Sevgi için de işe fedakârlık yapmakla başlamalısınız. Bundan sonra fedakârlıkta bulunan sevgidir” demektedir. (Karl, Menninger, Nefret Karşısında Sevgi, Aşkın Anatomisi, s. 173.)

(…)

Said Nursî (…) eserlerinde, şefkatin pek geniş olduğunu, bir kişinin şefkat ettiği çocukları münasebetiyle bütün yavrulara, hatta ruh sahibi varlıklara sevgisini, şefkatini göstermesi gerektiğini ve böylece Allah’ın Rahim ismine bir çeşit “ayna” olduğunu ifade etmektedir. (Nursî, Mektubat, s. 35.)

Burada şefkat ve sevgideki “yayılmacı” özellik karşımıza çıkmaktadır. Bir kişi sadece çocuğunu seviyorsa, başka kimseyi sevmiyorsa bu şefkatin genel karakteriyle bağdaşmayan bir durumdur. (…) Ancak Said Nursî, şefkatin bir başka boyutuna da dikkat çekiyor ve şöyle diyor:

“Bu kahramanlığın inkişafı ile hem dünya hem de ebedî hayatını onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymetli seciye inkişaf etmez. Veya su-i istimal edilir.” (Nursî, Lem’alar, s. 201.)

Burada Nursî, çocuklara karşı gösterilen şefkatin, yalnızca onların maddî ihtiyaçlarını gidermekle kalmayıp, manevî ihtiyaçları için de gerekli olduğuna dikkat çekiyor. İşte psikoloji şefkatin bu boyutuna temas etmemektedir. Nursî’ye göre, bir anne çocuğunu dünyevî tehlikelerden kurtarmaya çalıştığı halde, ahiretteki tehlikeden kurtarmaya çalışmazsa bu gerçek bir şefkat değildir. Yukarıdaki ifadeye göre bu, şefkatin suiistimalidir. Yanlış yöne kanalize edilmesidir. Said Nursî’nin ifadesine göre bu, çocuğu dünya hapsinden korumaya çalışmaktır, Cehennem hapsini ise nazara almamaktır. “Fıtri şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu, ahirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, ‘benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin’ diye şekva edecek. Dünyada da İslâmî terbiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki çok kusur eder. Bu yüzden hakîki şefkat suiistimal edilmemeli. Şefkati idam-ı ebedî olan dalalet içinde ölmekten kurtarmaya sarf etmeli. Bu durumda çocuk ahirette dâvâcı değil, duâcı olacaktır.” (Nursî, Lem’alar, s. 201-202.)

5. Risâle-i Nur’un bir prensibi olarak şefkat

Said Nursî, Risâle-i Nur’un dört esasından birisinin de şefkat olduğunu söylemektedir. Ona göre şefkat, insanı Allah’ın Rahim ismine ulaştırmaktadır. (Nursî, Sözler, s. 438.) Bediüzzaman’ın “acz, fakr, şefkat ve tefekkür”den oluştuğunu söylediği Risâle-i Nur mesleği, aşkı esas alan diğer mesleklerden daha umumidir ve cadde-i kübradır. Bu yolun cadde-i kübra olmasında “şefkatin çok büyük bir rolü” vardır. Aslında şefkat, acz, fakr ve tefekkürle de yakından ilişkilidir. Çünkü şefkat Cenâb-ı Allah’ın rahmetinin bir tecellisidir. Rahmet ise acz ve fakr içindeki bütün canlı varlıkların yardımına koşmaktadır. Onların dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarını giderici bir özellik taşımaktadır. Allah’ın insanlara kâinattaki her şeyi musahhar etmesi, O’nun şefkatini göstermektedir. Onun bu şekildeki şefkati ise ancak tefekkür ile anlaşılacak bir durumdur. Bu durumda Risâle-i Nur’un en önemli bir esası olan şefkatin tefekkür ile yakından ilişkisi olduğu görülmektedir. Kur’ân da bizi, şefkatin tezahürleri olan ihsan ve ikramlar üzerinde düşünmeye teşvik ediyor. Said Nursî’nin bu esasları Kur’ân’a dayandırması da bu açıdan düşünülmelidir. Halbuki tasavvufun vahdet-i vücut boyutunda “aşk” sözkonusudur. Aşkta bir içe kapanma, sadece Allah’ın kendisine odaklanma ve O’nun kâinattaki isimlerinin tecellilerini görmezden gelme vardır. Yani Kur’ân’ın bizi teşvik ettiği tefekkür boyutu yoktur. Bu yüzden umumî değil, hususî kalmaktadır.

Said Nursî’ye göre şefkat, aşktan daha keskin, parlak, ulvî ve nezihtir ve pek geniştir. Bir kişi şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, canlı varlıklara şefkat duyar. Böylece Rahim isminin ihatasına bir nevi ayinedarlık eder. (Nursî, Mektubat, s. 35) Çünkü Allah’ın Rahim ve Rahman isimleri bütün insanlığı kapsıyor. Bu isimlerin tecellisi olarak Allah herkese ayırım yapmadan rızkını veriyor. Kendisine yönelen herkesi affediyor. Dolayısıyla bu isme mazhar olan kişi, sadece kendisini ve kendi çocuğunu değil, bütün çocukları, insanları ve varlıkları sevmek durumundadır. Tasavvufun “vahdet-i vücud” anlayışında esas alınan aşk ise, yalnızca sevilen kişiye nazarları hasretmeyi netice vermektedir. Bu anlayış herkesi ve her şeyi sevdiğine feda eder. Bu bakımdan aşkın her nevi bencilcedir. Diğer taraftan şefkat halistir, karşılık istemez. Halbuki aşk ücret ister. Mukabele talep eder. (Nursî, Mektubat, s. 35)

Risâle-i Nur vasıtasıyla Kur’ân’a talebe olan bir kişi, Rahim isminin tecellisine mazhar olarak, sadece kendisinin ve çocuklarının imanlarını kurtarmak için çaba sarf etmez. Tıpkı Nursî gibi, insanların yanıp tutuşan imanları karşısında gözünde ne Cennet sevdası, ne de Cehennem korkusu olur. Böyle bir kişi yaptığı hizmetten de bir karşılık beklemez, ücret talep etmez. İhlâsla çalışır.

Şefkate mazhar olan kişiler, aynı zamanda affedici olurlar. Bu af hem iman kardeşleri içindir, hem de diğer insanlar içindir. Said Nursî’nin şefkatin bu tezahürünü hayatının her safhasında gösterdiğini görüyoruz. O, kendisine eziyet edenleri de affetmiştir.

Ona göre bir kimsenin hatasından dolayı onun yakınlarını ve içinde bulunduğu toplumu zarara uğratmak şefkatle bağdaşmaz. Bunun yanında bir insana sadece bir hatasından dolayı düşmanlık beslemek de şefkatin önemli bir boyutunu temsil eden sevgi ve kardeşliğe aykırıdır.

Şefkatin tezahürlerinden birisi de sabırdır. Anneler sabırlıdır. Çünkü onlarda şefkat mükemmel derecede yansımaktadır. Şefkate mazhar olan kişi de sabırlı olan kişidir. Bu musibetlere, karşılaştığı zorluklara karşı sabrı ifade etmektedir.

Sonuç

Tekrar baştaki tariflerden birisine dönecek olursak, şefkat eden kişi şefkat ettiği kişiyi sever ve onun başına bir şey gelmesinden korkar. Allah, Rahim ve Rahman isimleriyle şefkatli olduğunu gösteriyor. Yüce Allah bu mukaddes şefkati ile insanlar arasında ayırım yapmadan onların acz ve fakrlarına binaen her türlü ihtiyaçlarını gideriyor. Yarattığı şuurlu, akıllı ve irade sahibi insanların da rahmetinin tecellilerine ebedî olarak mazhar olmalarını istiyor. Bu yüzden onları azabıyla korkutup, Cennetiyle müjdeliyor. Burada insanın iradesi söz konusu olduğu için Yüce Allah’ın gösterdiği iki yoldan birini seçme özgürlüğü rol oynuyor. Ama Allah, insanın iradesiyle O’nun her şeyi kuşatan rahmet ve şefkatine mazhar olmalarını istiyor. İşte bu yüce şefkatin en güzel tezahürü annelerde gözüküyor. Annelerin şefkati halis, ücret taleb etmeyen, mükemmel, şartsız, bencil olmayan ve fedakâr ve cesur, sabırlı bir şefkat ve sevgidir. Annenin şefkatinin gerçek bir şefkat olması, onların şefkatlerini doğru bir şekilde kullanmalarına bağlıdır. Şefkati doğru bir şekilde kullanmak, üzerlerinde titredikleri çocuklarının sadece dünya hayatında tehlikelerden uzak kalmasına çalışmak değil, ebedî hayatlarının kurtulması için de gerekli fedakârlıkları yapmayı gerektiriyor. Risâle-i Nur’un ortaya koyduğu şefkat de Allah’ın mukaddes şefkat ve rahmetinin tecellisine mazhar olan annelerin karşılık beklemeyen şefkati gibi olmak durumundadır. Kur’ân’a talebe olan bir kimse insanlar arasında ayırım yapmamalı, herkese bu hakikatleri ulaştırmak için çalışmalı, onların imansız gitmelerinden korkmalı ve bu yüzden onlara şefkat etmeli, bencil davranmamalı, affedici ve sabırlı olmalıdır.

(Köprü Dergisinin 86. sayısından kısaltılarak alınmıştır.)