Risale-i Nurun dilini çözmek

Risale-i Nur etrafında oluşan önyargıların en görüneni ve en başta geleni dilinin "ağır"olduğudur. Risale-i Nur’u elinde lügatle okumaya başlayan ve zaman zaman hâlâ lügat kullanma ihtiyacı duyan bumakalenin yazarı da bu "ağır"lığın farkındadır. Risale-i Nur, elbette ki sıradan bir okuyucunun hemen nüfuzedebileceği kelimeler üzerine kurulu değildir. Çünkü, Risale-i Nur sıradan bir okuyucuya, kendisini sıra dışıokuyucu yapabilecek bir metin sunar. Bu metnin ağırlığı kasıtlı bir ağırlıktır. Sorun bu ağırlığın yüklenmeyedeğer olup olmadığıdır.

Risale metnindeki ağır dil, eserin yazıldığı yılların bir artefaktı, bir kalıntısıysa, bu ağırlıkçekilmeye değmez olmalıdır. Yazarının hiç farkında olmaksızın, özel bir tercih yapmaksızın, tarihsel olarak, yaşadığızaman diliminin dilinde kaleme aldığı bir metni, okuyucunun da kendi zaman dilimindeki kelimelerle ifadelendirme hakkıolabilir. Yazarın yazdığı zaman diliminde alışkanlıkla kullandığı kelimelerin yerine, okuyucu kendi zamanındakendisinin alışkın olduğu kelimeleri koyabilir. Burada tarihsel bir sorun vardır; sorun zamanın geçmesiyle ortaya çıkmıştırve yeni zamanın şartlarında çözümlenebilir.

Risale-i Nur’un dilindeki "ağırlık" ise zamanla ilgili değildir. Çünkü, Risale-i Nur’undili, tarihsel olarak belirlenmiş değil, tarihten ve tarihsel şartlardan bağımsız olarak, kasden tercih edilmiş ve özenlegeliştirilmiş, özel bir dildir. Kaldı ki, Risale-i Nur ile aynı dönemlerde yazılmış sair eserlere-dinî ya da ladinî-şöylebir göz gezdirilirse, Risale-i Nur’un diğerlerinin yanında oldukça sade kaldığı hemen anlaşılabilir. Peki öyleyse,nereden gelir Risale-i Nur dilinin ağırlığı? Bu "ağırlık", zamana bağımlı olmayan, tarihin bir yerineait olmayan, özel kavramların sunumundan kaynaklanır. Bunlar Kur’ânî kavramlardır-bizim aşinalığımızı yitirdiğimiz,ama yeniden aşina olmamız/kalmamız gereken kavramlar. Bunların başında Esmâ-i Hüsna gelir. Risale-i Nur’un cümledizilimi ve kelime seçimleri, en azından yazıldığı zamanda kullanılan dile kıyasla ne kadar sade ise, Esmâ-i Hüsnanınasıl manasıyla verilmesi konusunda o kadar tavizsiz bir "ağırlık" sergiler. Kaldı ki, bir çok yerden de örneklenebileceğigibi, Esmâ gibi aslından vazgeçilmez olmayan kelimeler dışındaki ifadelerde, metnin akışı bozulmadan bir türotomatik sadeleştirme, bir "iç lügatçe" de sunulur. (Bakınız EK 1 "İç Lügatçe")

Bir kaç örnek:

"… beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder."
"… her şey ona ilişir, onu müteessir eder…"
"… yüzde doksan dokuz ahbabına kavuşmak için âlem-i berzahta bir visal kapısı olduğundan…"
"… zahiren mevt inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir…"

Çok rahatlıkla çeşitlenebilecek bu cümle örneklerinde, okuyucuya "ağır" gelebilecekkelimelerin ardı sıra ya da önü sıra daha sadesi ustalıkla yerleştirilmiştir. Bu tercih, okumaya akıcılık kattığıkadar, anlamaya da akıcılık ve kolaylık katar. Buradan anlaşılacağı üzere, Risale-i Nur’un yazarı, kendi zamanındada kullanılan kelimelerini, başka çaresi olmadığı için değil, daha yenisine aşina olmadığından değil, bilerek veisteyerek kullanır. Dilerse, metin içine zaten yerleştirdiği sade kelimeleri kullanmakla kalırdı. Ancak, Risale-iNur’un okuyucusunu özel bir terminolojiye aşina etme misyonu metnin bu haliyle gerçekleşmektedir. Bir kültürü taşıyanterminolojinin araçları, özel sadeleştirmelerin eşliğinde okuyucunun zihnine yerleştirilirken, o kültürün vazgeçilmezkavramları (Kur’ânî düşünüşün ekseninde yer alan terimler ve özellikle de Esmâ-i Hüsna) anlaşılır bir cümle içindekullanılarak güncellenmektedir.

Bunu, Birinci Söz’ün ilk cümlesi üzerinde biraz daha açabiliriz: "Bismillah her hayrın başıdır."Bu cümledeki Bismillah ve hayır kelimeleri, hiç değişmeden, sadeleştirmeye kalkmadan yeni zihinlere ulaşmalıdır. Bukavramları ulaştıran araç kelimeler ve cümleler ise olabildiğince sade olmalıdır. Nitekim, cümlenin kuruluşuolabildiğince basit ve cümlenin hükmünü bağlayan kelimeler de olabildiğince sadedir. Zaten ilgili bahsin akışı içindesadeleştirmeden veril(mesi gerek)en kavramlar da, gerek cümlelerin doğrudan ifadeleriyle, gerekse bu kelimelerin anlamınıaçabilecek yakın kelimelerle açılır. Birinci Söz’ün tamamı "bismillah"ın anlamının açılımını sağladığıgibi, aynı metnin içinde "bir kabile reisinin ismini almak, himayesine girmek", "kanun namına hareketetmek" gibi özel bir benzetmelerle de kavramın açılmasında okuyucuya doğrudan yardım edilir.

Diğer taraftan, yine aynı bahis içinde Esmâ-i Hüsna kelimeleri de asıl halleriyle takdim edilir."Mâlik-i Ebedî", "Hâkim-i Ezelî", "Rezzak", "Kadîr-i Rahîm" gibi… Bukelimeler Risale-i Nur okuyucusunca omuzlanması gereken ve taşınmaya değer ağırlıklardır. Yine de metin içinde, bu ağırlıklarıntaşınmasında, bu kavramları oluşturan daha aşina ve daha sade kelimeler kullanılarak, okuyucuya bu ağırlığı kaldırmadadoğrudan yardım edilir. Örneğin, "… Rezzak namına … gıdayı takdim eder." cümlesinde, Rezzak kavramınınkökünü oluşturan ‘rızk’ı akla yakınlaştırmak üzere ‘gıda’ kelimesi de kullanılır. ‘Mâlik’ ve ‘Hâkim’isimlerinin metne girdiği yerde, önce ‘acz’ ve ‘fakr’ kavramından söz edilir, ayrıca ‘düşmanın hadsiz’, ‘hâcâtınnihayetsiz’ ifadelerinin refakatine başvurulur.

Sonuç olarak, Risale-i Nur’un dilinin "ağır" kısmı, zihnimizi ve dilimizi, Kur’ânkelimelerine aşina kılmak için vardır ve özellikle tercih edilmiştir. Bu tercihin nedeni, Risale-i Nur yazarının yaşadığızaman değildir. İnsan zihninin bütün zamanlarda aşina olması, anlamını açması gereken kavramlar nedeniyle tercihedilmiştir. Ve varsa, bu "ağır"lık her halükârda yüklenmeye değer bir ağırlıktır.

Ek 1

"İç Lügatçe"

Risale-i Nur’da metnin akışı içinde gizli bir lûgatçe ile Kur’an kelimelerinin sade karşılıklarınıda verir. Aşağıda, Sözler’den seçilmiş ‘iç lûgatçe’ örnekleri sunulmaktadır.

"…. o Sultana muhâtab ve halîl ve dost ol!"
halîl = dost

"O rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celbeder, kendine çeker."
celbetmek = kendine çekmek.

"Nihayet ihtilât içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farklabirbirinden ayrılıyor."
ihtilât = karışıklık
imtiyaz = fark = ayrı durmak

"Hakikî istib’ad, hakikî muhaliyet ve akıldan uzaklık…"
istib’ad = muhaliyet = akıldan uzaklık

"Merdâne kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister."
merdâne = erkekçesine
ne taleb eder = ne ister

"Onu bütün hakaikına temel taşı ve üssü’l esas yapıyor."
üssü’l esas = temel taşı

"… levh-i mahv ve isbat namında yazar-bozar tahtası hükmündedir."
levh-i mahv ve isbat = yazar-bozar tahta

"Mahşer ise bir beyderdir, harmandır."
beyder = harman