Risâle-i Nur’da eğitimin kişisel gelişim boyutu – 2

—Geçen haftadan devam—

6. Talep. Kişisel gelişmeyi sağlayan unsurlardan bir başkası da taleptir, istektir. Buna bir şeyi ciddî bir şekilde istemek, bir işi yapma hususunda tam kararlı olmak da diyebiliriz. Bir kimse bir işi yapmayı ciddî bir şekilde isterse, isteğine nail olur. İnsanda öyle bir lâtife vardır ki, insan o lâtife ile istediği takdirde, isteyen fasık da olsa Allah o insanın isteğini yerine getirir. Bu yüzden bir şeyi nasıl istediğimiz önemlidir. O lâtife ile dünyaya talip olan dünyaya ulaşır. Hem dünyaya hem de ahirete talip olan ikisine de ulaşır. Önemli olan insanın talebinin niteliğidir. Allah ihlâsla isteyene her istediğini verir. İhlasla kastedilen samimiyet ve ciddîyettir. Bu anlamdaki ihlâs şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Kısaca bir şeyi ciddî istemek ve kararlılık ferdi tekâmülün ve gelişimin en önemli unsurlarından birisidir.

7. Müsbet düşünme. Kişisel gelişime etki eden önemli bir unsur da Risâle-i Nurda müsbet düşünme olarak ifadesini bulan pozitif düşünmedir. Pozitif düşünme kişisel gelişimin önemli kollarından birisidir. Ancak Batıda daha çok yayılan bu çalışmalarda dinî inanç ve düşünceler göz ardı edilir. Bu da hakikatte aciz, zayıf ve her zaman musibet ve sıkıntılara maruz kalan insanın derdine çare olmaktan uzaktır. Halbuki Risâle-i Nur Kur’ân’a dayanarak, pozitif düşünceyi inançla bağlantılı olarak ele alır. İnsanın İslâm inancının prensipleriyle birlikte olumlu düşünmesi, onun daha mutlu olmasını sağlar. Başına bir musibet gelen bir insan, malına, çoluğuna, çocuğuna zarar gelen bir kimse kendisini nasıl teselli edecektir. Bu konuda kişisel gelişimin söyleyeceği tek şey, “üzüntüyü bırak, yaşamaya bak”tır. Ama insanın bunları kafasından çıkarıp atması mümkün değildir. Malı, mülkü, çocuğu, eşi gözünün önünde yok olan bir insanın çektiği elem ve acı tarif edilemez. Bu konuda İslâmın görüşlerini yansıtan Risâle-i Nur, musibetlerin, hastalıkların, kayıpların imtihan boyutuna dikkati çeker. Zayi olan malların sadaka hükmüne geçtiğini, mazlûmen öldürülenlerin şehit olacağını ve büyük mükâfatlara nail olacaklarını söyler. Bu insanın her türlü felâkete ve musibete karşı direnme gücünü artırır, sabrına kuvvet verir. İnançla pozitif düşünen bir insanın musibetler bile mutluluğunu engelleyemez. Risâle-i Nur’da olumlu düşünme anlayışı, “Allah her şeyi en güzel şekilde yarattı” âyetinden referans alır. Buna göre her şey ya bizzat güzeldir, ya da dolayısıyla güzeldir. Said Nursî bunu, “hüsn-ü bizzat ve hüsn-ü bilgayr” olarak isimlendirir. Bu anlayışı yakalayan bir insan, kış mevsimindeki karlı havaların baharın gelmesine sebep olduğundan, dolayısıyla güzel olduğunun farkına varır ve kıştan şikâyet etmek yerine ondan lezzet alır, mutlu olur. Felâketler, hastalıklar ve musibetler de kış gibi dolayısıyla güzeldir, sonuçları itibariyle güzeldir. Dünya için güzel görünmeyen ama ahiret noktasından güzel olan bir şeyde insanın kazancı çoktur. Bu yüzden Said Nursî, her şeyin güzel yönüne bakmamızı tavsiye eder ve şöyle der: “Huz ma safa da’ ma keder” (Safa vereni al, keder vereni bırak), “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen güzel rüya görür, güzel rüya gören hayatından lezzet alır.” Bütün mesele, hayata ve olaylara bakışımızı güzel yapmaktır.

8. Şefkat. Şefkat insanın tekâmülünün ana umdelerinden birisidir. Dünyada Cenâb-ı Hakkın Rahim isminin tecellisine en fazla mazhar olanlar annelerdir. Annelerin şefkati de fedakâr bir şefkattir. Bir anne evlâdını sever ve onun için karşılıksız olarak fedakârlıkta bulunur. Şefkat sosyal bir duygudur. İnsan kendi evlâdına şefkat ettiği gibi diğer çocuklara da şefkat eder. Şefkatin en yüksek noktası ise çocuğumuzun ve ihtiyaç içindeki insanların imanlarını kurtarmak için karşılıksız olarak çalışmaktır. Gerçek kâmil insan, kişisel gelişimini sağlamış insan şefkatli, yani karşılıksız seven bir insandır.

9. Şevk. İnsanın kişisel gelişimini olumlu etkileyen bir önemli unsur Risâle-i Nur’da “şevk” olarak isimlendirilen motivasyondur. Said Nursî motivasyona büyük önem verir. İnsanın hem dünyevî, hem de uhrevi işlerinde şevkin önemi büyüktür. Şevk istekten daha yüksek bir duygudur. Said Nursî, Münâzarât isimli eserinde insanın şevkinin ümitsizlik, başkasına üstünlük taslama, acelecilik, bireyselcilik, başkasının tembelliğine bakmak, işi birbirine havale etmek, Allah’ın görevine karışmak, rahata meyil gibi düşmanlarının olduğunu söyler. Bunların üstesinden gelen insan yüksek bir motivasyona, yani şevke sahip olur, işlerini daha güzel bir şekilde yapar ve şahsi gelişiminde büyük yol alır.

10. Ümit. Ümitli olmak, insanın tekâmülüne, gelişimine çok önemli bir katkı sağlar. İnsanın maddî ve mânevî hayatının güzel olmasını sağlayan önemli etkenlerden birisi ümittir. Hata ve kusur işlediğimizde, ya da dünyevî işlerimizde başarısız olduğumuzda eğer ümit kaybedilirse her şey kaybedilir. Bir âyette “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz” buyruluyor. Günahı olan bir insan, pişman olur, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmezse kendisini düzeltir ve Allah’ın sevdiği bir kul olur. Başarısız bir insan da ümidini kaybetmeyerek “ben tekrar başarabilirim” derse kendisini toparlar.

B. Kişisel gelişimi negatif etkileyen unsurlar.

1. Küfür. Allah’ı inkâr etmek insanın kişisel gelişimini, tekâmülünü engelleyen en önemli sebeptir. Çünkü iman insanın Allah ile arasındaki rabıta, bağ iken, küfür bu bağı koparıyor. Yaratıcısını, himaye edicisini inkâr eden bir insan, kendisini yalnız hisseder, eşyayı ve bütün varlıkları kendisine dost değil düşman olarak görür. Böyle bir insanın en küçük bir musibete bile dayanması mümkün değildir. Bu yüzden inançsız insan kendisi ile, toplumla ve çevre ile de problemli bir insandır. Saraylarda da yaşasa ruhu zindanlardadır. Dışı mutlu gibi gözükse bile içten içe bir cehennem azabını yaşar. İçi korku ile dolu böyle bir insan kâmil bir insan değildir.

2. Nefsin esaretine girmek. Nefis daima kötülükleri ister. Nefis insanın terakkisine sebep olduğu halde, insan nefis ile mücadeleyi bırakırsa kâmil bir insan olamaz. Çünkü her zaman nefse mağlûp olur. Böyle bir insan nefsinin esaretine girer. Hatta Kur’ân’ın ifadesiyle nefsini ilâh edinir. Bu da insanın terakkisine değil, tedennisine yol açar. Her şeyi kendi nefsine feda eden, menfaatperest, bencil bir insan tipini ortaya çıkarır. Böylesi bir karakter insanın şahsi tekâmülünü geriletir.

3. Şeytan. Şeytan insanın en büyük düşmanlarındandır. Şeytanın görevi insanın tekâmülünü engellemektir. İnsan kendisini dinlediği zaman kendisine şeytanın nereden vesvese verdiğini anlar. Said Nursî’ye göre şeytanın en önemli aldatmacalarından birisi, kendisine tâbi olanlara, kendisini inkâr ettirmektir. İşte insanın kişisel tekâmülünü engelleyen en önemli unsurlardan birisi bu inkâr etme hadisesidir. Halbuki şeytan da nefis gibi bir imtihan vesilesi olarak yaratılmıştır. Atmacanın serçe kuşuna musallat olması, onun uçma yeteneğini arttırdığı gibi şeytan da kabiliyetlerin geliştirilmesine vesiledir. Şeytanın bu özelliğini bilen bir insan da kendisini geliştirmek için gerekli adımları atar.

4. Hırs. Hırs şükürsüzlüğün ölçülerinden birisidir. İnsan çalışmalı, ancak çalıştığının sonucuna kanaat etmeli, asla hırs göstermemelidir. Hırs gösteren bir insanın tekâmülünde bir eksiklik vardır. Said Nursî’ye göre hırs, hastalık ve zillettir, mahrumiyet ve sefaleti getirir. İnsan hırs sebebiyle teenni ile hareket etmediği, sebeplere riayet etmediği için, maksada çıkamaz. Basamakları çıkmak yerine atlamayı tercih eder, düşer.

5. Allah’ın vazifesine karışmak. İnsan çalışmakla mükelleftir. Çalışmasının karşılığını mutlaka görür. Ama bazen bu dünyada, bazen de ahirette görür. Sonuç odaklı çalışmak, Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmaktır. Halbuki insanın görevi sadece üzerine düşeni yapmaktır. Risâle-i Nurda bu konuda Celaleddin-i Harzemşah rol model olarak takdim edilir. Bu komutan, görevinin Allah yolunda cihada çıkmak olduğunu söyler, muzaffer edip etmemenin Allah’ın vazifesi olduğunu ifade eder; kendi görevini yapar, O’nun görevine karışmazdı. Yani sonuç odaklı çalışmazdı. O halde insanın görevi çalışmaktır. Sonuç insanın istediği gibi değil, Allah’ın istediği gibi olur. Sonuç odaklı çalışan bir insan hayal kırıklıkları yaşar, başarısız ve mutsuz bir insan olur. Bu da insanın tekâmülünü engeller.

6. İyilikleri kendinden bilmek. Allah insana bir çok kabiliyet ve yetenek vermiştir. Bunların hepsi de ona emanettir. İnsan kabiliyetlerine güvenecek ama bunların Allah tarafından kendisine verildiğini unutmayacaktır. Kişisel gelişimin “insanda sonsuz bir güç vardır” telkinine maruz kalan bir insan, kendisine fazla güvenir. Bu da her yaptığı işi kabiliyetlerine vermesine sebep olur. Böyle bir durum Allah’a kulluğun, şükrün kapısını kapar ve hakikî tekâmülü engeller. Diğer taraftan insanın kötülükleri isteyen nefse güvenmesi de onun tekâmülünü olumsuz etkiler. Nefs-i emmareye karşı uyanık olmak, kabiliyetlerin de Allah’ın bir ihsanı olduğunu bilmek lâzımdır. Bir insan zeki olabilir. Ama bununla övünmek onu gurura ve azgınlığa sürükler. Zekâyı insana Allah’ın verdiğini düşünmek haddi bilmeyi netice verir.

C. Sonuç

Risâle-i Nur’a göre tekâmül etmiş insan: inanan, Allah için seven, şefkatli, Allah’a kulluk yapan, pozitif düşünen, insanlara hizmet etmeyi ibadet kabul eden, duygularının yönü ahirete çevrilmiş insandır. Aynı zamanda fıtrat tarafından sınırlanmamış duygularına, iman, ibadet ve ahlâk prensipleriyle sınır koyan kişidir.

Kişisel gelişimin en önemli hedeflerinden birisi insanın mutluluğudur. Risâle-i Nur, kişisel gelişimin sadece dünyada düşündüğü mutluluğu, hem dünya için hem de ahiret için ele alır. İnançtan bağımsız olan kişisel gelişim çalışmaları insanın bu akıl, gazap ve şehvet duygularını sınırlayamaz, aşırılıklara sürükler. Eğer akıl inançla sınırlandırılmazsa, cerbezeci bir insan modeli ortaya çıkar. Hakkı batıl, batılı hak gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya sahip olur. İnsanları aldatır, hile yapar. Kendisinin ve toplumun huzurunu bozar. Gazap duygusu ilâhî öğretilerle sınırlandırılmazsa, hiçbir şeyden korkmayan zalim insanlar türer ve terör estirir. Şehvet duygusu da inanç esasları, ibadet ve ahlâkla sınırlandırılmazsa bu defa da ırzlara, namuslara saldırılar artar. Haram helâl çizgisi ortadan kalkar. Bütün bunlar toplumsal düzenin bozulmasına sebep olur.

Mükemmel insan, duygularını kontrol altına alan kişidir. Duyguları kontrol altına almak da ancak İslâm dininin, inanç, ibadet ve ahlâk ilkeleriyle mümkündür. Böyle yapıldığı takdirde akıl, hikmetle düşünen bir alet olur, hile yapmaktan uzaklaşır. Çünkü başkasını aldatan hesap verecektir. Bu durumda böyle bir insan, hakkı hak bilir, uyar; batılı batıl bilir ondan kaçınır. Gazap duygusu, insanlara zulmetmeyi esas alan aşırılıktan kurtularak maddî ve mânevî hukuku için canını feda edecek bir cesarete ulaşır. Şehvet ise, haramdan, tecavüzlerden uzaklaşır, helâlı kabul eder. Böyle bir insanın hem kendisi mutlu olur, hem de etrafındaki kimseler mutlu olur.

—SON—