Risale-i Nurda Aleviliğe Dair-2

Hilafet kimin hakkı?

Ehl-i Sünnet ve Aleviler arasında "medar-ı niza" meselelerden birisi, belki de en önemlisi, Hz.Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra yerine kimin halife olacağı meselesidir.

Hz. Peygamberin vefatından sonra Ben-i Sâide avlusunda toplanan ensar ve muhacir Hz. Ebubekir’i halife seçmişti.Bu toplantıda Hz. Ali yoktu. Zübeyir b.Avvam, Mikdad bin Esved, Selman-ı Farisi, Ebu Zer, Ammar bin Yasir ve Ubey bin Ka’b(r.a.) Hz. Ali’nin yanında bulunuyorlardı. Bunların hepsi Hz. Ali’ye biat etmek için onun yanında toplanmışlar. Biatetmek için Hz. Ali’nin iznini bekliyorlardı. Bu sırada Hz. Abbas, Ebu Sufyan, gibi Müslümanlar Hz. Ali’ye biat etmekistedilerse de Hz. Ali herhangi bir fitneye sebep olmamak için buna izin vermemişti.22

Hz. Ali altı ay, Hz. Fatıma’nın vefatına kadar Hz. Ebubekir’e biat etmemiştir. Hz. Ali’nin biatetmesinin gecikmesi, Alevi ve Sünniler arasında tartışılan meselelerdendir.

Bu konuda Ehl-i Sünnet ve Cemaat, Hz. Ebubekir’in (r.a.) hilafete daha layık olduğu için geçtiğinibelirtir. Şialar buna itiraz ederek "Hak Hz. Ali’nin (r.a.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdali Hz.Ali’dir (r.a.) derler.23 Şiaların getirdikleri deliller dört ana grupta toplanabilir. Bunlar (a) Hz. Ali (r.a)hakkında varid olan hadis-i şerifler (b) Hz. Ali’nin (r.a.) "Şah-ı Velayet" ünvanıyla evliyanın çoğunluğununve tariklerin kaynağı olması (c) ilim şeceat ve ibadetle harikulade sıfatları (d) Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ona veondan teselsül eden Al-i Beyte şiddeti alakası.24

Bediüzzaman ehl-i Şia’nın bu delillerini tek tek analiz ederek, Hz. Ebubekir ve Hz. Ali’nin farklı özelliklerininyaşanan sonucu ortaya çıkardığını açıklar. En başta şunu belirtmek gerekir: Hz. Ali ilk üç halife zamanındaMedine’de ikamet ederek, dini ilimlerle uğraşmayı diğer görevlere tercih etmiştir. Kur’an ve hadis konusundaki derinilminden dolayı, hem Hz. Ebubekir’in (r.a.) hem de Hz. Ömer’in (r.a.) özellikle fıkhi meselelerde fikrine müracaatettikleri bir sahabi olmuştur.25 Yirmi seneden fazla üç halifenin adeta "şeyhülislamlığını"yapması mevcut duruma itiraz etmediğini belirler. Ayrıca ilk üç halife zamanındaki fetihler ve düşmanla mücadele ileHz. Ali (r.a.) zamanındaki vakıalar "hilafet-i İslamiye noktasında Şiaların davalarını cerh ediyor."26Bediüzzaman, Şialar’ın delillerinden olan; (a) Hz. Ali hakkında senâkârane hadislerin çok olmasını iki nedenle açıklar.Bunlardan birisi, Emeviler ve Hariciler Hz. Ali’ye (r.a.) haksız hücumda bulunduklarından, ehl-i Sünnet ve Cemaat Hz. Alihakkındaki rivayetleri çok neşretmişler. Diğerine gelince, Hz. Peygamber (s.a.v.) peygamberlik nazarıyla, ileride Hz.Ali’nin (r.a.) başına gelecek üzücü olayları ve dahili fitneleri görmüş, Hz. Ali’yi (r.a.) meyusiyetten ve ümmetiniOnun hakkında su-i zandan kurtarmak için, "Ben kimin dostuysam, Ali’de onun dostudur" gibi mühim hadislerleAli’yi teselli ve ümmeti irşat etmiştir.(b) Hz. Ali’nin "şah-ı velayet" ünvanıyla evliyanın çoğunluğununve tariklerin kaynağı olması meselesine gelince, Hz. Ali’yi sevmek noktasında problem yok. Ehl-i Sünnet de Şialar daseviyor. Fakar Hz. Ali’nin "şah-ı velayet ünvanı onu, siyaset ve saltanattan ziyade, saltanat-ı maneviyeye layık kılıyordu.O siyasette başarılı veya layık olsaydı, siyasi hilafetin pek çok fevkinde olan manevi saltanatı kazanamayacak, üstad-ıküll hükmüne geçemeyecekti.27 (c) Hz. Ali’nin ilim, şecaat ve ibadetle harikulade sıfatlara sahip olması özelliğinihilafet noktasından ele alırsak, şahsi kemalatı hilafet dönemindeki kamalatıyla beraber düşünülmelidir. Bu açıdan,Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın şahsi kemalatları ile zaman-ı hilafetlerinin kemalatları terazinin bir kefesineHz. Ali’nin şahsi kemalatı ve hilafet zamanındaki üzücü iç savaşlar, su-i zanlara maruz kalan hilafet mücahedeleride diğer kefesine konulsa, elbette Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın kefeleri ağır gelir. (d) Şiaların Hz. Ali’yeilk halifeliğe layık görmelerinin nedenlerinden birisi de, Hz. Peygamber’in Al-i Beyte gösterdiği alaka "cibillikarabet" veya "hissi şefkatten" kaynaklanmıyor. Belki, peygamberlik vazifesine sahip çıkacak nurani bircemaatin menşeine alaka gösteriyordu. Ayrıca "salanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Al-i Beyt ise, hakaik-ı İslamiyeyive ahkam-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur idiler."28 Bediüzzaman Ehl-i Şia’nın, Hz. Ali’nin ilk halifeolmasına dair görüşlerini de açıklar. Eğer Hz. Ali ilk halife olsaydı, engel tanımayan, pervasız, kahraman, hiçbirşeyden korkmayan, çekinmeyen şecaatından dolayı, bir çok insanda ve kabilede rekabet damarını tahrik ederek tefrikayaneden olabilirdi. Ayrıca, fitnelerin ortaya çıktığı zamanda, Hz. Ali gibi cesaret ve feraset sahibi birisi halifeolmasaydı. Fitnelere karşı dayanmak zor olurdu.29

Hz. Ali takiyye mi yaptı?

"Takiyye benim ve atalarımın dinidir. Takiyyeye uymayanın dini yoktur" ve "Durumumuzu ifşaeden onu inkar eden gibidir"30 sözlerini Hz. Cafer-i Sadık’a isnad eden Caferiler, takiyyeyi temelilkelerini tamamlayan prensiplerden birisi olarak kabul etmişler, Hz. Ali ile ilgili bazı olayları takiyye ile yorumlamışlardır.

Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali’nin tavırları tartışma konusu olmuş. Aleviler, ilk halifeliğinHz. Ali’nin hakkı olduğu halde Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde, sesini çıkarmadığına, onlarla iyi geçinmeyeçalıştığına, korktuğuna inanmışlardır. Şia ıstılahınca "takiyye" denilen bu yaklaşım esasen Hz.Ali’ye yakışmaz. Bediüzzaman böyle düşünenlere, "Acaba böyle kahraman-ı İslam ve ve esedullah ünvanınıkazanan ve sıddıklerin kumandanı ve rehberi olan bir zatı riyakar ve korkaklık ile, sevmediği zatlara tasannukâranemuhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altında mümaşaat etmekle, haksızlara tebaiyet kabul etmekle muttasıfgörmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hz. Ali (r.a.) teberri eder."31 diyerek Ehl-i sünnetalimleri gibi şu sonuca ulaşır. Eğer Hz. Ali ilk halifeleri hak görmeseydi, onları tanımaz ve itaat etmezdi. Haklı gördüğüiçin şeceatını hakperestçe kullanmıştır. Hz. Ali’den nakledilen sözler bunu doğrular niteliktedir. İbn Abd-ıRabbih’in El-Ikdu’l-Ferid adlı eserinde nakledilen bir sözünde Hz. Ali şöyle der: "Ey Allah’ım! Ona ilk iman edenbenim, yine Onu ilk yalanlayan ben olamam. Bende Hz. Peygamberin bir vasiyeti yoktur. Şayet böyle bir şey olsaydı neTemim ne de Adiyy oğullarından birisini minberde bırakmazdım."32

Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kal etme(me)

Alem-i İslam’da on üç asırdır ehl-i hakikatin içini sızlatan, iç muharebelerden bahsederek düşmanlıklarıbeslemek, ehl-i imana tahammülsüz elemler veriyor. Bundan dolayıdır ki başta "eimme-i Erbaa" ve "Ehl-iBeytin Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet" Müslümanlar içindeki o eski fitneyi karıştırmayı caiz görmemişler.33Bediüzzaman da, "Alem-i İslam’ın o dehşetli yarasını deşmek, düşünmek benim hususi meşrebimde tahammülümdenziyade elem veriyor."34 diyerek, Ehl-i Beyt’e zulmedenlerin ahirette cezalarını çektiklerini, Ehl-iBeyt’in ise dünyadaki geçici sıkıntılarına mukabil sınırsız rahmete mazhar olduklarını belirtir. Bundan dolayı geçmişteEhl-i Beyt’e zulmetmiş bir kişiyi, zemmetmenin Ehl-i Beyt’e bir yararı yok. Ayrıca "zem ve tekfir eğer haksız olsabüyük zararı var, eğer haklı ise hiç hayır ve sevap yok."35 Bu hakikat ölmüş insanları boş yere kötülemeninanlamsızlığını ortaya çıkarıyor. Bu açıdan, ilm-i kelamın büyük allamesi Sadeddin-i Taftazani, "Yezidelanet caizdir" demiş, fakat "lanet vaciptir, hayırdır ve sevabı vardır" dememiş!

İşte Ehl-i sünnet alimlerinin ve on iki imamın bu yaklaşımı Bediüzzaman’ın o zaman vukua gelen savaşlarabakışında temel ekseni oluşturmuş. Bu bakış açısında istenilen yaklaşım, ihtilaf ve düşmanlıkları artırıcızem ve küfürlerden kaçınmaktır. Yoksa, sahabeler arasında vukua gelen olayları hiç anlatmamak, nisyan çukuruna atmakdeğildir. Risale-i Nur’da, medar-ı niza olan savaşlar bu açıdan ele alınmıştır.

İslam Tarihinde Hz. Osman’ın şehadeti ile başlayan huzursuzluklar, birçok ihtilaf ve mücadelenin nedeniolacaktır. Hz. Osman zamanında başlayan karışıklıklarda felsefi temel olmadığı için çok önemli değildi. Birçokcemiyette bu tür kargaşalar olabilirdi.36 Fakat, Hz. Osman’ın şehit edilmesi ardı arkası kesilmeyen Cemel, Sıffinsavaşları, Hakem mes’elesi ve ardından Nehrivan muharebesi gibi olaylara kapı açtı.

656’da Hz. Osman’ın katillerinin bulunması için bir araya gelen, Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, Hz.Ali’nin elçisi Ka’ka’dan Hz. Osman’ın katillerinin halife tarafından bulunmasını istediler. Görüşmeler sonucumeseleyi sulh yoluyla halletmeye karar verdiler. Bu arada Müslümanların birlik olması asilerin huzurunu kaçırıyordu,iki taraf birleşirse kendilerini yok edebilirlerdi. Abdullah b. Sebe ve yandaşları sulha mani olmaya karar verdiler.Ertesi gün güneş doğmadan görevlendirilen kişiler aracılığıyla kargaşa oluşturup "Ehl-i Kûfe baskın yaptı,""Ehl-i Basra baskın yaptı" şayiasını yaydılar. Sonunda Abdullah b. Sebe ve yandaşları istediklerine kavuştular.Binlerce Müslüman’ın kanı aktı. Hz. Talha, Hz. Zübeyr gibi Aşere-i Mübeşşereden olan sahabeler şehit edildi.37Bu savaşta Hz. Aişe devenin üzerinde bulundu. Bediüzzaman Cemel savaşını, adalet-i mahza38 ile adalet-iizafiyenin savaşı olarak analiz eder. Hz. Ali, önceki halifeler dönemindeki gibi adalet-i mahzayı esas aldı Hz. Aişe,Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’de adalet-i mahzanın tatbiki müşkül olduğuna inanarak adalet-i izafiye yönünde içtihad yapmışlardı.Her iki tarafta Allah için içtihad etmişlerdi Bundan dolayı hem katil, hem maktul ehl-i cennet olmuşlardı. Hz. Ali içtihadındahaklı olduğu halde,39 her iki tarafta içtihad neticesi savaştığı için, "içtihad eden hakkı bulsaiki sevap var; bulmazsa bir nevi ibadet olan içtihad sevabı, olarak bir sevap alır, hatasından mazurdur."

Hz. Ali yaşanan elim savaştan sonra, bir daha karışıklık çıkmaması için ülkede denetim kurmaya çalışıyordu.Mısır’a vali olarak tayin ettiği Muhammed b. Ebubekir, orada bir kargaşa ile karşılaştı. O sırada Şam valisi olanHz. Muaviye, Mısıra gönderdiği Amr b. As aracılığıyla hakimiyetini tesis etmişti. Hz. Muaviye, Hz. Ali’nin biat çağrılarınaolumlu cevap vermiyor ve Hz. Osman’ın katillerinin bulunmasını istiyordu. Barış için çabalar sonuç vermedi.40İki ordu Cemel savaşında yaklaşık 6-7 ay sonra 657’de Sıffin’de karşı karşıya geldiler. Savaşta gelişmelerMuaviye’nin aleyhine dönünce, Amr b. As’ın teklifi ile Kur’an sahifeleri mızrakların ucuna takıldı. Hz. Ali’ninordusundan "Kur’an’ın hakem olması" istendi. Her ne kadar, Hz. Ali yapılanların bir hile olduğunu biliyoridiyse de, ordu Kur’an’a karşı savaşmak istemedi. Anlaşma hakemlere bırakıldı. Hz. Ali’nin hakemi Ebu Musa el Eş’ariile Hz. Muaviye’nin hakemi, Amr b. As. yeni bir halife seçilmesinde anlaştılar. Fakat Muaviye’nin hakemi son anda hile yapıncaanlaşmazlık giderilemedi. Bediüzzaman bu savaşın genel niteliğini hilafet ve saltanatın savaşı olarak görür. Hz.Ali, "ahkam-ı dini ve hakaik-i İslamiyeyi ve ahireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetinmerhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hz. Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslamiyeyisaltanat siyasetleriyle takviye etmek için, azameti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler. Siyaset aleminde kendilerini mecburzannedip, ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler"41 Hz Muaviye’nin bu hatası alem-i İslamiyeninHilafetten ayrılmasına ve uzun süre devam edecek olan saltanat devrinin başlamasına zemin hazırlayacaktır.

Bu sırada, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan 12 bin kadar kişi, Abdullah b. Vehebi’r-Rasibi’nin emrindehareket etmeye başladılar. Bunlar Hz. Ali ve Hz. Muaviye’nin hakem tayin etmekle hata ettiklerini düşünüyorlardı.Onlara göre hakiki hüküm sahibi Cenab-ı Hak olduğundan, hakem tayin edilmesi yanlıştı. Bu gerekçelerle Hz. Ali’denayrılarak isyan ettiler. Hz. Ali’nin nasihatleri ile bir kısmı isyanı bıraktıysa da kalan 4.000 kişi ile savaşılmakzorunda kalındı. Nehrevan’da 658’de yapılan bu savaşlarla Harici tehlikesi giderildi. Fakat, yüzyıllardır süregelenHz. Ali ve Âl-i Beyt muhalifi Vehhabiliğin temellerinin atılmasını sağlayacaktır.42 Hz. Ali de bu gruptanAbdurrahman b. Mülcem tarafından, sabah namazında iken zehirli hançerle şehit edilecektir.43

Hz. Ali’nin şehadetinden sonra, ordu Hz. Hasan’a biat etti. Hz. Hasan yaşadığı dönemin nezaketindendolayı, Müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemek için, 6 aylık hilafetinden sonra, Muaviye lehine hilafettenferagat eder.44 Hz. Hasan’ın hilafetten çekilmesiyle İslam tarihinde hilafet dönemi sona erer. Saltanat devribaşlar. Bediüzzaman, Hz. Hasan’ın yarım kalan hilafetini "neşr-i hakaik-i imaniye"de Risale- i Nur’un tamamladığınıbelirtir.

Hz. Muaviye vefat etmeden önce yerine geçmesini istediği oğlu Yezid halife olunca, Hz. Hüseyin biatetmedi. Bunu Duyan Kûfe’liler Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet ettiler. Hz. Hüseyin 72 kişilik bir kafile ile Kûfe’yegiderken, yolda Yezid’in adamları tarafından kıstırıldı. Yezid’e biat etmesi istendi. Fakat Hz. Hüseyin bunu kabuletmeyince vicdanları sızlatan bir şekilde bir çok yakını ile beraber şehit edildi.45 Bu olayın sene-idevriyesinde her yıl Aleviler tarafından çeşitli etkinlikler düzenlenir. Bütün Müslümanları vicdanen muazzeb eden,bu hadise Müslümanlar arsında ayrılıkların derinleşmesinde etkili olmuştur. Bediüzzaman Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’inEmevilerle mücadelesini tahlil ederken, din ve milliyet savaşı olarak belirtir.46 Çünkü Hz. Hasan ve HüseyinÂl-i Beyt’i nurani silsilesinin başlangıcı olarak Hilafet-i İslamiyeyi temsil ederlerken, Emeviler Arap milliyetçiliğinitemsil ediyorlardı. Bediüzzaman’ın savaşlara dair değerlendirmesi analizci olmuş, her olayı kendi içerisinde değerlendirmiştir.Bu olaylardan hiç birisi Ehl-i Sünnet ile Alevileri birbirinden uzaklaştırıcı olmaması gerektiğini savunmuştur.Bilakis ön yargısız yaklaşıldığı zaman arada anlaşamayacak hiç bir konu yoktur.

Sonuç

Bediüzzaman, kendisinin tanımladığı Alevilik ile Ehl-i sünnet ve Cemaat arsında ayrılıklarıngiderilmesi gerektiğini savunmuştur. Özellikle bu zamanda, dinsizliğin yaygın olduğu bir devrede buna şiddetle ihtiyaçvardır. Zaten Aleviler ile Ehl-i sünnet arasındaki kopuklukta sun’i öğelerin etkisi çok fazladır. Meselâ, Ehl-i sünnetve Cemaat adı altında Vahhâbîlik ve Haricilik fikri girdiği için, bazıları Hz. Ali’yi tenkit etmişler. Bu da Ehl-i sünnetinhesabına yazılmış. Bundan dolayı Aleviler Ehl-i sünnete karşı soğumaya başlamışlar. Yine, Alevilik adı altındayapılan yanlışlar, Ehl-i sünneti Alevilikten soğutmuştur. İşte bu tür rahatsızlıklardan sıyrılıp çıkabilmek içintaraflar birbirine önyargısız yaklaşarak, empati sorununu aşmalıdırlar. Bu açıdan, Bediüzzaman’ın Alevilik hakkındakidüşünceleri ayrı bir öneme haizdir. Hakiki Aleviler, Haricilerin ve Vehhabilerin sözlerinin etkisinde kalıp Ehl-i sünnetekarşı düşmanlık beslemekten vazgeçip, ittifak yolları aranmalıdır.

Bediüzzaman’ın "Hubb-u Âl-i Beyt’i meslek yapan Aleviler ne kadar ifrat da etse, Rafızi de olsa, zındıkaya,küfrü mutlaka girmez" şeklindeki hüsn-ü zannı Ehl-i sünnet için önemli bir ölçü olsa gerektir. Aleviler ise,Bediüzzaman’ın, "Belki Ehl-i sünnet, Alevilerden ziyade Hz. Ali’nin taraftarıdırlar. Bütün hutbelerinde, dualarındaHz. Ali’yi layık olduğu sena ile zikrediyorlar." sözünü dikkate almalıdırlar. Bütün bunlar şu gerçeği ortayaçıkarıyor. Hem Ehl-i sünnet, hem de Alevilerin kendilerinden çok şey bulacakları Risale-i Nur Külliyatı ehl-i imanınbir buluşma platformu olmalıdır.