Risale-i Nurda Aleviliğe Dair-1

Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve cemaat! Ve ey Al-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Aleviler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birbirinizi diğerinin aleyhinde alet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlup ettikten sonra o aleti de kıracak.

Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’i mes’eleleri bırakmak elzemdir.

Toplum olarak bir empati sorunuyla iç içe yaşadığımızı inkar edemeyiz. Kendimizi fert ve cemaat bazında,"ötekinin" yerine koyamayışımız, hayatımızı sağırlar diyaloguna çevirmiş. Bizim söylediklerimiz herzaman güzel ve doğru olurken, "öteki"nin söyledikleri batıl ve yanlış olmuş. Kendi kusurlarımız faziletedönüşürken, muhatabımızın fazileti kusur olarak algılanır olmuş.

Halbuki Kur’an öğretisi toptancılığı reddeder. Doğru ile yanlışı ayırt eden analizci yaklaşımıön plana çıkarır. Toplumun veya ferdin her hali hatasız olmadığı gibi bütün halleri de hatalı değildir."Birisinin hatası ile başkası mes’ul olmaz" (En’am, 164) ayet-i kerimesinde ifade olunan prensip şahsi, cemaative milli ölçeklerde davranışların belirlenmesi için adil bir Kur’an düsturudur.1 Bir şahsın veya toplumunsahip olduğu özelliklerden birisinin kötü olması, sadece o sıfata düşmanlık beslenmesini gerektirir. Yoksa, insanınbir kötü sıfatı yüzünden ona tamamen düşman olmak Kur’an’ın adalet anlayışına uymaz.

Bu ölçek düşünce bazında da ele alınabilir. Herhangi bir düşünce sisteminde görülen bir kaçhata, o düşünce sisteminin tamamının yanlış olduğunu ortaya çıkarmaz. "Meslekler ne kadar batıl da olsalar içindeukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur."2 Böyle durumlarda sonucu belirleyen unsurlarabakılır. Sonucu hak ve hakikat belirliyorsa o meslek hak, menfi yönü müsbet yönüne galip geliyorsa o meslek batıldemektir. Burada esas olan müsbet-menfi dengesinin ne şekilde bozulduğu meselesidir.

İslam’ın değişik açılardan yorumlanış biçimlerine bu açıdan bakmak gerekir. Tarihi bir olgu vesosyolojik bir realite olan Alevilik de bu çerçeve de değerlendirilmelidir. Bu yapılırken "empatik toplum"unfonksiyonelliği canlı tutulmalı. Yani toplumsal kesimler kendisini "öteki"nin yerine koyabilmelidir.

Bu çerçevede yazılan bazı eserler Ehl-i Sünnet ve Şia’nın birbirini anlamasına yardımcı olmakyerine; aradaki mesafeyi büyütmüştür. Araya siyasi endişeler de girince, "tekfir" derecesine varacak suçlamalargörülmeye başlamıştır.

Alevi ve Sünnilerin uzun bir tarihi dönemde birbirini gereğince anlayamamaları, empatiyi sağlayacak birplatform oluşturamadıklarından kaynaklanıyordu. Bediüzzaman hayatta iken, talebelerinden bu soruna dair birçok soru aldı.Bu soruları cevaplarken veya diğer meselelerin içerisinde Alevi ve Sünnilerin üzerinde buluşabileceği bir platform oluşturdu.Bu platformu oluştururken Alevilerin bütün sermayelerinin içinde saklı olduğu, anahtar kelimeleri kullandı. Hatta, söylemleriniRisale-i Nur’da bulan birçok Alevi, Bediüzzaman’ın sağlığında, Risaleleri okumaya başladı.

Esasen Alevi-Sünni ayrışmasının temelleri söylemde ve tarihi olayların yorumundan gizlidir. Bediüzzamanher iki alanı da inceleyerek bir yaklaşımla yeniden açıklamıştır.

Risale-i Nur’da Alevilik kavramı

Bediüzzaman’ın Alevilik konusundaki görüşlerini incelerken, kavramın sınırlarını çizmemizgerekiyor. Bugünün dünyasında Aleviliği belirli kodlarda birleştirmenin imkânsızlığını, hemen herkes kabulediyor. Yoğun bir şekilde birbirlerini Aleviliğini inkar etseler de, bütün Alevi kliklerini bugünün sosyal bir olgusuolarak kabul etmek zorundayız. Aleviliğin bütün kollarının Hz. Ali’yi referans alması, sosyolojik olmasa da tarihi birzorunluluk olsa gerektir.

"Alevi" kelimesi Hz. Ali’ye intisabı olan kişi demektir. Bu açıdan "Ali"siz birAlevilik düşünmenin, tarihi köklerini açıklamak pek mümkün değildir. Bu tür Alevilik tanımları yapanların tarihiköklerle ilgilendiklerini de söyleyemeyiz. Bediüzzaman, Alevilik kavramının asli mecrasından çıktığını düşündüğündeneserlerinde Aleviliğin doğru tanımlamasını yapmaya çalışmıştır. Said Nursi’de Alevilik, Hz. Ali muhabbetininnebevi ve ilahi sevgiye ulaştırması demektir. Temel ekseni tevhid, Hz. Ali muhabbeti, Ehl-i Beyt muhabbeti ve nübüvvettir.Fakat Alevilik zaman içerisinde asli referanslarını yitirerek değişik şekiller kazanmıştır. Bunu Bediüzzaman,"salabetli Alevilik, nihayet, Rafıziliğe dayandı"3 şeklinde ifade eder. Bu hakikatin yansımasıolarak Hz. Ali ve Al-i Beyt ile hiç ilgisi olmayan Alevilik klikleri türemiştir. Bediüzzaman’ın eserlerinde tanımladığıAlevilikte, materyalist ve milliyetçi yaklaşımlarla üretilen alevi klikleri yoktur. Said Nursi bu klikleri, kendi kodlarıylatanımladığı Aleviliğin içine almak için çaba sarf etmiştir. Talebelerinin "Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz"ayetinin açıklaması bağlamında sordukları bir sorusu üzerine, bu ayetin Alevilere teşmil edilemeyeceğini, Alevilerinehl-i kıble olduklarını, yani İslam dairesi içinde yer aldıklarını yazar.4 Bu tanumlama, Ehl-i sünnet ileAleviler arasındaki empati sorununu çözümlemek açısından önemli bir yaklaşımdır.

"Hususi üstadım İmam-ı Ali’dir"

Hz. Ali sevgisi, Alevilerin en önemli fikir eksenidir. Olayların yorumunda bu ilkeden taviz vermemeye çalışırlar.Sünni kesimde de Hz. Ali sevgisi, küçümsenemeyecek bir yer işgal eder. Alevi ve Sünnilerdeki Hz. Ali sevgisi, Risale-iNur’da zirveye ulaşır. Risale-i Nur talebelerinin en büyük üstadı, Peygamberden (a.s.m) sonra Celcelutiye’nin şehadetiyle,İmam-ı Ali olduğu belirtilir.5 Veysel Karani’nin Hz. Peygambere (s.a.v.) olan bağlılığına benzer bir ilişkide Bediüzzaman ile Hz. Ali arasında vardır. Üveys nasıl ki Hz. Peygamberi görmeden, Onun dersini talim etmişse, Bediüzzaman’daGavs-ı Azam (k.s.) Zeynelabidin (r.a.) ve Hasan ve Hüseyin vasıtasıyla Hz. Ali’nin (r.a.) dersini tâlim etmiştir.6Bu açıdan Risale-i Nur talebeleri Hz. Ali’nin (r.a.), Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) ve Gavs-ı Azam’ın (k.s.) bu asırdakitalebeleridir.

Hz. Ali (r.a.) ile Risale-i Nur arasındaki, başka bir köprü de hilafet mes’elesindedir. Bediüzzaman,"Benden sonra hilafet otuz senedir" hadisi şerifini yorumlarken ilk beş halifeyi (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz.Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan) bu otuz yılın içinde mütalaa eder.7 Hicri tarihle bu zaman aralığı, otuz yılatekabül etmektedir. Hz. Hasan’ın (r.a.) hilafetten ayrılmasıyla, İslâm tarihinde saltanat devri başlamıştır.Risale-i Nur, hilafetin görevinin en önemlisi olan "neşr-i Hakaik-i imaniye"de Hz. Hasan’ın (r.a.) görevinidevam ettirerek beşinci halife unvanına hak kazanmıştır. Başka bir ifadeyle Hz. Hasan’ın (r.a.) altı ay gibi kısahilafetini, uzun bir zamana çevirmiştir.8 Bu açıdan Risale-i Nur "Hz. Hasan’ın (r.a.) bir muavini, bir mütemmimi,bir manevi veledi hükmündedir."9

Bediüzzaman, Risale-i Nurların Hz. Ali’ye yaklaşımının mantıki bir sonucu olarak, Alevilerinrisaleleri dinlemeleri gerektiğini belirtir. Çünkü, Celcelutiye’nin şehadetiyle Nur talebelerinin en büyük hocası Hz.Ali olduğuna göre10 Onun muhabbetini dava eden Aleviler, Sünnilerden ziyade Risale-i Nurları dinlemelidirler.

"Nur’un mesleğinde hubb-u Al-i Beyt esastır."

Alevilerin önem verdikleri bir kavramda Al-i Beyt muhabbetidir. Hz. Peygamberin (s.a.v.) evine mensupolanları ifade eden bu kavram, tarih boyunca siyasi çekişmelerde araç olmaktan kurtulamamış.

Aslında Hz. Ali (r.a.) muhabbetinin mütemmimi olan Al-i Beyt sevgisi Alevilerde olduğu gibi Sünnilerde detemel bir olgudur. Zaten Ehl-i Beyt sevgisi Kur’an’ın öngördüğü bir sevgidir. Bediüzzaman, "Dedi ki, vazifem karşılığındasizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir" (Şura, 23) ayet-ikerimesinin tefsirinde, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Al-i Beyte karşı ümmetin sevgisini istediğini belirtir. Hz. Peygamber(s.a.v) bir hadisinde, "Size iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necat bulursunuz: Biri Kitabullah, biriAl-i Beytim" buyurarak Al-i Beytinin önemini vurgulamıştır.11

Kur’an’ın emrettiği Ehl-i Beyt sevgisi, Risale-i Nur’un da önemli bir esası hükmündedir. Fakat Al-iBeyt muhabbetini doğru anlamak noktasında Risale-i Nur’un ikazları vardır. Bediüzzaman, Resul-ü Ekrem (s.a.v.)’in Hz.Ali’ye söylediği: "Sende, Hz. İsa gibi bir kısım insan helakete gider. Birisi, ifrat-ı muhabbet, diğeri ifrat-ıadavetle. Hz. İsa’ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meşrudan tecavüz ile-haşa-ibnullah dediler, Yahudi adavetinden çoktecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkar ettiler. Senin hakkında da, bir kısım hadd-i meşrudan tecavüz edecek,muhabbetinden helakete gidecektir."12 Hadis-i Şerifi muhabbetin nasıl olması gerektiğini ön plana çıkarıyor.Yani, Hz. Ali, Allah ve Hz. Peygamber’e izafeten sevilmelidir. Al-i Beyte de "vazife-i nübüvvetin bir hayt-ınuranisi" (nurani bağları) olarak bakmak gerekir. Yoksa, Hz. Ali’nin Allah ve Resulüne olan bağlantısını düşünmeden,şahsi kahramanlıkları ve üstünlüklerini düşünerek sevilmesi doğru değildir. Bu tür sevgi Allah bilinmese de,Peygamber tanınmasa da olabilecek türden hasarete sebep olabilecek bir sevgidir.

Hz. Peygamber Al-i Beyti, peygamberlik vazifesi açısından sever. Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin kaynağı,muhafızı, her türlü gereklerinin yerine getiricisi Al-i Beyt’tir.13 Hz. Peygamberin, Al-i Beyt sevgisindenmuradı sünnet-i seniyyesi olduğuna göre, sünnet-i seniyyeye uymayanlar Al-i Beyt’ten olmadığı gibi, Al-i Beyt’ehakiki dost da olamazlar.14

Bediüzzaman, "mesleği(n)de bir esas" olarak tanımladığı Al-i Beyt sevgisinin hiçbir zamanyok edilemeyeceğini belirterek talebelerini Vehhabilik konusunda ikaz eder. Hz. Ali ve Al-i Beyt adaveti ile bilinenVehhabilere Risale-i Nur’da hiçbir cihette sıcak bakılmamıştır.15 Hatta, "Vehhabilik damarı nurunhakiki şakirtlerinde olmamak lazım geliyor"16 denilerek, Al-i Beyt adavetine karşı net tavır belirlenmiştir.Risale-i Nur’da Al-i Beyt sevgisinin teşvik edilmesi Alevilerle bu noktada da ittifak edildiğini gösteriyor. Risalede tanımlananAl-i Beyt muhabbetinin niteliğine, hakiki Alevilerin can-ı gönülden katıldıklarını söyleyebiliriz. Alevilerin en mühimkesimini teşkil eden Caferilerde, Al-i Beyt muhabbetinin, Allah’a ve Rasulüne götüren nurani bir bağ olduğunu kimseinkar edemez. Hakiki Al-i Beyt dostluğunu öğreten Risale-i Nur ile Aleviler arasında Al-i Beyt muhabbeti konusunda hiçbiranlaşmazlık yoktur. Bu özellikten dolayı Bediüzzaman "hakiki Aleviler kemal-i iştiyakla o daireye girmelerigerekir"17 demektedir. Hatta, Alevilerin, Risale-i Nur derslerini Sünnilerden ziyade dinlemeleri gerekir.Aksi takdirde Al-i Beyte muhabbet davaları yanlış olur.18

On İki İmam’ın Yolu

İran ve Türkiye’deki Alevilerin çoğu Caferiye mezhebinin mensuplarıdır. Bu mezhebe İsnâaşeriyye Şiasıda denilir. Bu mezhebe göre imamet usulü’d-din’dendir. İlk İmam kabul ettikleri Hz. Ali’yi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyintakip eder. Daha sonra Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeyne’l-abidin, Muhammed El Bakır ve oğlu Cafer Sadık imam olmuştur.Bundan sonra İmam Musa el-Kâzım’ın soyundan gelenler Oniki İmamı tamamlamıştır. İsnâaşeriye şiasına göreimamlar hatadan korunmuş sayıldıkları için davranışları sünnet olarak değerlendirilir. On iki imamdan Hz. Ali, Hz.Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed el Bakır ve Cafer es Sadık gibi imamlar Alevi-Sünni ayırımı olmaksızın herkes tarafındanbenimsenir.19 Bediüzzaman da, "azami imamların en mühimleri ve sair on iki eimme-i müçtehidin"yolunu "Alem-i İslamın cadde-i kübrası" şeklinde isimlendirir.20 Hz. Hüseyin’in soyundan gelen buimamların-özellikle Zeynel Abidin ve Cafer-i Sadık-her biri manevi bir mehdi hükmüne geçerek, zulümatı dağıtıpKur’an nurunu ve iman hakikatlerini yaymışlardır.21

Bediüzzaman’ın On iki imama bakışı Alevi ve Sünniler arasında, yeni bir köprü niteliğindedir. Ehl-iSünnet alimlerinin on iki imamın ikinci altısına mütereddit bakışları, Bediüzzaman’ın net ifadelerinde görülmemektedir.Bu da Alevi ve Sünniler arasındaki mesafenin daralmasını sağlayacak önemli bir faktördür.