Risale-i Nur ve Yeni İlm-i Kelam Işığında Kullandığı Kelam Metodu

Risâle-i Nur Külliyatı, gerek içine aldığı konular, gerekse bu konuları ele alış üslubu itibariyleçeşitli şekillerde tarif ve tavsif edilegelmiştir. En yaygın şekliyle, Risâle-i Nur, "Kur’an tefsiri"1olarak kabul edilmektedir. Külliyatın çeşitli yerlerinde, müellifin bu anlamda beyanları vardır. Yine müellifin kendiifadelerinde, Risâle-i Nur bir "ilm-i kelam eseri"2 olarak vasıflandırılmaktadır.3

Risâle-i Nur, baştan sona tetkik edildiğinde onun kendine has bir metodla adeta yeni bir kelâm metoduortaya koyduğu görülecektir.4 Said Nursî, insanı marifetullaha (Allah’ı bilmeye) götüren yolları kelâm,tasavvuf, felsefe ve Kur’an olmak üzere dört kategoride mütalaa etmektedir. Ona göre kelâm ve tasavvuf, Kur’an menşeliolmasına rağmen daha sonraları işin içine insanların aklî ve fikrî mülahazalarının girmesiyle yetersiz kalmıştır.Her meselede aklı kendine rehber edinen felsefe ise zaten şüphe ve tereddütlerle dolu bir yoldur. Bütün bu yolların dışındabir de Kur’an’ın ortaya koyduğu bir yol vardır ki, bu, Allah’a ulaşmada en kısa ve en kolay olan yoldur.5İşte kelâm ilminin bütün konularını ihtiva eden Risâle-i Nur, akıl ve kalb bütünlüğü içinde bu yolu takipetmekte ve her şeyde Allah’ı tanımaya bir pencere açmaktadır.6

Said Nursî, böyle daha kısa ve emniyetli bir yolu kelâm, tasavvuf ve felsefenin ortaya koymuş olduğuyollara tercih etmiştir. O, özellikle kelâm ilmini zikrederek kelâm ile Kur’an yolunun arasındaki farkı şu misalleanlatmaktadır: "Bazı Sözlerde, ülemâ-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’an’dan alınan minhâc-ı hakikîninfarkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki, meselâ: Bir su getirmek için bazıları küngân (su borusu) ileuzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısmı da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çokzahmetlidir. Tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyular kazıp su çıkarmaya ehil olanlar; zahmetsiz, her bir yerde suyubuldukları gibi… Aynen öyle de: Ülemâ-i ilm-i kelâm, esbabı, nihâyet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ilekesip, sonra Vâcibü’l-Vücûd’un vücûdunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’an-ı Hakîm’in minhâc-ıhakikîsi ise; her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer âsâ-yı Musa gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor."7

Risâle-i Nur, ne bazı kelâmcılar gibi yalnız aklı kullanmış, ne de tasavvufçular gibi yalnız kalbinkeşif ve zevkiyle hareket etmiştir. O, imanın sadece ilimden ibaret olmayıp, insanın akıl, ruh, kalb gibi seziş ve algılayışlarınında derecelerine göre imanda hisseleri bulunduğu gerçeğinden hareketle, aklı, kalbi, ruhu ve insanın diğer özelliklerinidikkate alarak hareket etmiş; akıldan kalbe, kalbden akla geçerek örneklerle açıklamalarda bulunan yepyeni bir yoltakip etmiş ve felsefenin dahi ulaşamadığı yerlere ulaşıp iman hakikatlerini açık bir şekilde göstermiştir.8

Akıldan hareketle yola çıkan ve Yunan düşüncesini kendilerine esas kabul eden İslam düşünürlerinekarşılık Said Nursî, Kur’an’ı kendisine rehber edinmiştir.9 Bediüzzaman’a göre Kur’an, bütüncül biryaklaşımla "tevhid"e baktığı için kısır yaklaşımların göremediği, kavrayamadığı ve anlayamadığıpek çok hakikati görüp anlamıştır. Ayrıca Kur’an, tevhidi anlatırken bütün yüce İlâhî hakikatlerin mahiyetineuygun bir üslup kullanmıştır. Aynı şekilde bütün "Esmâ-i Hüsna"nın iktiza ettikleri hükümleri bünyesindetoplamış ve o hükümlerin uygunluğunu muhazafa etmiştir. Bediüzzaman’a göre böyle bir yöntem hiçbir beşerineserinde mevcut değildir. Bu yöntemi küllî anlamda bulmak mümkün değildir. Kelamcıların, mutasavvıfların vefelsefecilerin usulleri bu küllî yöntemin sadece bir bölümünde uzman olmakta ve meşreplerini o usul üzerine binaetmektedirler. Bunlar da ya ifrat, ya da tefrite düşerek dengeyi koruyamamaktadırlar.10 Bu görüşleriyle SaidNursî’nin daha önce başta Ahmed b. Hanbel, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Selefî âlimlerle İbn Rüşd gibibazı düşünürlerin yanı sıra Mevlana Celaleddin er-Rûmî gibi bazı sûfilerin kelam alimlerine yönelttiği eleştirilereiştirak ettiği anlaşılmaktadır.11

Said Nursî, bu iddiasını, daha sonra da bütün hayatı boyunca devam ettirmiş ve eserlerinin pek çokyerinde tekrar ederek, Risâle-i Nur’un sadece Kur’an’a dayandığını ve ilhamını ondan aldığını belirtmiştir. Buiddialar ışığında Risâle-i Nur incelendiğinde gerçekten de onun Kur’an’ın üslubundaki bazı özellikleri yansıttığıgörülecektir. Bunların en önemlileri arasında şunları saymak mümkündür:

1. Kur’an’ın, başta Allah’ın varlığı ve birliği olmak üzere, iman hakikatlerini ispat ederken ortayakoymuş olduğu deliller, mevcut âlemin ve yaşanan hayatın parçalarıdır. Kur’an bütün bunları, Allah’ı bilmeninbirer delili olarak kullanmaktadır. Risâle-i Nur tefekkürünün malzemesi de bunlardan başka bir şey değildir.12

2. Baştan sona kadar iddialarına aklı şahit gösteren ve insanları tefekküre davet eden ve taklitçiliğişirkin temeli olarak gösterip kökünden kesip atan Kur’an’ın bu tarzını Risâle-i Nur da aynen benimsemiştir. Nursî,tasavvuftaki süluk (manevi terakki mertebelerinde devam etmek) ve evradın (sık sık ve devamlı okunan dua ve zikirler)yerini, Risâle-i Nur’da mantıkî ve ilmî delillerin aldığını ifade etmektedir.13

3. Kur’an’ın hitabı evrenseldir. Said Nursî de, bilhassa Barla devrinden itibaren kaleme aldığı Risâle-iNur Külliyatı’nda bu yolu seçmiş ve kendisine muhatap olarak seçkin bir zümreyi değil, bütün insanlığı almıştır.14

4. İkinci maddede belirtilen özellik, Risâle-i Nur’un kelam ilmi ile çok yakından paylaştığı birtemel özellik olmakla birlikte, bu konuda kelamdan ayrıldığı ve doğrudan Kur’an’ı örnek aldığı bir husus daha vardırki, o da üslup meselesidir. Mesela cüz’î bir varlık yahut hâdisedeki tecelliyi küllî varlık ve hâdiselerle yan yanaincelemekten ibaret bir metodu açıklarken Risâle-i Nur’un kullandığı şu üsluba her hangi bir kelam eserinde rastlamakmümkün değildir:

"Esma-i Hüsna’nın her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemali var ki; birtek cilvesi, kocabir âlemi ve hadsiz bir nev’i güzelleştiriyor. Birtek çiçekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün gibi, bahar dahibir çiçektir ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cennet’i iman gözüyle görebilirsenbak gör. Cemal-i Sermedî’nin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemali ilemukabele etsen, çok güzel bir mahluk olursun. Eğer dalaletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabeleedip karşılasan, en çirkin bir mahluk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın manen menfurları olursun."15

Bu ifadelerin, okunduğu zaman insanın içindeki bir potansiyeli harekete geçiren bir güç taşıdığı,gerek ifadenin kendisinden, gerekse Risâle-i Nur’un, kendisini okuyanlar üzerinde hasıl ettiği tesirden rahatça anlaşılmaktadır.İslam âlimleri arasında da benzer bir üslubu seçenlerin sayısı az değildir. Onlar gibi, Risâle-i Nur’a da buorijinal üslubunda Kur’an’ın kaynaklık ettiği aşikardır. Ve bu üslubun vicdanlar üzerindeki tesiri, Kur’an’ın asırlarve kıtalar ötesine uzanan icazının bir delilinden başka bir şey değildir.

5. Kur’an, insana bir bütün olarak hitap etmektedir. Onun hitabından sadece akıl veya kalb değil, insanınbütün varlık ve duyguları birden feyiz almaktadır. Risâle-i Nur da bu üslubu benimsemiştir. Müellif, Risâle-iNur’daki tefekkür bahislerinin tekrar tekrar okunduğu halde usandırmamasını da yine Kur’an’dan gelen bu özelliğe bağlamaktadır.16

6. Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve müminlere çok şefkatli ve çok merhametli bir peygamberinelinde, yine müminlere bir rahmet olarak indirilen Kur’an, daha ilk sayfasında bize Âlemlerin Rabbini Rahman ve Rahimisimleriyle tanıtmaktadır. İlâhî rahmete her zamankinden çok muhtaç bir durumda olmasına rağmen, daha çocukluk yaşlarındanitibaren çevresinden gelen telkinlerle Allah’ı cezalandırıcı bir varlık olarak tanımaya meyyal olan bugünün insanınaRisâle-i Nur’un Allah’ı tanıtmasında da aynı üslup hakimdir. Yeis yerine ümit vermeyi, ürkütmek yerine müjdelemeyiesas alan Risâle-i Nur, Allah korkusunu dahi, bir yavrunun, annesinin şefkat dolu sinesine sığınmasınabenzetmektedir.17 Yine Kur’an’dan geldiğine hiç şüphe olmayan bu özellik, Risâle-i Nur’un Rahman, Rahim ve Raufisimlerine mazhariyetini göstermektedir.18

Buradan hareketle Said Nursî’nin kelam ilmine dair takip ettiği metodun, bu alanın geleneksel metodlarındanfarklı bir yere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü o, risalelerinde, okuyanları meselenin en ince detaylarınakadar götüren, onlara bütün kâinatı görebilecekleri gayet ince haritalar sunan ayrıntılı bir üslub kullanmaktadır.Bu, sadece filozoflara ve soyut aklî ilimleri tahsil eden öğrencilere hitap eden, aşırı derecede icazdan, çerçevesibelirlenmiş aklî prensiplerden ve alışılmış ilmî terimlerden öteye gidemeyen eski kelam ilmi âlimlerinde bulunmayanbir özelliktir. Materyalist medeniyetin hileli tuzaklarına düşmüş, böylelikle aklı ve kalbi dağılmış, bir çokmenfi yollarla hayatlarının tümüne medeniyetin kötülükleri bulaşmış olan tüm İslam dünyası Said Nursî’ninmuhatabıdır. O, havas-avam, büyük-küçük, kadın-erkek ayırt etmeden herkese hitap etmektedir.19 Bu açıdanBediüzzaman’ın uyguladığı metod, İslam alemi ile modern materyalist medeniyet arasında gerçekleşen savaşta, nasılmücadele verileceğini ve nelerle karşılaşacağını bilmeyen insanları uyarıcı mahiyette, gayet geniş, ince ve çokboyutlu bir programa dayanmaktadır.20

Said Nursî, Kur’an-ı Kerim’e tam manasıyla dayanarak, geçmiş asırlardaki mücadelelerde kullanılanterimleriyle havastan başka kimsenin anlayamadığı kelam ilmini, bu asırda yaşayan her bir ferdin aklına ve yapısınauygun bir ilim seviyesine indirmiştir. Bu yolla kâinat, ferdin etrafını çepeçevre kuşatmakla birlikte, kelam ilmininele aldığı enfüsî ve âfaki âlemlerdeki ince sırları müşahede yollarını aralayan ve onun kolaylıkla okuyabilmesiiçin önüne serilmiş birer sayfa haline gelmiştir. Böylelikle o kişi, onda Yaratıcısına dair en mükemmel delilleribulur. Bütün kâinatla şaşırtıcı bir yakınlık kazanır ve yine onda dalalet, küfür, şirk ve zulüm karanlıklarındakaybolup giden kendi nefsini okur.21

Mutezile ile başlayan kelam ilmi, özellikle Gazzâlî ve daha sonraki dönemlerde felsefî konuların da içinegirmesiyle terminoloji açısından felsefî bir hüviyet kazanarak halktan kopuk olarak yüksek bir seviyeye hitap eder halegelmiştir. Bu durum halkı, zamanla kelam eserlerine karşı soğutmuş ve halk daha ziyade inançla alakalı problemleriniilmihal seviyesinde yazılan eserlerden giderme yoluna gitmiştir. 19. yüzyılda Batı menşeli Pozitivizm, Materyalizm veDarvinizm gibi felsefî akımların yaymış olduğu inkarcı fikirler karşısında klasik kelam ilmi aciz kalmıştır.İşte Said Nursî halkın inancını bu akımlardan koruma maksadıyla din ilimleri yanında fen ilimlerinden deyararlanarak kelama ait anlaşılması güç olan terimleri kullanmamış ve halkın anlayabileceği seviyede Kur’an yörüngelibir kelam metodu geliştirmiştir.

Risâle-i Nur’un kelam ile ortak noktaları, tasavvuf ile benzerliklerinden daha fazla ve daha esaslıdır.Hatta, Risâle-i Nur ile kelamcılar arasındaki farkın bir üslup meselesinden ibaret olduğunu söylemek mübalağaolmayacaktır. Yirminci -ve muhtemelen yirmi birinci- yüzyıl insanının önüne açtığı tefekkür ufkuyla Risâle-iNur’un kelam tarihinde bir çığır sahibi olarak, kendisine has bir isimle anılmaya herhalde liyakatı vardır. Çünküonun getirdiği Kur’ânî kelam tarzında, bir kere keşfedildikten sonra, insanları doğrudan doğruya Kur’an ile tanıştıracakve Kur’an’da, Risâle-i Nur’un anlattıklarından çok daha fazlasını bulmalarını sağlayacak bir istidat saklıdır.22

Netice itibariyle Risâle-i Nur’un doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakim’den aldığı bu metod (Kur’ânî kelammetodu), insanı marifetullaha ulaştıran en kısa yoldur. Bu metod insanı, ne sebepler perdesi içinde boğmakta; ne de kâinatıinkara varan bir zorlamaya kapı açmaktadır. Risâle-i Nur’un bu Kur’ânî metodunda, daimî bir huzur ve kulluk şuuruvardır. Fakat bu istidadı kazanmak için, yani mü’minin kendisini her yerde ve her zaman Allah’ın huzurunda hissetmesi için,kâinatı hayale atmak veya "aslında yoktur" diyerek mevcut yaratıkları inkar etmek zorunda kalınmamaktadır.Yani Risâle-i Nur, daimî bir huzura kavuşmak için, Vahdet-i Vücud ehlinin yolunu aşan; emniyetli, selametli, daha umumîve kısa bir yolu Kur’an’da bulmuştur. Risâle-i Nur, aynı şekilde, Allah’ı daima hatırda bulundurmak için kâinatıunutarak, mevcudatı unutmak veya yok farzetmek gibi -Vahdet-i Şuhud ehlinin takip ettiği- gayri fıtrî bir yola dagirmemektedir. Kısacası, Said Nursî’nin kendi ifadeleriyle "Kur’an-ı Hakim’den alınan marifet, huzur-u daimîyivermekle beraber, ne kâinatı mahkum-u adem (yokluğa mahkum) eder, ne de nisyan-ı mutlakla (kesin bir unutmayla) hapseder.Belki başıbozukluktan çıkarıp, Cenab-ı Hak namına istihdam eder (kullanır). Herşey mir’at-ı marifet (Allah’ı bilmeaynası) olur."23