Risale-i Nur, Şerif Mardin ve Ötekilerden Bir Yazar (2)

Aktüel

Said Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları adlı kitapçığın yazarı Prof. Alpaslan Işıklı doğrudandoğruya Said Nursi’nin yazdıklarından hareketle çalışmasını sürdüreceğini belirtmesine (s. 10) rağmen, daha buyazdığı cümlenin mürekkebi kurumadan, Turan Dursun’a atıf yapmakta nedense bir sakınca görmemektedir (s. 13). YazarımızIşıklı, ağdalı Türkçesinden anlayamadığı Sözler’i, belki anlarmış umuduyla bir de Fransızcasından okuduğunu söylemekte,fakat buna rağmen hiçbir şey anlayamadığını ifade etmektedir. Tüm bu çabaları sonucunda da “Said Nursi’ninyazdıklarının hacmine oranla anlaşılacak çok az şey yazdığı kanaatine vardığını” belirtmektedir. Hazırlayıcıbu ifadelerden sonra Prof. Işıklı, temel argümanlarından birini ortaya koymaktadır: “Esasen Nurculukta anlamanınönemi yoktur.” (s.13) “Ahir vakitte nev-i beşer ulum ve fünuna dökülecektir. Hüküm ve kuvvet ise, ilmineline geçecektir” diyen Bediüzzaman değil midir? Gariptir ki, Prof. Işıklı da bu cümleye kitabının ilerleyensayfalarında (s. 37) yer verecektir. Said Nursi’nin yazdığı risalelerde onlarca, hatta yüzlerce kez akla ve anlamayavurgu yaptığını, bu eserleri Türkçesinden okuyan herkes bilir. Bu iddianın sahibi Prof. Işıklı’ya hem bir cevap vehem de ondan bu konuda iddiasını isbat için bir talep yerine Said Nursi’ye ait şöyle bir sözü hatırlatmaklayetinelim: “Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz; tasvir ve tezyin-i müddea (iddiayı edebi surette süslemek)zihnimizi işba etmiyor (doyurmuyor), delil ve burhan isteriz.” (Muhakemat, s. 32)

Yazar, Said Nursi’nin öneminin nereden kaynaklandığını soruyor ve Turan Dursun’a atıfla taraftarlarınınonu Peygamber mertebesinde gördüğünü belirtiyor. Said Nursi pek çok yerde “Ben kendimi bir kuru çubuk hükmündegörüyorum” demekte; Risale-i Nuru ise “dava değil, dava içinde burhan” olarak tanımlamaktadır. (Tarihçe-iHayat, s. 182) Onun binlerce sayfalık eserlerinin pek çok yerinde böyle bir vurgu vardır. Said Nursi’nin takipçilerimesela bir 19. Söz’ü, bir 19. Mektub’u okuduklarında İslam Peygamberini (s.a.v.) mi, yoksa bizzat bu risalelerin müellifinimi düşünürler? Böyle bir soruya muhatap olsalar, Said Nursi’nin takipçileri kendilerini hakarete uğramış kabulederler. Pek çok Nurcu, Kur’an-ı Kerim’i okumayı, Risale-i Nuru tanıdıktan sonra öğrenmiştir. Risale-i Nur okudukçaKur’an’dan ilgisini kesen hiçbir Nur talebesi yoktur. Onlar, Said Nursi’yi de, Hz. Peygamberin davasını bu asırda en iyitemsil edenlerin başında geldiği için sevmiştir.

Her şey bir yana, Prof. Işıklı, Nurculuğun “ustabaşını” Kur’an’ı bile kendi büyüklüğünüispat için alet etmekle suçladıktan sonra, Said Nursi’yi, kendi konumunu teyid için: “Ben Kur’an’ı sözlerimle övmüyorum,sözlerimi Kur’an’la övüyorum” demekle itham etmektedir. Hangi bağlamda söylendiği bir yana, bir kere bu ibareninaslı böyle değildir. Doğrusu: “Ben sözlerimle Muhammedi (a.s.m.) övmüş, güzel göstermiş olmadım; aksineMuhammed Aleyhisselatü Vesselamdan bahsetmekle sözlerimi güzelleştirmiş oldum” (Sözler, s.214) şeklinde olacak. Görüldüğügibi yazar, ilk düğmeyi yanlış iliklemiştir. Diğerlerinin yerlerinin yanlış olacağı kaçınılmazdır.

Işıklı, Said Nursi’nin Nurculuk diye bir tarikat başlattığını düşünmektedir. Ona göre “SaidNursi Risale-i Nur’un Allah tarafından verildiğini iddia edecek kadar da ileri gitmektedir.” Yazar burada İslam’ın müdafiikesilmekte ve “Oysa İslam’da Tanrı tarafından verildiğine inanılan kutsal kitapların sonuncusu Kuran’dır”demektedir. (s. 18-19) İnsanların inanmadığı, samimi olmadığı bir konuda açık vermemesi imkansızdır. Prof. Işıklı’nınbu iddiası da başlı başına akaidi bir problemle maluldür. “Tanrı tarafından verildiğine inanılan” da nedemek? Müslümanlar, bütün kutsal kitapların Allah tarafından indirildiğe iman ederler. İnanmak kişisel bir tahmin vezandır. İman kesinliği gerektirir.

Prof. Işıklı’nın bu kitapçığını, asılsız bahanelerle dine ve dindarlığa hücum geleneğinin parçasıolarak değerlendirmek gerekir; zira onun ileri sürdüklerinde çok yeni bir iddia yoktur. Böylece, bütün çeşitliliğiarkasında dine ve dindarlığa karşı yürütülen beşeri zulmün tarihinin döndüğü yörüngeye dair kuvvetli birfikir edinmiş oluyoruz. Aktörler ve olaylar değişse de, ithamlar hep aynı kalıyor. Daha Said Nursi hayatta iken aynıiddiaların muhatabı olmuştur: “Tarikatçılık, komitecilik, harici (dış) cereyanlara alet olma, dini hissiyatısiyasete alet etmek ve cumhuriyet aleyhinde çalışmak ve idare ve asayişe ilişmek gibi asılsız bahanelerle bize hücumettiler.” (Şualar, s. 274) Said Nursi, artık bu çeşit haksız iddia ve suçlamaların bıkkınlık verdiğini imaile, birazda ironik bir üslup kullanarak: “Başka bir sebep, bir mesele bulunuz da beni onunla itham ediniz”demektedir. (Şualar, s. 305) İlginçtir; Said Nursi ve Laik Sempatizanları adlı kitapçığın yazarı, Said Nursi’ninhayatında maruz kaldığı ithamları, sanki az önce işaret edilen sıraya sadık kalmak istercesine bir paralellikteyeniden gündeme getirmektedir. En başta yine tarikatçılık suçlaması var. Diğerleri malum; “dış cereyanlaraalet olma”, “dini siyasete alet etme”, “cumhuriyet düşmanlığı yapma”. Prof. Işıklı, hacmineoranla yanlışı pek fazla bu kitapçığında, geleneğe uyarak sistem ve rejim bağlamında Said Nursi’yi eleştirirken,en başa onun “tarikatçılığını” koymaktadır. Halbuki, ona yönelik “tarikatçılık iddiası”sadece itham düzeyinde kalmayıp yargıya intikal eden bir meseledir ve bu konuda mahkemelerce verilmiş pek çok beratkararı bulunmaktadır. (Şualar, s. 325)

Mahkeme kararlarıyla Risale-i Nur hareketinin bir tarikat olmadığı teyid edildiği için, geriye enetkili bir iddia olarak, “oyalama ve stratejik davranma” suçlaması kalmaktadır. (s. 18) Hemen belirtilmelidirki, Nurculuk, yasal sakıncalar yüzünden tarikat ismini kullanmayan, ama, hedefi tarikat olan bir oluşum değildir.Nurculukta, yasal engeller yüzünden değil, yaşanılan çağın gerekleriyle bağdaşmadığından dolayı tarikata sıcakbakılmamıştır. “Zaman tarikat zamanı değil, hakikat (imanı kurtarmak) zamanıdır” (Emirdağ Lahikası, s.28) sözünün sahibi bizzat Said Nursi’dir.

Kısaca, tarikat geleneğindeki “tekke”, “şeyh”, “halife”, “intisap”kavramlarının hiçbir şekilde Nur hareketinde karşılığı yoktur; olmamalıdır da. Bununla birlikte, Nur hareketininülkemizde doğurduğu ilgiye paralel olarak Nurculuk adı altında, yer yer tarikat-vari mevzi hareketler ortaya çıkabilmektedir.İstisnai olsa da böyle bir realite, zihinlerde ve davranış biçimlerinde gizli ve saklı duran yüzlerce yıllık tarikatkültürünün bir şekilde insanları etkilemesine bağlanarak açıklanabilir. Şimdi veya gelecekte ortaya çıkabilecekbu çeşit yönelimleri, kitabi anlamdaki Nurculuktan ayırmak gerekir. Zira, Nurculuk esas olarak kitabi bir hareket olduğuiçin tarikat değildir. Bu bakımdan, faraza Said Nursi ve Nurcular kendi üsluplarını, metodlarını bir tarikat olarakadlandırsalardı bile sonuç değişmeyecekti. Her şeyden önce, Said Nursi’nin tavrı hiçbir şüpheye, tartışmayameydan vermeyecek derecede açıktır: “Halbuki Risale-i Nurda daima dava edip demişim ‘zaman tarikat zamanı değil,belki hakikat zamanıdır. Ben şeyh değilim, hocayım. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak?’ Bu yirmi sene zarfındabir tek adam yok ki çıksın bana tarikat dersi verdi desin.” (Şualar, s. 28) Şu ifadeler de başka hiçbir anlama çekilmeyecekkadar açıktır: “Dersimi dinleyenlere Nur talebesi denir, mesleğimiz tarikat değil, imanın hakikatleridir.”(Emirdağ Lahikası, s. 411-412)

Işıklı, tarikat iddialarıyla bağlantılı olarak Risale-i Nur müellifinin kerametleriyle ön plana çıkmahevesinde olduğunu iddia etmektedir. Az önce değinildiği üzere, Said Nursi kendisini “şeyh” değil de”hoca” (hoca, ders verirken manevi üstünlük ve makam iddiasıyla hareket etmez) sıfatıyla tanımlamaktadır.”İhlas” hakikatını zedeler düşüncesiyle ölümünden sonra mezarının bilinmesini bile arzu etmeyen birinsanı, ön-plana çıkma hevesinde bir kişi diye tanıtmak hiçbir şekilde inandırıcı ve insaflı bir yaklaşımolamaz. Bir hususu daha belirtmeden geçmeyelim: Burada kerameti mantıkla bağdaştırmayan—gerçekten de öyledir, düzakıl yürütme anlamındaki mantıkla izah edilemeyen daha pek çok şey vardır—dolayısıyla da Said Nursi’yi kendincemantıksız işler peşinde koşan bir adam olarak lanse etme çabasındaki Işıklı, her nedense en az keramet kadar birmeta-fizik boyut taşıyan Para-psikolojiye atıf yapabilmektedir. (s.21)

“Nurculuğun kökü dışarıda bir hareket olduğu” iddiasına (s. 22 vd.) karşı da söylenebilecekçok şey vardır. “Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerinkılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil.” (Lemalar, s. 107); “Hariciittifaklar yerine Kur’an’ın berahin-i katıasının elmas kılıçlarına dayanmalıyız” diyen Bediüzzaman yerli birhareket değilse, bunu kim ya da kimler temsil etmektedirler? Ki o, düşünce planında olduğu gibi maddi eylem planındada, pek çoklarını şaşırtacak derecede tutarlı bir düşünceye sahiptir. Mesela Said Nursi, Avrupa’dan ithal edilenkalpakları giymeyecek kadar tutarlı, bir bakıma da yerli denilebilecek bir duruşa sahiptir. Hatta; Said Nursi, İngilizlerekarşı yazdığı Hutuvat-ı Sitte risalesiyle büyük bir hizmet yaptığı kabul edilerek Ankara yönetimi tarafındantakdir edilmiş ve Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrılmıştır. (Tarihçe-i Hayat, s. 194)

“Yabancıların oyununa gelmemek” en başta oynanan oyunun fark edilmesiyle sonra da ilkesel birtavır alışla ancak mümkün olabilir. Uluslar arası siyasi ve diplomatik olaylar için “zalimlerin satrançoyunu” benzetmesi yapan Said Nursi, yabancı (mesela emperyalist) güçlerin oyununa gelmek şöyle dursun, bir İslamalimi için son derece munis gelebilecek “İslam Birliği ve İttihad-ı İslam siyaseti” gibi oluşumların,birlikte hareket fikrine bile son derece mesafeli durmuştur. Çünkü, hiçbir şeye, bu ittihad-ı İslam siyaseti de olsa,davasını alet etmeme konusunda kesin bir tavır içinde olan Said Nursi, Risale-i Nurun okuyucularını değil, ihtiyacınıhisseden insanların risaleleri arayıp bulacağı konusunda tedirginlik ve kaygıdan uzak rahat bir tavra sahiptir. (Beyanatve Tenvirler, s. 171) Hiçbir şeye alet olmama (ihlas) o kadar kesin bir dusturdur ki, Risale-i Nurun geniş kitlelere yayılmasındaönemli bir rol oynaması kuvvetle muhtemel güçlere bile Risale-i Nur ve onun müellifi önem vermemektedir. (Tarihçe-iHayat, s. 423)

Bu konuyla ilgili olarak, Said Nursi’nin “Dindar Hıristiyanlar” ile ortak hareket edilmesi yönündebir düşünceye sahip olduğu akla gelebilir. Her şeyden önce bu düşünce mutlak küfre karşı dindar Hıristiyanlarlamanevi işbirliği teklifidir. Dikkat edilirse, burada bir yardım(laşma) teklifini herhangi bir bağımlılığın takipetmesi ihtimali yok denecek kadar zayıftır. İki dinin mensuplarının karşılıklı yardımlaşması hedeflendiği için,esasında söz konusu bu tavır, çok arzu edilen dinlerarası diyalog konusu içinde değerlendirilebilir; bu (sonuç) iseSaid Nursi hanesine eksi değil artı bir puan olarak yazılmak gerektir. Işıklı’nın “yerli olmamak” konusundakastetmediği, haklı olabileceği bir noktayı burada deşifre edebiliriz. Said Nursi, davasını önce Anadolu sathınasonra da bütün dünyaya yayma hedefindedir; dolayısıyla davasını yayma alanı olarak sadece Anadolu’yu hedeflemediği için,bu noktada onu sadece “yerlilikle sınırlı olmayan” bir dava adamı olarak tanımlamak mümkündür.

Yazarın ağır ithamlarından biri de, Nurculuğun Cumhuriyetin anti-tezi olduğu şeklindedir. (s.29)Halbuki, Said Nursi daha Cumhuriyetin ilanından çok önce bile meşruti bir idareyi savunmuştur. O, karıncaların davranışlarındabile Cumhuriyetçi bir cihet görecek kadar Cumhuriyet-perverdir. Risale-i Nurlarda doğrudan doğruya “Cumhuriyet”kavramı 46 defa tekrar edilmektedir (yoksa yönetimi kastetmek üzere kullanılan kavramlar dahil edilse bu sayı bir haylikabarır). Otokratik bir yönetimin aracı olarak, ya da Said Nursi’nin tabiriyle “istibdat-ı mutlak” olarak anlaşılıp(mutlak istibdat) uygulanan bir Cumhuriyet baskısını üzerinde en fazla hissedenlerden biri olsa da Said Nursi, yanlışbir cumhuriyet pratiği ile teorik cumhuriyet kavramını asla birbirine karıştırmamıştır. Merak edenler, Risale-iNurda pek çok defa yer verilen cumhuriyet kavramından her birine teker teker bakabilirler. Bunlardan bir kısmı Bediüzzaman’ıncumhuriyet-perverliği ile ilgilidir [Birkaç örnek: “Cumhuriyet aleyhinde çalışmak gibi asılsız bahanelerle bizehücum ettiler” (Şualar, s.274); “Dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayat’ım isbateder.” (Şualar, s. 317); “Cumhuriyet-perverliklerine hürmeten” (Beyanat ve Tenvirler, s. 275);”Cumhuriyet serbestiyetinden mahrum kalan (Said Nursi)” (Emirdağ Lahikası, s.136)] Bu pasajlar incelendiğinde görüleceğigibi, Risale-i Nurlardaki cumhuriyet kavramının hiçbir kullanımında, babadan oğula tevarüs eden, yani seçimedayanmayan (cumhuriyetin anti-tezi olan) bir yönetim anlayışına karşı bir özlem vurgusu yoktur.

Bununla birlikte, Risale-i Nur içinde cumhuriyet tabiri geçen cümle yada cümleciklerin önemli bir kısmıda, gerçek bir cumhuriyetin hangi esaslar üzerine kurulması gerektiği konusunda bazı önemli ikaz ve hatırlatmalar içermektedir[“Hürriyet-i ilmiye cumhuriyet zamanında elbette kayıt altına alınamaz” (Tarihçe-i Hayat, s.196);”Cumhuriyet idaresinde kanun herşeyin fevkindedir” (Emirdağ Lahikası, s. 205); “Müsavaat esasına istinadeden[etmesi gereken] cumhuriyet (Lemalar, s. 176)] Nihayet, ısrarla yanlış uygulanan bir yapıya karşı şiddet içermeyenbir tepki geliştirerek “cumhuriyetin ve kanun”un özüne dikkat çeken Said Nursi itham mı edilmeli, yoksa ödüllendirilmelimidir? Yanlış ve haksız kanunlara karşı sivil bir tepki geliştiren Gandhi, M. Luther King ve benzeri önderler, daha yaşamlarındatakdir görmüşlerdi. En az onlar kadar yerinde bir fedakarlık, cesaret ve itidal timsali olan Said Nursi ise halaCumhuriyet düşmanı olarak tanıtılmak isteniyorsa, bu talihsizlik kimin adınadır? Said Nursi adına mı, yoksa bütünbir ülke adına mı?

Prof. Işıklı, Şerif Mardin’in Amerika’da daha özgür olduğunu söylemesine bir hayli içerlemişolarak: “O, M. Luther King gibi Amerika’da özgürlüğün gelişimine ne gibi bir katkıda bulunmuş da böyle birsonuca varmış” diye sormaktadır. Mardin’in böyle bir iddiası zaten yok. Madem ki, özgürlük mücadelesinintimsali olarak Martin Luther King’e atıf yapılmaktadır, Işıklı’ya bir soruda biz soralım: Bir asırlık Türktarihinde Said Nursi’den daha çok, onun (M. L. King) çabasına benzer bir mücadele ortaya koyan başka bir şahıs gösterilebilirmi?

Özetle, “Nurculuk cumhuriyetin anti-tezidir… Dolayısıyla hilafetin yanında yer almıştır”(s. 29) iddiası temelsiz bir iddiadır. Yukarıda geniş biçimde açıkladığımız gibi Said Nursi, cumhuriyet teorisinetaraftardır, ancak bu isim altında kurulan tek parti istibdadına karşıdır.

Kitabın ilerleyen kısımlarında Said Nursi “egemenlerle işbirliği”ni çok iyi yürüten(kurnaz!?) bir kişi olarak tanıtılmış. (s. 34) Yazara kalırsa, Said Nursi’nin, Mustafa Beyin konağında kalması, Jön-Türkleri,çok sonraları ise Demokrat Partiyi desteklemesi bundanmış! Halbuki, Said Nursi’nin çok daha küçük yaşlardan beriyaratılış olarak güce ve makama boyun eğmediğini biliyoruz: Bazı medrese hocalarını saymaması, esarette Rus başkumandanıgeçerken ayağa kalkmaması, Abdulhamit’i yüzüne karşı eleştirmesi vs. Said Nursi gücün yanında olsaydı, ülkeyisonsuza kadar yönetecekmiş gibi bir hegomonik yapı kuran tek parti idaresiyle başı dertte olmazdı. Egemen güçlerinyanında olsa, zehirlenmez, hapse atılmaz, il il kasaba kasaba sürgüne gönderilmezdi; egemen güçlerin yanında olsadefalarca berat kararı verildiği halde eserleri sanki yasaklıymış gibi takibe uğratılmazdı.

Daha önce Nurculuğu, Cumhuriyetin anti-tezi olarak tanımlayan yazar, daha sonra Said Nursi’nin Cumhuriyetyönetimiyle iyi geçinme çabasında olduğunu ileri sürerek (s. 35) anlaşılmaz bir çelişki içine düşmüştür.

“Nurculuk ve Pozitif Bilimler” başlığı altında Prof. Işıklı son derece subjektif kanaatlerortaya koymuş. Uzmanı olmadığı İslami disiplinlerde (usul, akaid, kelam, tasavvuf) her nasılsa son sözü kendisinin söylemeimtiyazı varmışcasına hakemlik rolünü üzerine almış; “Bilim ve tekniğin iman hakikatlerini izah için hiçbirşekilde delil olarak kullanılamayacağı” (s. 37) gibi bir fetva vermekte sakınca görmemiştir. Gerçekten, imanhakikatlerini açıklamada bilim ve tekniğin imkanlarından yararlanmayı yasaklayan İslami bir emir ya da bir ilke var mıdır?

Yazar Işıklı, Batı uygarlığı karşısında Nurculuğun yeriyle bile ilgilenmiş. Hem de ne sonuçlarçıkarmış! Ona göre Said Nursi, “[ilerleme ve terakki karşıtı olarak] bir lokma bir hırka” felsefesine bağlıkalan bir insandır. Oysa ki, Said Nursi’nin böyle bir görüşü yoktur. Aksine günümüzde, ilerlemenin maddi yönününde olması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak Said Nursi modernist anlamda bir ilerlemeci de değildir; “Bir lokma birhırka”, şahsi iktisat ve kanaat şeklinde anlaşılıyorsa, o yaşamını “bir lokma ve bir hırka ile geçirmiş”bir insandır.

Tüketim ve lüksü ilerleme sayan bir anlayışın faturasını geniş halk tabakaları—özellikle şu günlerde—”birlokma ve bir hırka”lı günler geçirerek ödemektedir.

Yazar, “Said Nursi ve Kadın” alt başlığında güya Nurculuğun bu konudaki görüşlerine yervermektedir. Yazara göre Said Nursi evlenmeye karşıdır (s. 39); oysa Işıklı’ya göre “İslamiyette evlenmeyiharam sayan tek bir satır yoktur”. Sadece bu satırları okuyan bir insan, Said Nursi’yi, İslamiyette ruhbanlığısavunan bir kişi sanabilir. Said Nursi “Neden sünnet-i seniyyeye muhalif olarak mücerret (bekar) kaldın?”sorusunu Hanımlar Rehberi adlı eserinin baş kısımlarındaki bir mektubunda bakınız nasıl cevaplamaktadır: “Kırkseneden beri gayet dehşetli bir zındıka hücumu karşısında, her şeyini feda edecek hakiki fedakârlar lâzım geldiğibir zamanda, Kur’an-ı Hakîm’in hakikatına, değil dünya saadetimi belki lüzum olsa âhiret saadetimi dahi feda etmeyekarar verdim. Değil bir sünnet olan muvakkat dünya zevcelerini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırakmayamecburdum ki: İhlâs-ı hakikî ile Hakikat-ı Kur’aniyeye hizmet edebileyim. Çünkü bu dehşetli dinsizlik komiteleri, öyledehşetli hücumları ve desiseleri yapıyorlardı ki, bunlara karşı gelmek için âzamî fedakârlık yapmak ve harekât-ıdiniyesini rızâ-ı İlâhi’den başka hiç bir şeye âlet yapmamak lâzım geliyordu. Biçare bir kısım âlimler veehl-i takva insanlar, çoluk-çocuğunun maîşet derdi için bid’alara fetva verdiler veya tarafdar göründüler. Hususandin derslerini kaldırıp Ezan-ı Muhammediyi kaldırmak gibi dehşetli hücumlara karşı, âzami fedakârlık ve âzamîsebat ve metanet ve her şeyden istiğna etmek lüzumu karşısında ben bir sünnet-i seniye olan evlenmek âdetiniterkettim ki, tâ çok haramlara girmiyeyim. Ve çok vacipleri ve farzları yapabileyim. Bir sünnet yüzünden yüz günahagirilmez.”

Bu ifadelerden nasıl oluyor da evlenmenin haram olduğu sonucu çıkarılıyor? Yazarın ulaştığı busonuç karşısında, “Bana öyle bir söz söyle ki, seni mahkum etmeyeyim” sözünü hatırlamaktan başka neyapacak bir şey yok.

Bundan sonra “Nurculuğun Fethullah Gülen Dönemi” ele alınmış. Nurculuğun böyle bir dönemiolup olmadığı hususu müstakil olarak incelenmeye değer bir konu olduğundan bu yazının sınırlarını aşmaktadır.Fethullah Gülen ile ilgili yorumların da cevabını halen hayatta olduğundan kendisi verebilir. Onun cevap hakkını ihlaletmemek için bu konuya girmeyi doğru bulmuyoruz.

Kitapçığın son sayfasında, ne anlama geldiği pek açık olmayan bir ifade var: “Nursi’nin başlattığıakım, çok değişik yönlerde ve yerlerde gelişmiş; dünyanın en güzel çiçeğini yetiştirmek umuduyla da olsa, onunektiği tohumlardan acayip bir bitki ortaya çıkmıştır.” (s. 93) Halbuki Said Nursi’nin “Sizler cennetasa birbaharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.” (Tarihçe-i Hayat, s. 75) sözügerçekleşmiştir. İnsaflı her nazar bunu görebilir.

Said Nursi, “karşısındaki imansızlık yangını içinde alev alev yanan milletinin imdadına koşanbir insandır.” Böyle bir yangını söndürmeye koşarken, kendisini kösteklemek isteyen herhangi bir kimseye ayağınıntakılmasını mesele yapmamakta ve şöyle demektedir: “O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymetifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!” (Tarihçe-i Hayat, s. 15) Said Nursi’nin sahip olduğu hamiyetin büyüklüğübazı kesimlerce anlaşılmadığı için, o ve davası zaman zaman asılsız suçlamalara maruz kalmaktadır. Risale-iNur’un bakış açısı anlaşıldığında mesele kalmayacaktır. Lakin belli bir ideolojiyi her ne pahasına olursa olsunsavunma ihtiyacı, her şeyi baştan yok etmektedir. Belli bir ideolojiye bağlanarak Said Nursi’yi anlamak elbette zor vehatta imkansızdır. Işıklı ve kitapçığının Said Nursi ve Risale-i Nurla ilgili tespitleri hakkındaki son değerlendirmemizi,yazarın Ziya Paşadan aktardığı bir sözle bitirelim: “Bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”

Not: Alıntılarda adı geçen Risalelerin Yeni Asya Neşriyat tarafından yapılan baskıları esasalınmıştır.