Risale-i Nur, Şerif Mardin ve Ötekilerden Bir Yazar (1)

Aktüel

Said Nursî, Risale-i Nur ve Nurculuk ile ilgili yazı ve değerlendirmeler günümüzde gittikçe artmaktadır.Said Nursî’nin mesajının evrensel boyutlar taşıdığı pek çok yazar ve düşünür tarafından dile getirilmektedir.Mardin’in kitabının başlığını ödünç alarak ifade edersek, ortada bir "Said Nursî Olayı" bulunmaktadır.Ortaya çıkış heyecanı ve geniş kitlelere mal olma zamanı dikkate alındığında, gerçekten de-en azından ortadasosyolojik bakımdan-bir Said Nursî Olayı vardır.

İslam tarihi içinde nasıl bir hareket tarzı olduğu, yaşadığı çağın anlayışına hangi"yeni"yi sunduğu bir tarafa bırakılsa bile, sırf bu yüzden Said Nursî ve onun anlayışı, üzerinde durulmayıfazlasıyla hak etmektedir. Böyle bir gerekliliğe ilk dikkat çeken kişi Cemil Meriç’tir.

Büyük ölçüde onun yönlendirmelerinin etkisiyle Şerif Mardin, onca konu arasından çalışmalarındaSaid Nursî ve onun hareketini incelediğinde bazıları bundan büyük bir mutluluk duymuştur. Bazıları ise, şimdiyekadar sahasındaki yetkinliğine toz kondurmadıkları Mardin’i-onun bilim adamlığını doğrudan sorgulayamadıkları için-"SaidNursî sempatizanlığı" ile suçlamaya kadar varabilmişlerdir.

Birinci kesimin belki biraz da abartılı sevincini anlamak kolaydır. Çünkü Said Nursî ve eserleri ilkkez, onun hizmet metodunu benimseyenlerin belki hiçbir vakit ulaşamayacakları bir çevreye Mardin vasıtasıyla tanıtılmışoluyordu. Buna karşılık, ikinci kesimin tedirginliğine, telaşına ise bir anlam vermek zordur. Zira Mardin’in, sadecekendi sahasını yakından ilgilendiren bir konuyu aydınlatmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Söz konusu çalışma,muhtemelen onda bir Said Nursî sempatisi uyandırmamış da olabilir. Ama her nedense, Şerif Mardin’e sempati duyan pek çokinsan, sözüm ona aydın, hayal kırıklığına uğramıştır. Halbuki, "Said Nursî Olayı"nın yazarı,"tek başına bir insanın, ‘organize’ siyasî baskı ve engellemelere rağmen nasıl olup da bu kadar ilgi çektiği"sorusunun cevabını aramaktadır. Ne var ki, ülkemizde bazı çevreler, bilime ve bilim adamına hiç de böyle bir misyonbiçmemektedir. Mesela, az sonra tahlilini yapacağımız bir kitapçık, yanlış bilgi ve tarafgir bir tutumla bir eserinnasıl ele alınacağına çok güzel bir örnek teşkil etmenin yanında, resmi ideolojinin aradığı-saplantılı-bakışaçısını da çok güzel aksettirmektedir. Söz konusu yazar, uluslararası bir şöhreti tek kalemde aforoz etme zorluğununfarkında olarak, Mardin’i, insani bir zaafla-Said Nursi hayranlığı-suçlamaktadır. Düşüncelerini beğenelim-beğenmeyelim,şimdiye kadar yaptıklarıyla, kendi sahasında haklı bir üne kavuşmuş bir adam, sadece ve sadece bir kişiyi kuru sıkıifadelerle övmek üzere bir kitap yazarak, kendi elleriyle şöhretini niçin gölgelesin? Mardin, Said Nursi gibi bir şahsakarşı gösterilen hayranlığın bedelini bilmeyecek kadar şöhrete veya başka insani tutkulara aç bir insan mıdır ki,bu vesile ile bir kitap yazmış olsun ve onun içinde "Said Nursi’ye hayranlığını dile getiren derin övgüler içerenbazı ifadeler sıralamaktan" kendisini alamamış bulunsun.

Anlaşılan, mahut çevrelerce resmi ideolojinin karalayıp unutturmaya çalıştığı bir şahsı, bir düşünceyine şekilde olursa olsun araştırmak, incelemek affedilmez bir cürüm teşkil etmektedir. Nitekim objektiflik kaygısınınçalışmalarına hakim olduğunu gördüğümüz Şerif Mardin bile, kolayca zan altında tutulabilmektedir. Halbuki, iddiaedildiğinin aksine, şayet mutlaka esere yansıyan bir duygusallık aramak gerekirse, satır aralarıyla birlikte okunduğunda;"Said Nursi Olayı" adlı kitapta Said Nursî’ye övgüden çok, derinden derine Türk modernleşmesinin çarpıklıklarınaduyulan bir sitemin hissedildiğini söylemek mümkündür.

Modernleştirici politikalar ve programlar, Türkiye’de eşine sık rastlanmayan cinsten bir çelişki doğurmuştur.Mardin, pek çokları gibi, "Türk modernizminin yürütülmesinde kaba ve dayatmacı bir toplum mühendisliğinintercih edildiğini, bu üslubun toplum katmanlarında derin bir boşluk oluşturarak, Said Nursî hareketine hız kazandırdığını"ileri sürmektedir. Yazarın da altını çizdiği gibi, Bediüzzaman’ın diğer bakımlardan oynadığı rol, taşıdığıönem bir kenara bırakılsa bile o, eserleri ve mücadelesi ile Türkiye’deki toplum-devlet ayrışmasında yaşanandepremin (kısaca, "Türk Modernleşme projesi") kırılma hattını dolduran, deyim yerindeyse "olay birinsandır". Bu terkibin açılımı, bir bakıma "Said Nursî kimdir?" sorusunun da cevabını teşkil eder.Artık, hemen herkesin birleştiği bir Bediüzzaman tanımı var: Said Nursî; geçmişle geleceğin, medrese ile okulun, akıllakalbin, Batı ile Doğunun karşılaşması sonucu ortaya çıkan muazzam boşluğu fark edip, onu tesviye etmeye çalışmışsamimi ve sebatkar bir mümindir.

Mardin’in çalışmalarının da etkisiyle olsa gerek, objektiflik konusunda bir mesafe alındığınıbelirtmek gerekir. Artık neredeyse hiç kimse, bilhassa akademik unvan taşıyan yazar ve çizerler, Said Nursî ile ŞeyhSaid’i karıştırmamaktadır. "Onun cumhuriyet ve demokrasi düşmanı olduğu" şeklindeki gerçek-dışıiddiadan vazgeçilmiştir. Ancak hala, kulaktan dolma bilgilerlerle ve ideolojik bir körlükle, Said Nursî ve Risale-iNur’u değerlendiren bazı yazılar kaleme alınabilmektedir. İşin en tuhaf yanı da, ya tamamen kaynak dışı ya da adetacımbızla çekilip alınan, dolayısıyla bağlamından kopartılan cümlelerin bol bol kullanıldığı, esas maksadınkafaları karıştırmak ve hedef göstermek olduğu anlaşılan çalışmalara rastlanmaktadır. İşin aslı, bu çeşityazılar, daha önce yazılanların, bilimsellik cilası altında üretilmiş yeni versiyonlarından başka bir şey değildir.

"Türkiye İş Bankasının katkılarıyla" yayınlanıp, Cumhuriyet Gazetesinin okurlarınapromosyon olarak dağıttığı bir kitapçık, bu türün, en tipik ve en son örneklerinden biri olarak karşımızdadır.Said Nursî, Fetullah Gülen ve Laik Sempatizanları başlığını taşıyan, karalamalarla ve yanlış değerlendirmelerledolu, insanın neredeyse tümüyle bir "iftira-name" diyesi geldiği bu kitapçık Alpaslan Işıklı imzasını taşımaktadır.YÖK üyeliği görevi de bulunan yazar, bu kanaatlere nereden ve nasıl varmaktadır? Yazar, demokratik ve bilimsel kişiliğinidaha kapıda (önsözde) bırakarak birilerini göreve çağırmaktadır. Önsözün ilk paragrafı aynen şöylebitmektedir: "Ancak unutmamak gerekir ki, her şey bitmiş değildir, yarın ne olacağı yine de belirsizdir.Cumhuriyetin geleceği, bir dizi karmaşık faktörle birlikte, cumhuriyeti korumak ve yaşatmak sorumluluğunu taşıyanlartarafından belirlenecektir." (s. 8). Bu ifadelerden sonra ne ölçüde bilimsel bir içerik taşıdığı bile bile,insanların ifade hürriyeti var diye sükunetinizi bozmadan kitabı sonuna kadar okumaya belki katlanabilirsiniz? Ancak, başkabir merakın beyninizi kemirmesinden kolay kolay kurtaramazsınız. Çünkü demokratik değerlerin, çoğulculuğun egemenolduğu bir dünyada, hem de akademik ünvana sahip bir kişi, kronik vehimli bir bakıştan kendisini kurtaramıyorsa,ortada muhakkak kişisel tutumu aşan çok daha köklü bir sakatlık vardır; ya da en azından bir şartlanmışlık."Sahibi için, aklı selimin, bilimin gerekliliğini bir çırpıda unutturabilecek kadar bir şartlanmanın (obsesyon)kaynağında ne vardır" diye soracak olursak, nerdeyse bütün yolların en sonunda "Burası Türkiye"ye çıktığınıgörürüz. Konu bu değil ama bütün çirkefliklerin kutsal bir heyula adına işlendiği, sorgulamanın suç, muhalefetinbölücülük sayıldığı bir yerde, kimileri için "burası Türkiye olgusu" hesaba katılması gereken önemlibir risk teşkil ederken; kimileri için servet ve ikbalin anahtarıdır.

Daha iyi anlamaya hizmet etsin diye, böyle bir genel bakış açısı sunmayı yararlı gördük. Kitabınayrıntılı tahlilini gelecek haftaya bırakıyoruz.