Risâle-i Nur mesleğinde şefkat – 2

NUR TALEBELERİNDE ŞEFKAT

Risâle-i Nur’un hakiki şakirtleri, iman hizmetini her şeyin üstünde görür. Tam bir ihlâs, sadakat ve şevkle hizmet eder. Vazifeleri hizmettir. İlâhî vazifeye karışmazlar. Allah’a itaati, çalışkanlık ve merhameti öğreten Risâle-i Nurdan, kıymetini anlayan hiçbir fert, ne pahasına olursa olsun ayrılmaz.

Bediüzzaman Hazretleri talebelerine gönderdiği mektuplarda kardeşler arasında tam şefkatin yerleşmesi meselesi üzerinde sıkça durmuştur. Zira, şefkat duygusuna sahip bir Nur Talebesi, bir sıkıntı ile karşılaştığında sükûnet, soğukkanlılık ve tahammülle karşı koyar. Kısaca Nur Talebesi şefkati inkişaf etmiş bir insandır. Zira, aksi olan bencil, enaniyetli ve kendine güvenen birinin nur esaslarını yaşaması mümkün değildir.

Nur Talebelerinin efsane ve model ismi Zübeyir Gündüzalp’e, Nur hizmetindeki her türlü işi, aynı şevk ve gayretle yapmasını sağlayan, onun Risâle-i Nurdan öğrendiği şefkat ve hizmet şuurundan değil midir?

İSLÂM ÂLEMİNİN YÜKSELMESİNDE ŞEFKATİN YERİ

A) Tarihçe-i Hayat adlı eserde; bu millet ve vatanın sosyal ve siyasî hayatının anarşilikten kurtulması için beş esas lâzım ve zarurîdir denilmiştir. Bunlar:

1- Merhamet, 2- Hürmet, 3- Emniyet, 4- Haram ve helali bilip haramdan çekilmek, 5- Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

Bu beş esasın temelde şefkat duygusunun inkişafıyla yaşanabileceği ortadadır.

B) Âlem-i İslâmın maddî terakkiyatının ve istikbaldeki hâkimiyetinin, kalbinde bulunan beş kuvvetle gerçekleşeceğinin ifade edildiği Hutbe-i Şâmiye adlı eserde; dördüncü kuvvet “şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniye” olarak tesbit edilmiştir. Yani müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.1 Daha öncede bahsi geçtiği üzere, bu, ancak ve ancak şefkat hissiyle mümkündür.

ŞEFKATİN ÖLÇÜSÜ

Malûmdur ki, her duygunun bir hadd-i vasatı ve istikameti vardır. Bediüzzaman Hazretlerine göre şefkatin ölçüsü aşağıda belirtileceği üzeredir.

A) Ehl-i dalâlet ve gaflet şu yönleriyle şefkate lâyık değillerdir:

“Çünkü lüzumsuz ve malâyani bir surette ve vaziyette hakikî vazifelerini ve lüzumlu işlerini bırakıp afakî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hadiselerini merak ile dinleyerek, karışarak, ruhlarını sersem, akıllarını geveze etmişler ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, zararına razı olana şefkat edilmez.2

B) Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin derecesini aşmamak ve onun mertebe-i şefkatinden taşmamak prensibi önemli bir esastır. Bu hakikati Üstad Hazretleri şöyle dile getirmiştir:

“Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat elbette merhamet ve şefkat değildir. Belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir ruhî maraz ve bir sakam-ı kalbîdir ve binler Müslümanların hayatı ebediyelerini mahvedip ve yüzer ehl-i imanı su-i âkıbete ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârane taraftar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına duâ etmek; elbette o duâ, o mazlûm ehl-i imana dehşetli bir merhametsizliktir ve şenî bir gadirdir.” 3

RİSÂLE-İ NUR MODELLERİNDE ŞEFKAT

Bediüzzaman, müsbet hareketi ilke edinmiş barışçı, çağdaş, sivil toplum merkezli, iman kurtarma misyonlu, İslâm mirasıyla barışık, sevgi ve şefkat odaklı, insan eksenli Kur’ânî mesajların yorumu olan Risâle-i Nur modelinin (Kur’anî tebliğ) esaslarını şöyle tespit etmiştir:

* Risâle-i Nur mesleğinin esası ihlâs sırrına dayanır.

* İhlâstan sonra en büyük esas sebat ve metanettir. (Kastamonu Lâhikası)

* Risâle-i Nur’un mesleği, maddî ve manevî feragat mesleğidir. (Emirdağ Lâhikası)

* Mesleğimizin esası uhuvvettir. (Lem’alar)

* Risale-i Nur’un bir esası da dostluk ve kardeşâne arkadaşlık bağları kurmaktır. (Şuâlar)

* Mesleğimizde tahrip ve tecavüz yok, müdafaa ve tamir var. (Kastamonu Lâhikası)

* Fenalığa iyilikle mukabele etmek esastır. (Mektûbât)

* Fıtratı değiştirmek değil, onun mecraını düzeltmek esastır. (Mektûbât)

* Uslûbu, Kur’ânî ve Nebevî’dir

* Risâle-i Nur mesleğinde benlik, enaniyet, şan, şeref, gösteriş ve makam sahibi olmak yoktur.

* İmana hizmette siyaset topuzu yoktur.

* Risâle-i Nurla imana hizmetten usanç ve tembellik göstermek “şefkat tokatlarını” celbeder.

* Şefkatle cihazlanmış, hürriyet-i şer’iyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir. (Hutbe-i Şamiye)

* Risâle-i Nur mesleğine karşı çıkan veya çıkartılan hoca ve şeyhlere karşı tesanüdü muhafaza edip onlarla mücadele ve münakaşa etmemek.

* “Bir müminin bütün sıfatları mü'minâne olmadığı gibi, bir kâfirin de bütün sıfatları kâfirane olmayabilir” hakikatı ile hareket etmek.

* Dinsizlik cereyanına karşı Rahmanî ilkeler noktasında ehl-i kitapla ittifak haline geçmek.

* Hakkı; ehl-i kitaba güzellikle, yumuşaklıkla, delil ve ispat yoluyla anlatmak,

* Kur’ânî prensiplerden biri olan, “Birinin hatasıyla sorumlu olmaz” hakikatince suçun şahsîliği esasını kabul etmek.

SONUÇ

Sınırsız acziyet ve fakriyet içerisinde olan insan, ancak aciz ve fakir olduğunu hissettiği dönemlerde daha şefkatli olabilmektedir.

Bediüzzaman Said Nursî; Kur’ân’ın mukaddes eczanesinden aldığı ilaçları kendi yaraları için kullanıyor, aynı zamanda da bütün insanlığa reçete olarak sunuyor.

Asrın bediîsi; “Fıtraten Müslim, yani Allah’a teslim olmuş olan, hele Müslüman neslinden gelen bir adam, aklı ve fikri İslâmiyet’ten sıyrılıp soyutlansa bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyet’ten vazgeçemez. Üstelik en ebleh, en sefih insan bile fıtratı ve vicdânı ile, îmanın hakikatlerine bütün mevcudiyetiyle taraftardır. Mesele kalp ve ruhun nefislerce esir edilmiş olması. Ama insan yine insandır, yine de fıtraten mükerremdir. Fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar” diyor. Bunun en büyük ispatı ise, günümüzde nesillerin, özellikle de gençlerin korkunç derece de idlâl ve ifsâd edildiği halde, günaha, harama mani bütün engeller, kaldırılmış olmasına rağmen, insanların Kur’ân’a ve imana yönelmeleri gösteriyor ki, insanlık, fıtratında olan gerçek hakikati arıyor. Bu yüzden nefislere değil, kalplere ve ruhlara şefkat, fıtrata şefkât, fıtratın fetretten çıkması için şefkât…

Günümüzün fırtınalı denizinde, pusula arayan insanların maruz kaldığı manevî buhran karşısında sorumluluklarımız artıyor. Başıbozuk dünyanın, aklı ve kalbi müşevveş eden taarruzları karşısında, îman ışığı ile yol almak, hâdiseleri doğru okumak ve anlamak zorundayız.

Kur’ânî bakışın bu asra ilişkin ölçü ve esaslarının orijinal yorumu olan Risâle-i Nuru şefkat şuurunun tecellisi olarak görmekteyiz. Bu dönemde İslâmiyet’in doğru anlaşılmasında ve mesajın doğru verilmesinde bize en büyük rehber olan Rahmet ve şefkat odaklı Risâle-i Nur’a insanlığın şimdi daha çok ihtiyacı var.