Risâle-i Nur eksenli bir “estetik teorisi” denemesi – II

Hüsn-ü Tâ’lil

Edebiyatta bir olayı görünür sebebinden daha güzel ve daha önemli bir sebeple açıklama sanatına "hüsn-ü ta’lil" denir.13 Bu açıdan bakıldığında, edebiyatta sevgiliyi güzelleme adına gerçeküstü ve abartılı bir niyetle yapılan bu sanatın kâinatta hiç gerçeküstüne kaçmadan ve abartıya gerek kalmadan yapılabileceğini görürüz. Çünkü, kâinatta gözlemlediğimiz her sonuç için görünür her sebep gerçek sebep değildir. "Müsebbibü’l Esbab" [Sebeplerin Yaratanı]14 sebepleri sonuçları vermek için bir bahane eylemektedir o kadar. Doğrusu, her sonuç bize kendini tanıtmak ve sevdirmek isteyen Sevgili’nin ["Mahbub-u Ezelî"nin] güzel isimlerinden ya da mükemmel sıfatlarından biri(leri)ni görmek içindir. Sözgelimi, sırf gözümüzle görüyoruz diye arının bal yapımı için sebep gösterilmesiyle iş bitmez. Balın "zehirli bir böcek" olan "arının eliyle" çiçeklerden toplanması, damağımızın en ince zevklerini, bedenimizin en temel ihtiyaçlarını dikkate alacak denli Rezzak, Rahim, Kerîm, Kadîr olan Mahbub-u Ezelî’nin bir iltifatıdır, bir ihsanıdır.15 Bu iltifatın baldan daha tatlı, bu ihsana muhatab olmanın hazzı balın lezzetini kat kat aşar.16

Adiyât/Mu’cizât

Bu kavle göre, tüm bir kâinat uygulamalı bir hüsn-ü ta’lil sanatından ibarettir. Varoluş, ‘Güzel İsimler’in güzel tecellilerine mekân olmak üzere sürmektedir. Nitekim, makalenin merkezini oluşturan "Bismillah her hayrın başıdır" sözünü alıntıladığımız Birinci Söz’de, taşlarda görülen sertliğin ve ateşte görülen yakıcılığın bile, Musâ Aleyhisselam’ın asâ mu’cizesi ve İbrahim Aleyhisselâm’ın ateş mu’cizesinin yorumları ekseninde ‘Güzel İsimler’in tecellilerine birer bahane olduklarını görürüz. Yumuşak kök ve damarların sert olan taş ve toprağı delip geçmesi ve nazik ve yeşil yaprakların şiddetli sıcaklığa karşı aylarca yaş kalması sertlik ve yakıcılık gibi tabiatçılarca "en güvenilir" temel sabitelerin de "Allah’ın isim(leri)"ne göre dönüştüğünü gösterir.17 Diğer bir açıdan bakıldığından, göre göre alışageldiğimiz böylesi "olağan" olguların, Kadir ve Rahim olan Bir’inin kudret ve rahmetinin "olağanüstü" tecellilerine [tıpkı bu bakış açısının oluşumuna mihenk olan "asâ-yı Mûsa (as) ve azâ-yı İbrahim (as) mu’cizelerinde olduğu gibi] bağlanır; böylece güzelliği görmenin yolu gösterilir.

Aşk/Bakış

Yaratılışın "Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim" mealli hadis-i kudsînin işaret ettiği gerekçeyle başlayan hareketi, Yirmidördüncü Mektub’un eşyanın zeval ve firakını sorgulayan uzun ve cesur sorusuna18 verilen cevabın rehberliğinde, Yaratıcı’nın varoluşu hem "gayrın nazarıyla" hem de "bizzat nazar-ı dekaik-aşinâsı ile" seyretmesinde saklı derin sırlara doğru ilerler. Yani, Yaratıcı’nın yaratma iradesiyle görünür kılmayı irade ettiği güzel ve mükemmel vasıfları, varoluşun uğradığı haller içinde yansır, göze çarpar, belirlenir, gerçekleşir.

Eşya, öncelikle görünür, algılanabilir ya da Kur’ân ve kâinatı aynı bakış içine koyan Risâle-i Nur tabiriyle "okunur" olduğu için anlamlı, güzel ve estetiktir.19 Yirmidördüncü Mektub’un akışı içinde, varoluşun merhametsiz, anlaşılmaz ve hatta çirkin görünen hallere uğradığı halde anlamlı ve estetik olduğunu kavra(t)maya çalışan Said Nursi, "gayrın nazarı"nın, yani insan, cin, melâike ve ruhâniyât gibi şuur sahiplerinin bakışının ve algılamasının anlam ve güzellik kaynağı olduğunu belirttikten sonra, bir aşamadan sonra bunun da tek başına varlığı anlamlı kılmaya yetmediği kanaatine varır.

"Sonra san’attaki harikalar inkişaf etti; o gaye kafi gelmemeye başladı. Daha sonra büyük diğer bir gaye gösterildi. Yani, herbir masnuun en mühim gayeleri Sâniine bakar; Onun kemâlât-ı san’atını ve nukuş-u esmâsını ve murassaât-ı hikmetini ve hedâyâ-yı rahmetini Onun nazarına arz etmek ve cemal ve kemâline bir ayna olmaktır, bildim."20

Cemâl/Kemâl

İlgili bahiste, eşyanın anlamlandırılmasında, bundan bir sonraki aşamayı daha haber verdiği halde, bu makaledeki maksadımız açısından, bu aşama ile iktifa edip, eşyanın ve eşyada gözlemlenen her halin, sadece Cemâl ve Kemâl sahibi bir Zatın kendi nazarına görünmesi ve biz şuur sahiplerinin de aynı Zâtın cemâlini ve kemâlini ilan eden birer mektup, Onun "Güzel İsimler"ini yansıtan birer ayine olarak görmemiz halinde, estetik bir anlam kazanacağı sonucuna varıyoruz.

Özetlersek, estetik; ancak mü’minâne bir bakışla gerçekleşir. İman etmek, nihaî tahlilde bir estetik eylemdir, bir güzelleme niyetidir. Küfür ise, varoluşu çirkinliğe düşüren bir eylemsizlik hâli; eşyanın yüzünü körelten ve matlaştıran bir yıkıcı niyet, her bir varlığı kör noktaya düşüren bir körleşmedir.

Varlık, ancak Allah adına mümkündür. Varlığın varoluş temelleri esmadır. Hakikî hakaik-ı eşya esma-i hüsnadır. Varlık, yokluğa esmanın tecellileri üzerinde galebe eder. Güzellik, esmâ ile başlar, varlık ve hayır Allah’ın ismi ile başlar, realize olur.21

Buna göre, estetiğin temeli varetme iradesidir. Varlığın temeli Varedenin estetik iradesidir, güzelleme kastıdır.22 Estetik, varlıkla birlikte vardır. Varedilen her şey güzeldir, hayırdır. Güzel olmayan ancak yokluğa yakındır, itibarî olarak "var"dır, çirkinlik insanın seçimine ve sebeplerin yeteneksizliğine23 bağlıdır. Mahluk olan ne varsa güzeldir. Güzeli var eden de, Esmâ-i Hüsnâ’nın Sahibidir. Görünür alemin estetiğini, görünmez olan alem, gaybî olan tamamlar. Buna göre, iman, nihai tahlilde estetik bir eylemdir, bir güzelleme niyetidir. İman etmeyen en büyük estetik anlayışı kaybetmiştir. Onun nazarında her şey çirkindir, matemlidir. Kendisi kendini görür, hakikati göremez, güzelliğe ve estetiği kördür.

Risâle-i Nur’un esmâ dersi ışığında, kâinat baştan sona reel bir hüsn-ü ta’lil sanatına dönüşür. Öyleyse, "güzel[ce] gören, güzel [isimleri] düşünür, güzel [isimleri] düşünen, hayatından [Bir Sevgili’ye muhatap olma] lezzet[i] alır."

— SON —