Hayır/Şer
"Bismillah her hayrın başıdır" kelimesi varoluşa ilişkin bir manifesto sayılabilir. Birinci Söz’ün başını tutan bu cümle, kuruluş şekliyle Risâle-i Nur’daki düşünüşün eksenlerini de belirler. Cümlenin öznesini oluşturan "Bismillah" ["Allah’ın ismi ile"] Risâle-i Nur’un bütününe hâkim olan Esma-i Hüsna’yı kodlarken, "hayır" kelimesi Risâle-i Nur’un mesaj zeminini oluşturan kavram haritasında vücud-adem [varlık-yokluk] ekseninin varlıktan tarafa düşen ucunu gösterir. ‘Hayır’ vücudîdir; yani varoluşla ilgilidir. ‘Hayır’ın karşıtı olan ‘şer’ ise ‘ademî’dir, yokluktan yana düşer. Yani, ‘vücud-adem’ ekseninin paralelinde ‘hayır-şer’ ekseni yer alır.1 Vücud ve hayır bu eksenin bir tarafını, adem ve şerr bir tarafını tutar. Buna göre, hayır, varoluşun kendisidir, varlığın zarfıdır. Şer, ise varlıktan nasipsizdir, yokluktur. Yokluk, şer olarak görünür ve algılanır.2
Başka türlü ifade edersek, Risâle-i Nur’un terminolojisinde, her ne var (edilmiş) ise, hayırdır, hasendir. Şerr olan, kabih olan ise gerçekte yoktur; ancak tebeîdir, ikincildir, cüz’îdir, itibarî olarak vardır.3
Her vücud sahibi, her varedilmiş (mevcud) sebep-sonuç çizgisi içinde bir yerdedir. Her varlık mutlaka bir ya da bir kaç sebebin sonucudur; sebeblerden sonra meydana gelirler, varlık düzlemine çıkarlar. Her bir mevcudu bir sonuç kabul ettiğimiz takdirde, ‘hayrın başı’ tabirini, ‘vücudun başlangıcı’ ya da ‘sonucun öncesi’ olarak okumak mümkündür. ‘Hayrın başı’ bu durumda, Risâle tabiriyle ‘esbab’a, yani ‘sebepler’e karşılık gelir, vücud verilen her mevcud ise ‘sonuç’ yani ‘müsebbebat’tır [sebep olunan].
Bu noktadan itibaren sebep-sonuç ilişkilerine bakışımız, varoluş ile "Allah’ın isimleri" arasındaki gerektirirliği ortaya çıkarır. Eğer determinist bir bakış açımız varsa, yani sebeplerin sonuçları yaptığını farzediyorsak, kâinat içindeki varoluşlar kendi kendine devam ediyor demektir. Bu açıdan bakınca, her şey kendine yeter durumdadır, kendi başına hareket ediyordur, varlığını kendisi sürdürüyor demektir. O halde bir başkası adına varolmaları söz konusu edilemez. Oysa, gerçek böyle değildir. Sebepler sonuçların varlığına yetmez. Sebepler sonuçların sadece öncesindedir. Bu bakışı, Lem’alar’da ‘iktiran’ tabiriyle özetler Said Nursi. İktiran, yakınlık, eşzamanlılık, birliktelik anlamına gelir.
Sebepler ile sonuçlar arasında, determinizmin öngördüğü gibi gerektirirlik yoktur. Bu dünya "daire-i esbab"tır; yani sonuçların sebepler ile birlikte göründüğü bir alandır. Sebebin sonuç üzerinde bir etkisi yoktur, sebep sonucun varlığa kavuşmasını kolaylaştırıyor değildir. Ancak hem sebep, hem de sonuç ayrı ayrı yaratılıyordur; ancak ‘sebepler dairesi’nin kuralları gereği bir iktiran içinde, bir ardışıklık içinde yaratılıyordur. Şu halde, sonucun başladığı yer olarak sebep görünür. Ancak gerçekte sebebin sonuca bir katkısı olmadığına göre, sonuç sebebin üzerine ekleniyor değildir, sıfırdan başlayarak yaratılır. Her sonuç ya da varedilen her mevcud sebebin aciz ve etkisiz olduğu yerden, yani yokluktan, ya da hiçlikten başlar.4
Ef’al/Esmâ
"Hayrın başı" tabirini, ‘varedilen(ler)in başı’ diye okumak mümkün olduğuna göre, varedilen her şey kendi kendine yeter olarak değil, doğrudan Allah’ın kudretinden geliyor, yani Allah’ın adıyla varediliyor demektir. Risâle-i Nur’un sebep-sonuç ilişkilerini Esma-i Hüsna’yı görecek ve gösterecek biçimde okuması, bu gerçek üzerine kurulur. Sebep-sonuç arasındaki mesafe gözümüze çok yakın ve bitişikmiş gibi göründüğü5 halde, gerçekte sebep ile sonuç arasında hiçbir sebebin ya da sebepler topluluğunun dolduramayacağı kadar sonsuz bir mesafe vardır.6 Her bir sonuç, Risâle-i Nur terminolojisine göre, bir ‘eser’dir; bu eseri vücuda getiren bir ‘fiil’ vardır, ‘fiil’in arkasında ise bir ‘isim’ vardır. Her ‘eser’den ‘isim’e doğru gidebilmek için sebep ile sonuç arasındaki ‘fiil’leri okumak gerekir.7 Öyleyse her sonucun ya da varedilenin başlangıcı bir isime dayanır.
Esmâ/Eşya
"Bismillah her hayrın başıdır" sözünü buradan itibaren, "Her varlığın başlangıcı Esma-i Hüsna’dır" diye okuyabiliriz. Yani, önce esmanın tecellisi vardır, eşya ise o tecellinin yeryüzündeki bir ayinesidir. Eşya esmaya ayine olduğu için güzeldir. Esma asıldır, eşya esmaya göre değişir, biçim alır, kesilip biçilir, varlığa gelir. Buna göre, "Hakikî hakaik-ı eşya Esma-i İlahiyedir",8 yani eşyanın asıl gerçekliği esma-i İlahiyedir.
Risâle-i Nur’a göre, güzellik ve estetiğin temelini bu gerçeklik oluşturur. Eşyanın üzerinde görünen güzellik ve mükemmellik, onun Sani’inin, yani Yapan’ının unvan ve eylemlerinin güzelliğini ve mükemmelliğini yansıtan bir ayine olmadıkça, kendi Ustasının sanatını şuur sahiplerine ilan eden bir mektup olmadıkça çirkinliğe dönüşür. Eşyaya kendi adına baktığımızda, estetik yitirilmiş olur, çirkinlik başlar.
Mânâ-yı Harfî/Mânâ-yı İsmî
"Her masnudaki güzelliği ve nakıştaki hüsnü, masnua ve nakışa mal e[ederek]", ‘Ne güzeldir’ demek,9 eşyayı putlaştırır, Sani ve Nakkaş’ın soyut güzelliğini gösteren aynayı matlaştırır, köreltir. Doğru ve güzel olanı, eşyaya sırf kendisini anlatan bir ‘isim’gibi değil de, kendisini bir defa gösterse bile Yazar’ını bin kez gösteren bir ‘harf’ nazarıyla bakmaktır.10 Estetik, eşyanın ‘yapılmış’lığını görerek ve kabul ederek başlar. İşte, "Ne güzeldir" yerine "Ne güzel yapılmış" demek, görünen sanatlı eserler üzerindeki güzelliği ve nakıştaki hüsnü, Sâni ve Nakkaş’ın mücerred ve mukaddes cemâlinin cilvesine nisbet11 ettiğinden, estetik bir bakıştır, estetize eden bir eylemdir.
Bu "yapılmış"lık göndermesi, sebep ile sonucun arasını açtığımızda ortaya çıkıyor. Sebebi sonuca yeter bildiğimizde ise eşyaya "yapılmış"lık atfedeceğimiz yerde, kendi kendine yeterliği ima eden bir "sabit"lik vermiş oluruz ve eşyayı ayine olarak değil de, yalnız kendini gösteren bir "kör nokta"ya indirgemiş oluruz ki, görünen ne kadar güzellik, algılanan ne kadar mükemmellik varsa hepsini çirkinleştirir ve anlamsızlaştırabiliriz.
Şu halde, "Bismillah her hayrın başıdır" sözü, "Esmâ-i İlahiye, her varlığın başlangıcıdır" diye okunabilir, okunmalıdır. "Esmâ-i İlahiye her varlığın başlangıcıdır" sözünü de, bir adım ileride, "Esma-i hüsna, her varlığın varlık sebebidir" şeklinde okuyabiliriz. Buradan hareketle, "Esmâ-i Hüsna"da ["Güzel İsimler" anlamında] saklı "güzel" sıfatını, her sebep-sonuç arasında görünen "fiil"e, yani eyleme atfedebiliriz. Eser güzeldir, fiil güzeldir, bu fiili doğuran isim güzeldir, bu isimle anılan Zat’ın bu ismi gerektiren sıfatı güzeldir, o Zat’ın bu sıfatı gerektiren şe’ni güzeldir ve nihayet Zât’ın kendisi bizzat güzel ve mükemmeldir. Bu muhakemeyi tersine çevirirsek, "Güzel bir Zat, güzel şanıyla, güzel sıfatları gereği, güzel unvanlarla, güzel işler yaptığı için eşya güzeldir."12
Devamı Haftaya