Mutluluk Yolunda İnsanın Potansiyel Yetenekleri

Giriş

Tarih boyunca farklı din veya felsefeye dayansa bile, insanlığın ortak hedeflerinden biri dünya hayatını mesrurane geçirmektir.İnsanlar, araçları ve amaca ulaşmada kullandıkları inançları farklı olsa bile, aynı hedefe yönelik bir gayret içindedirler.Bu anlamda her insanın gayesi "mutluluk fonksiyonunu" maksimum kılmaktır. Ancak gerek mutluluk tanımı vegerekse mutluluğu etkileyen değişkenler ile ilgili görüş farklılıkları, mutluluğa giden yolları da farklı kılmıştır.

Mutluluk ile ilgili birçok değişik tanım yapılagelmiştir. Kimilerine göre mutluluk sadece akıllı insanların ulaşacağıbir erdemdir. Kimilerine göre pozitif bir his olan coşku, kimilerine göre hayattan bir bütün olarak veya kısmen memnunolmaktır.(Lu, s. 181) Fayda analizinin ilk filozofu Bentham’a göre ise mutluluk, lezzet verici şeyleri maksimum yapmak veelem verici olanları ise minimum kılmaktır.(Madigan, s. 32) Bu farklı tanımlar içinde, bu makalede, mutluluk bir bütünolarak hayattan memnun olmak anlamında kullanılmıştır.

***

Bediüzzaman, mantık, felsefe ve fen bilimlerine ilgi göstermesine rağmen sonuçta sadece Kuran’a yönelir. Kuran’dan çıkardığısaadet modeli ile felsefeye meydan okur. Felsefenin telkiniyle cismani lezzetleri hedefleyen insanlara daha üstün birlezzet kaynağı olarak ruhani lezzetlerden sözeder. 28 senelik hapis ve sürgün hayatına rağmen, Kuran’dan keşfettiğimutluluk modeli sayesinde mutluluğu yakaladığını söyler. Bundandır ki, hapiste bulunurken bile "tamsaadetli" olduğunu beyan eder. Bediüzzaman, yazdığı Risâle-i Nur Külliyatı’nda, hakiki ve elemsiz saadetin yalnıziman dairesinde olduğunu iddia eder. Risale-i Nur’un temel stratejisini zahmetlerdeki rahmeti, gayrı meşru dairedeki elemive imanın bu dünyadaki sınırsız bir lezzetini göstermek üzerine bina eder.(Nursî (Ş), s. 269)

Bediüzzaman yazdığı eserlerini kitlelere ulaştırmada mutluluğa stratejik bir önem verir. Mutluluk stratejisinin birgereği olarak, Risale-i Nur, "bu dünyada bir manevi Cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyadamanevi bir Cennet bulunduğu"nu ispat ediyor. İnsanların bu manevi cehennem azabını hissetmemelerini "hissiiptal eden ve beşerin nazarını afaka dağıtan ve boğan cereyanlar"ın "iptal-i his nevinden bir sersemlikvermeleri"ne bağlayan Bediüzzaman’a göre, ehl-i dalalet manevi azabını geçici bir süre için tam hissedemiyor."Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakiki lezzetini tam takdir edemiyor."(Nursî (Ş), s. 584)

Risâle-i Nur’un bu zamanda çokça muvaffak olmasının bu stratejiden kaynaklandığını beyan eden Bediüzzaman,stratejisinin üstünlüğünü şu gerekçeye dayandırıyor: "Akıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ileridebir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye, akıl ve fikre galebe ettiğinden ehl-i sefahati sefahatten kurtarmanınçare-i yeganesi, aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlup etmektir. Bu zamanda ahiretin elmas gibi nimetlerini,lezzetlerini bildiği halde, dünyevi kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalalete ohubb-u dünya ve o sır için tabi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yeganesi, dünyada dahi Cehennem azabı gibielemleri göstermekle olur ki, Risale-i Nur o meslekten gidiyor."(Nursî(Ş), s. 582)

Bediüzzaman’a göre insan, potansiyel yetenekleri ve fıtri zaafları nedeniyle, ancak İlahi destek sayesinde saadetibulabilir. Allah’ı denklem dışına çıkarıp, insanı kendi kendine mutlu olmaya kadir gören anlayışa mukabil, Bediüzzamanmutluluk için Yüce Kudret sahibine ilticayı zaruri görür. Bu nedenle insanın sahip olduğu potansiyel yeteneklerianlamaya özel bir önem atfeder.

A. İnsanın Potansiyel Yetenekleri

1. Kalp: Bütün duygulara bir kumandan

Bediüzzaman’a göre insanı mutlu kılmak, öncelikle onu tanımaktan geçer. İnsanın sahip olduğu yetenekleri bilmedenonları inkişaf ettirmek ve mutluluğa ulaşmada kullanmak mümkün olmaz. Bir çekirdek gibi büyük bir potansiyele sahipolan her bir insan, meleklerin dahi ötesindeki makamlara geçebilir.

Bediüzzaman’ın her bir insanda gördüğü potansiyel, Mevlânâ’nın Mesnevi’sindeki bir örneği anımsatır. Mevlânâinsanı tavuk altına kuluçkaya bırakılmış kaz yumurtasına benzetir. Tavuk altına kuluçkaya bırakılan kaz yumurtasındankaz çıkmasına rağmen, eğer bu yavru kendisine verilen farklı yetenekleri tanımazsa ve tavuk gibi olduğunu düşünseancak karada yürür ve birkaç metre uçar. Oysa kendi yeteneğini keşfetse hem karada yürür, hem havada uçar hem desuda yüzer.(Eren, s. 55)

İnsan, Mevlânâ’nın misalinde olduğu gibi, sahip olduğu farklılıkları anladığında ve onları doğru kullandığındakamil insan anlamına dahil olarak iki cihan saadetine ulaşır. Bu anlamda insanı üstün kılacak yeteneklerin başındakalp gelir. Kalp bir et parçası değil, bütün latifeleri yöneten bir merkezdir. İnsanın cismani hayatının direğikalp organı olduğu gibi, manevi hayatı da kalp duygusuna bağlıdır. İman kalbî bir tasdikle kemale erdiği gibi, imanıntezahürü olan Allah’a muhabbet dahi kalben mümkün olur. Daha da ötesi insanın Rabb’ine bağlanmasında kalp bir santralgörevini görür.

Bu denli öneme sahip ve ayine-i Samed olan kalbin gıdası zikir ve duadır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, "Şu kâinattainsan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir. İnsanınmahiyetindeki kalbi, hadsiz hakaik-ı kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği [gibidir.] … Elbette ve herhalde, o kalbinFâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketiniirade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette, o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek içinen büyük vasıta, velâyet merâtibinde zikr-i İlahi ile tarikat yolunda hakaik-ı imaniyeye teveccühetmektir."(Nursî (M), s. 428, 429)

Kalbini zikir ve dua ile işleten bir insan, Rabb’i ile doğrudan doğruya görüşür. Hayatında kendisini tehdit edentehlikelerden emin olmak ve kalben çokça istediği emellerine ulaşmak için "kalbinin telefonu"yla Rabb’ineiltica eder. Bu sayede endişelerini defederek saadete mazhar olur. Bu anlamda kalp duygusu insanı Rabb’ine bağladığı içinbüyük bir kıymete sahiptir.

i. İnsanın kalbindeki muhabbet sınırsızdır: Kalbin önemli olmasının başka bir nedeni sınırsız muhabbete beşiklikyapmasından kaynaklanır. Muhabbet ise kâinat ölçeğinde bir öneme haizdir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle "Muhabbetşu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır."Yani kâinatın yaratılışı İlahi muhabbetin bir neticesi olduğu gibi, devamı dahi her şeyde dercedilen muhabbete bağlıdır.Bu anlamda geniş bir mana ile kâinata bakan ve "Vedûd ismine mazhar olan muhakkıkîn-i evliya, bütün kâinatınmayası muhabbettir, bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir, bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve cazibe kanunlarımuhabbettendir." demişler. Çünkü muhabbet olmazsa her şey birbirine düşman ve hayat bir zindan olur. Muhabbetinbu denli önemli olmasındandır ki, her bir insanın kalbine kâinatı istilâ edecek bir muhabbet yerleştirilmiştir.(Nursî(S),s. 570)

İnsan, kalbine konulan bu sınırsız muhabbeti kullanarak mutluluğa ulaşır. Muhabbet insanı bütün kâinatla alakadarkılar. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, "İnsan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayatmahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin her birisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezzizve elemleriyle müteellim olabilir."(Nursî (S), s. 322) Yani muhabbet vasıtasıyla kâinatla olan alaka insan içinlezzetlerin olduğu kadar, elemlerin dahi kaynağı olabilir. Bu nedenle muhabbeti saadete vesile kılmak, onu, yerindekullanmakla mümkün olur. Bediüzzaman’a göre İlahi Hikmet her bir organı belirli maksatlar için halkettiği gibi, herbir duyguyu da belirli gayeler için insana vermiştir. Bu anlamda insan, ancak sahip olduğu duyguları veriliş maksadınauygun kullandığında saadeti yakalayabilir. O halde mutluluk arayan biri sınırsız muhabbetini nasıl kullanmalı?

ii. Kalpler ancak Allah’ı sevmekle tatmin olur: Bediüzzaman, sınırsız muhabbetin nasıl tatmin edileceği sorusunacevap verirken, öncelikle muhabbetin nedenleri üzerinde durur. Çünkü insan ancak belirli sebeplerle bir şeyemuhabbetini yönlendirir. Hatta muhabbetin sebepleri bir şeyde ne derece bulunursa, o şey o derece sevgiye layıktır. Buanlamda Bediüzzaman Seyyid Şerif Cürcânî ‘ye atıfla muhabbetin sebeplerini şöyle beyan eder: İnsan "ne şeyiseverse, ya lezzet için sever, ya menfaat için, ya evlada meyil gibi bir müşâkele-i cinsiye için, ya kemal olduğu içinsever."(Nursî (S), s. 566) Kısaca muhabbetin en önemli nedenleri cemal, yani güzellik, kemal, yani mükemmellikve/veya ihsandır. İnsanın kalbindeki muhabbet sınırsız olduğundan ancak sınırsız olan bir cemal, kemal ve ihsanıbulmakla tatmin olur.

İnsan, kalbindeki muhabbeti ya nefis hesabına veya Allah namına kullanır. Nefsi mabud gibi kabul ederek her türlüisteklerine koşturmak, nefis hesabına dünyaya muhabbet etmektir. Bediüzzaman bu hataya düşen bir nefsi şöyle ikazeder. Ey nefis, "sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); yamuhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder.Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalple sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarındasakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.

"Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şunihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayıOnun namıyla ve Onun aynası olduğu cihetle ıstırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinatasarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur."(Nursî (S), s. 322, 323)

iii. Allah namına sevmek Allah’ı sevmektir: Bediüzzaman, insanın kalbindeki sınırsız muhabbetin Allah’ı isim ve sıfatlarıylasevmek için verildiğini iddia eder. Ancak bu durum insanın dünyadaki sevgililere yönelmesine engel değildir. Çünkü dünyevibir sevgilideki muhabbetin sebebi olan cemal, kemal ve ihsan gibi unsurların Allah’tan geldiğini bilerek onu sevmek, zatenAllah namına muhabbet etmektir. Bir şeyi Allah namına sevmek aslında Allah’ı sevmektir. "Meselâ, leziz taamları,güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahîmin in’âmı cihetinde sevmek, Rahmân ve Mün’imisimlerini sevmektir; hem mânevî bir şükürdür. Şu muhabbet yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahmân namınaolduğunu gösteren, meşru dairesinde kanaatkârâne kazanmak ve mütefekkirâne, müteşekkirâne yemektir."(Nursî(S), s. 583) Diğer deyişle, Allah`ı seven, yarattığı sanatları sever; yaratılanları Yaratıcıyla birlikte seveni deYaratıcısı sever. Aradaki bağ koparıldığında, sevginin sınırsızlığı da kaybolur.

Kur’ân şakirdi dünyayı ve ondaki her şeyi "mânâ-yı harfi"yle, yani Esma-i Hüsna’yı gösterdiği cihetlesever, "mânâ-yı ismi"yle yani nefse hitap eden cihetle değil. "Ne kadar güzel yapılmış" der;"Ne kadar güzeldir" demez. Bediüzzaman, dünyayı bu tarzda, Allah namına sevmenin bu dünyada dahi önemli sonuçlarındansözeder: "Dünyaya muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakk’ın namınadır. O vakit dünyanın dehşetli mevcudatı, sanaünsiyetli bir arkadaş hükmüne geçer. Mezraa-i âhiret cihetiyle sevdiğin için, herşeyinde âhirete fayda verecek birsermaye, bir meyve alabilirsin. Ne musibetleri sana dehşet verir, ne zeval ve fenâsı sana sıkıntı verir. Kemâl-irahatla o misafirhanede müddet-i ikametini geçirirsin. Yoksa, ehl-i gaflet gibi seversen, yüz defa sana söylemişiz ki, sıkıntılı,ezici, boğucu, fenâya mahkûm, neticesiz bir muhabbet içinde boğulur, gidersin."(Nursî (S), s. 589)

2. Vicdan: Ebediyetten başka hiçbir şeyle tatmin olmaz

Bediüzzaman her insanda bulunan temel duygulardan biri olarak "vicdan"dan sözeder. Doğruyu yapmaya meyletmek vehaksızlık yapmaktan uzaklaşmak isteği, bu duygunun sayesinde mümkündür. Bu yönüyle vicdan, insanda hükmünü sürekliicraya çalışan bir hakim gibidir. İyiliği, adaleti sürurla teşvik, kötülüğü sıkıntı ile tazip eder. Bu nedenleinsanın vicdanen rahat ve huzurlu olması, ancak fıtrata uygun hareket etmesi ile mümkündür. Bediüzzaman’a görevicdan, fıtrata uygun hareketi sağlamak için verilen bir duygu olduğundan, insan, ancak bu fıtrat sahibinin isteklerineuygun hareket ettiğinde tam saadetli olabilir.

Vicdanın mutluluk için önemli olmasının bir başka gerekçesi yalnızca sonsuzlukla tatmin olmasıdır. Bediüzzaman’ınifadesiyle, "İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanıkvicdanını dinlerse, ‘Ebed, ebed!’ sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacınınyerini dolduramaz."(Nursî (S), s. 482) Çünkü insanın "öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedî saadettenbaşka hiçbir şey onları tatmin etmiyor."(Nursî (Ş), s. 58) Bundandır ki, bu dünyada dahi nefis devam ve bekahissi ile lezzet alır. Eğer bu ebedi yaşama aldatmacasını taşımasaydı, nefis hiçbir şeyden lezzet alamazdı.(Nursî(Ms), s. 155)

Ölüme karşı tüm isyanlar ve ölümsüzlük için bütün çalışmalar, insandaki ebediyet arzusunun bir göstergesidir.Bediüzzaman’a göre bu arzuyu sonsuz bir hayatta, sonsuz bir saadet müjdesi sunan Kur’an tatmin eder. Yoksa binlerce sene dünyasaltanatı dahi olsa, ucunda yokluk görünen bir hayat, vicdan için saadetten ziyade azaptır.

3. Üç temel yetenek

Bediüzzaman’a göre insan, yaşayabilmek için üç temel yetenek ile donatılmış ve bu yeteneklere yaratılıştan bir sınırlamakonulmamıştır. Bu nedenle aşırı uçlara kaçarak onları yanlış kullanmak mümkündür. Meleklerdeki sabit makamlaranisbetle, insanların en aşağı mertebeden meleklerin üzerine geçip kâinatın halifeliğine kadar uzanan mertebelereterakkisinde, bu yeteneklerin büyük önemi vardır. Bundandır ki, bu temel yeteneklerini Kur’an’ın emrettiği tarzda"orta yol"a çeken bir insan imtihanı kazanır. Bu yeteneklerin birincisi, "kuve-i şeheviye" ki, cinsiistek kudreti, yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi yeteneklerdir. İkincisi, "kuve-i gadabiye" ki, zararlı şeyleridef etmeye insanı sevk eden yetenektir. Üçüncüsü ise, "kuve-i akliye" olarak adlandırılan ve iyi ile kötüyübirbirinden ayırmak için verilen yetenektir.

İnsanın bu temel yeteneklerine bir sınırlama konulmadığından her birisinin ifrat, tefrit ve vasat mertebesi bulunur.Bediüzzaman’ın ifadesiyle, "kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihasıyoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi iseiffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktu… Ve keza, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki,korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne mânevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütünistibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesiiçin canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz…Ve keza, kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabâvettir ki, hiçbirşeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcıbir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir, içtinapeder."(Nursî (I), s. 29) Bu anlamda insan yaşamak için kendisine verilen bu üç temel yeteneklerini "ortayol"(vasat)da kullandığında saadeti yakalar. Kur`ân gibi semavi mesajlar, haksızlık, zulüm ve mutsuzluğa nedenolacak bu temel yetenekleri vasata çekmek için gönderilmiştir.