Mutluluk Sofrasındaki Lezzetlerin İki Uçluluğu

İnsan yetenek ve zaaflarıyla beraber önüne açılan kainat sofrasından niteliksel ve niceliksel olarakne kadar çok istifade ederse o derece mutlu olabilir. Bunun için sofradaki lezzetleri doğru tanımak ve onlardan alınacaklezzetleri artıracak metotları bilmek gerekir. Bediüzzaman, insanı mutlu edecek lezzetleri, hayvani ve insani lezzetler,cismani ve ruhani lezzetler, dünyevi ve uhrevi lezzetler olarak farklı uçlarda ele alır.

Hayvani ve İnsani Lezzetler

Bediüzzaman, hayvana kıyasla insanın önüne çok güzel, çok lezzetli ve çok çeşitli sofralar açıldığınısöyler. Bir inekle bir insanın rızık sofrasındaki farkı bunun açık bir örneğidir. Birine yaşamak için ot ve su dışındaarpa ve yem lüks sınıfına girerken, diğeri bir öğünde bile onlarca çeşidi birlikte tadabilir. Çünkü biri sınırlıvazifelerle dünyaya gönderilirken, diğeri kainata sultan olmaya aday olduğundan binlerle ifade edilebilen maddi ve manevilezzetlerden istifade etmeye müstaid bir fıtratta yaratılmıştır. Ancak hayvanlar, çeşit noktasındaki sınırlıalternatife rağmen, sahip olduklarından anlık lezzetlenme yönüyle insanlardan daha avantajlı olabilirler.

Bediüzzaman, hiç olmazsa hayvan gibi ahireti düşünmeden her türlü keyif ve lezzeti almaya çalışaninsanlara, lezzetlenme yönüyle hayvandan farklı olduklarını hatırlatır: "İnsanda akıl ve fikir olduğu için,hayvanın aksine olarak, hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahihem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler vegelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüşse, hazır lezzetine, geçmiştengelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler, o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşruise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer."(Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 131)

Bediüzzaman’ın insani ve hayvani lezzetlerdeki farkı izah için kullandığı temel argümanı "zamanıalgıma"daki farklılığa dayanır. Bu anlamda hem hayvan hem de insan için "hakiki ömür" sadece içindebulunduğu andır. Ömür sermayesi olarak içinde bulunduğu an dışında geçmiş artık elden gitmiş ve gelecek isegarantisi olmadığından yok hükmündedir. Ancak insan akıl ve hafızasıyla geçmiş ve geleceğe uzanan "hayali birhayata" sahiptir. İman sahibi olmayan biri için geçmiş, bütün dost ve lezzetlerin içinde çürüdüğü büyükbir mezaristan gibidir. Gelecek ise belirsiz olduğundan endişelerle doludur. "Eğer iman hayata hayat olsa, o vakithem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur; zaman-ı hazır gibi, ruh ve kalbine imannoktasında ulvî ve mânevî ezvâkı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor." (Sözler, s. 131)

Kısacası insan, hayvanın aksine, geçmiş ve geleceği kapsayan "hayali dünyasını" mesrurbildiği sürece, içinde yaşadığı bir an olan "hakiki ömrü"nden lezzet alabilir. Bediüzzaman, hayali vehakiki dünyası iman nuru ile aydınlanmayan birinin aldığı lezzetleri sahte, elemli ve kederli bularak "hakikîzevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde" olduğunuiddia eder.

Meşru ve Gayr-i Meşru Lezzetler

Kur’an Şakirdi sadece meşru yollardan lezzetini takip eder. Meşruiyet ölçütü ise öncelikle semavidir.Yani Allah’ın helal kıldığı meşru, haram kıldığı ise gayr-i meşrudur. Ancak İlahi kanunlarla belirlenen meşruiyetaynı zamanda fıtri kanun diyebileceğimiz doğal yasalara da uygundur. Özellikle hikmet dini olan İslamiyet’te emir veyasaklarda insanlık için mutlak bir fayda vardır. İçki bunun en açık örneğidir. Ayrıca insanın vicdanı ayrı birkriter olarak insanlarda meşruiyeti tayin eder. Bediüzzaman’a göre meşru bir fiilde peşin ücret olarak vicdani bir sürurverilirken, gayr-ı meşru fiillerde ise peşin bir sıkıntı hasıl olur. Dolayısıyla vicdan insanda meşruiyet için birhakem vazifesini görür. Bediüzzaman İlahi mesajla meşru kılınan lezzetlerin her insana keyif için yeterli olduğunuve bu nedenle gayr-ı meşru yola sapmaya gerek olmadığını söyler. "Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfigelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. " (Sözler, s. 26)

Ayrıca gayr-ı meşru lezzetteki eleme dikkat çekip bu argümanını kuvvetlendirir: "O dairedeki birlezzetin bazan bin elemi var. Hem hakikî ve daimî lezzet olan iltifâtât-ı Rahmâniyeyi kaybetmeye sebeptir." (Sözler,s. 594) "Evet, şu elîm elemi ve dehşetli mânevî azâbı hissetmemek için, ehl-i dalâlet, iptal-i his nev’indengaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman, kabre yakın olduğu vakit, birden hisseder." (Sözler,s. 590)

Cismani ve Ruhani Lezzetler

Bediüzzaman’ın mutluluk analizinde lezzetler cismani ve ruhani lezzetler olarak tasnif edilir. Bu anlamdaher insanın bedensel kapasitesine bağlı olarak temel duyuları vasıtasıyla bir cismi tüketmekle aldığı lezzet,cismani lezzettir. Aslında ölüm durumunda olduğu gibi ruh olmadan cisim lezzet alamadığından, cismani lezzetler bir yönüyleruhanidir. Ayırıcı nokta, cismani lezzetlerde bir cismin tüketimi zorunlu iken, ruhani lezzetler temelde metafiziktir.Gerçi bir çiçekten tefekkürle alınan lezzette olduğu gibi cisim ruhani lezzetlere basamak olabilir. Ancak çiçekten alınankoku, cismani lezzet olmasına rağmen, çiçeğin kokusu ile insanın burnu arasındaki fonksiyonel ilişkiyi ve kokudaki güzelliklekendisini sevdirmek isteyen birinin varlığını tefekkür etmekten alınan lezzet ruhani bir lezzettir.

Bediüzzaman’ın mutluluk modelinde, ruhani lezzetler öncelik ve üstünlüğe sahip olmakla beraber,cismani lezzetlerin dahi büyük bir önemi vardır. Çünkü cismani lezzetler, insanın Rabb’ini bütün isim ve sıfatlarıylatanımasına vesiledir. Sair canlıların aksine insana bu kadar cismani lezzetin ihsanı da bu sırdandır. Dolayısıylainsan kendisine verilen cismani lezzetler ile bütün rahmet hazinesini tartıp tanır. "Meselâ, dildeki kuvve-i zâika,rızık zevkinde, envâ-ı mat’umat adedince mizanlara menşe olmasaydı, her birini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıptartamazdı. Hem ekser esmâ-i İlâhiyenin tecelliyâtını hissedip bilmek, zevk edip tanımak cihâzâtı yinecismaniyettedir. Hem gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidatlar yinecismaniyettedir." (Sözler, s. 467)

Yiyecekle Değil Rızıkla Besleniyoruz

İnsanın "cismani lezzetlerin" en mühim kaynağı olan yiyecek ve içeceklere bakış açısı,onlardan alınan lezzeti önemli oranda etkilemektedir. Bu anlamda yiyecekler ya "tesadüfi bir ganimet" veya"ilahi bir nimet"tir. İnsanın eşyaya bakış açısı onu isimlendirmesinde etkili olduğundan, Bediüzzaman içinkavramlar ehemmiyetlidir. Mesela "yiyecek" kavramı yemek fiili dışında bir şeyi hatırlatmaz. Dolayısıyla"yiyecekler" yenmek için bir şekilde varolan şeyleri ifade eder. Onların nasıl var oldukları dikkatesunulmaz. Bu kelimeyi kullanan için yiyecekler, kendi kendine, tesadüfen, tabiat tarafından veya bir İlah tarafından yapılmışolabilir. Ancak yiyecekleri ifade için "rızık" veya daha geniş bir manada "nimet" kavramınıkullanmak farklı noktalara işaret eder. Çünkü "rızık" Rezzak’ı ve "nimet" Münim’i hatıragetirir. Bu nedenle "rızıkla beslenmek" yiyecekle beslenmekten daha fazla lezzetlidir. Çünkü sahip olduğu şeyleriİlahi bir nimet bilen Kur’ân Şakirdi, bu cihette, o nimetlerin bir Mün’im tarafından verildiğini düşünür. "Venazar, o lezzetten in’am edene döner, Onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten dahalezizdir." Felsefe talebesi ise, "nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telâkkiederek minnetsiz yer." (Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 61)

Bu anlamda Kur’ân Şakirdi’ne göre, bütün lezzetlerin kaynağı olan yiyecek ve içecekler rahmethazinesinden bahar vagonlarıyla gönderilen İlahi ihsanlardır. "Her bahara, bir vagon gibi, hazine-i gaybdan yüz binnevi et’ime ve levazımat, kemâl-i intizamla yüklenip zîhayata gönderiliyor. Ve bilhassa o erzak paketleri içindeyavrulara gönderilen süt konserveleri ve validelerinin şefkatli sinelerinde asılan şekerli süt tulumbacıklarını göndermek,o kadar şefkat ve merhamet ve hikmet içinde görünüyor ki, bilbedahe bir Rahmân-ı Rahîmin gayet müşfikane ve mürebbiyânebir cilve-i rahmeti ve ihsanı olduğunu ispat eder." (Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 103)

Rızıktaki Lezzetler ve Güzel Kokular Şükrün Davetçileridir

Meşhur bir sözdür: "İnsan yemek için yaşamamalı, belki yaşamak için yemeli." Yaşamaktanasıl maksadın hayvani ihtiyaçlar olmadığına işaretten bu söz halk arasında takdire medar olmuş ve veciz bir hakikatolarak nesillere aktarılmış. Ancak, Bediüzzaman’a göre, Kur’ân Şakirdi dünyadaki lezzetlerin kaynağı olan her şeyiİlahi bir nimet, bir ihsan, bir ikram ve bir hediye-i Rahman bilmeli ve nimeti "şükür için yemeli". Çünküinsanın Rabb’i insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile Onu tanımalı; hem bukadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini Ona sevdirmeli; hem bu kadar, türlütürlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamdle Ona hürmet etmelidir… (Sözler,s. 59) Bu dünyada o nimetlerin bize ulaşmasına tablacılık edenler bir fiyat istediğine göre elbette asıl mal sahibiolan Allah onlara bedel bizden bir fiyat isteyecek. O fiyat ise şükürdür. "Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyorki, kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette, her bir şey bir derece şükre bakıyor ve ona mütevecciholuyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtınen âlâsı şükürdür." (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 348) Bundandır ki, Kur’ân Şakirdi’ne göre "rızıkolan nimetlerde gayet güzel, süslü suretler, gayet güzel kokular, gayet güzel tatmaklar şükrün davetçileridir; zîhayatışevke davet eder ve şevkle bir nevi istihsan ve ihtirama sevk eder, bir şükr-ü mânevî ettirir. Ve zîşuurun nazarınıdikkate celb eder, istihsana tergib eder. Nimetleri ihtirama onu teşvik eder; onunla kalen ve fiilen şükre irşad eder veşükrettirir." (Mektubat, s. 348)

Rahmet hazinesi tükenmez

Tecrübeyle sabittir ki, elemin bitmesi lezzet verdiği gibi lezzetin bitmesi dahi elem verir. Dünya hayatındaya lezzet alanın veya lezzet alınanın ömrü bittiğinden cismani lezzetlerin akibeti elemdir. Oysa "yiyecekle değil"rızıkla beslendiğini bilen bir Kur’ân Şakirdi nimetin bitmesinden hasıl olan elemi hissetmez. Özellikle nimeti ganimetbilen için, lezzetin devamı açısından ümidi olmadığından, lezzetli bir şeyin bitmesi ruhunda elem izleri bırakır.Fakat tahkiki imana ulaşan insan, elde ettiği nimetleri Rahmet sahibi birinin hazinesinden bilir. Rezzak ve Mün’im olan buHazinedar, hazinesinden kullarına ihsan edecek sınırsız bir rahmete sahip olduğundan lezzet bir şekilde bitse de devamınadair ümit daimidir. Bu dünyada olmasa bile ahirette olacağını bilen bir Kur’ân Şakirdi, lezzetin bitmesinden imanınınderecesine bağlı olarak elem hissetmez. Bundandır ki, Kur’ân Şakirdi lezzet kaynağı olan nimetlerin daimi olduğunu düşündüğündeno lezzetlerin bitmesinden kederlenmez. Bu minvalde Kur’an zevale maruz şakirdinde şöyle ders verir: "Nimetin zevâlindenelem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp o elemden feryat etme. Çünkü o nimetmeyvesi, bir rahmet-i Bînihayenin semeresidir. Ağacı bâki ise, meyve gitse de yerine gelen var." (Mektubat, s. 220)Felsefe talebesi ise nimeti sahipsiz ganimet bildiğinden bu teselliden istifade edemez.

Bediüzzaman, nimeti rahmet hazinesinden bilmenin zevaldeki eleme mani olmanın dışında lezzeti artıranbir yönünden söz eder. Bu nedenle aynı cismani nimeti tadan felsefe talebesine nazaran Kur’ân Şakirdi extra bir lezzetelde eder. Çünkü o, yediği bir nimetin içinde ayrı bir "ikram ve ihsan lezzeti" alır. Mesela, yediği birelmayı daimi bir rahmet hazinesinden kendisine bir hediye ve ikram olarak gördüğünden, elma lezzetinin çok ötesindebir "ikram lezzeti" hisseder. Bu nedenle Bediüzzaman Kur’ân Şakirdi’ne der: "Nimetin lezzeti içinde, olezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı Rahmeti hamd ile düşünüp, lezzeti, birden yüz dereceyapabilirsin. Nasıl ki, bir padişah-ı zîşânın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde, yüz, belki bin elmanınlezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de, hamd ve şükürle, yani nimettenin’âmi hissetmekle, yani Mün’imi tanımakla ve in’âmi düşünmekle, yani Onun rahmetinin iltifatını ve şefkatininteveccühünü ve in’âmının devamını düşünmekle, nimetten bin derece daha leziz, mânevî bir lezzet kapısını sanaaçar." (Mektubat, s. 220)