Müteşabih Âyetleri Anlamada Önemli Esaslar

Kur’ân’a dair ilimlerin en önemlilerinden biri Kur’ân-ı Kerim’deki müteşabih âyetler meselesidir. Cenâb-ı Allahşu âyet-i kerimede Kur’ân’daki âyetleri, bir itibara göre "Muhkem ve Müteşabih" olarak iki kısma ayırır.

"Sana bu kitabı indiren O`dur. Kitab’ın bir kısım âyetleri muhkem olup bunlar onun esasını teşkil ederler. Diğerkısımlar ise müteşabihtirler. Kalplerinde eğrilik olan kimseler onun sadece müteşabihleri ile meşgul olurlar. Bundanmaksatları, sırf fitne çıkarmak ve kendi anlayışlarına göre yorumlamaktır. Halbuki onların gerçek mânâlarınıyalnız Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, onların mânâlarını anlamaya çalışmakla beraber, asıl maksatve mânâlarını Allah’a havale edip; ‘Allah`ın maksadı ne ise biz ona inandık. Gerek muhkemi, gerek müteşabihi hepsiRabbimiz tarafından gönderilmiştir…’ derler."

Önce bu âyet-i kerimede varid olan muhkem ve müteşabih kelimelerinin mânâları üzerinde duralım. Sibh: Dilde misil,yani benzer demektir. Bu kökten gelen teşabüh ve iştibah mastarları, biri diğerine benzediğinden ötürü,"birbirine karışma ve tereddüde yol açma" mânâsına gelir. Müteşabih teşabühten ismi fail olup, bu vasfahaiz olan kelimeye denir. Bu yönüyle müteşabihat; mutemasilat ve müşkülat anlamına gelir. Bunun mukabili muhkem; sağlam,kesin, vazıh ve net demektir.

Risale-i Nur Külliyatı’nda Müteşâbihlere Bakış

Bediüzzaman’ın Kur’ân ilimleri arasında en fazla önem verdiği hususlardan birinin müteşâbihât olduğu söylenebilir.Onun izah etmeğe çalıştığı müteşâbihler, izafi müteşâbihler dediğimiz kısımdandır. O izafi vasfınıkullanmasa da, yaptığı açıklamalardan bu durum ortaya çıkmaktadır. Zira Kur’ân’ın bütün nesillere ve çok farklıseviyelere hitap edip müfessirlerin ilmi kapasitelerine göre âyetlerin külli mânâlarının cüz’iyâtlarınıanlayabileceklerini, bütün o mânâların umumen murad ve maksud olup, âyetin hakiki veya mecazi mânâları olduğunubildirir.1

Bediüzzaman’ın müteşâbihleri açıklamaya önem vermesi muhtemelen şunlardan ileri gelmiştir: a) Müteşâbihler, -düşmanlarbir tarafa- dostların çoğu tarafından bile layıkıyla anlaşılamamaktadır. b) Kur’ân-ı Kerim’in icazını ispatavesile olan bir çok âyet, müteşâbihler arasında yer almaktadır. c) Müteşâbih âyetler Kur’ân’ın hitap dairesinigenişleterek ona, kıyamete kadar gelecek bütün nesillere ve çok çeşitli seviyelerde hitap etme imkanı vermektedir.

Bu önemli meselelerin Üstad’ın bilgi alanını oluşturacağını beklemek çok normaldir. Zira o Kur’ân hakkındaki şüpheleridağıtmaya, onun her neslin mürşidi olmasına, insanların fikirleri üzerinde mutlak hakimiyet kurmasına ihtimam göstermektedir.Onun müteşâbihleri ele alması, çeşitli şekillerde tezahür etmektedir.

1) Müteşâbihin tarifine yaptığı katkı: O şöyle der: "Müteşâbihât denilen Kur’ân-ı Kerim’in üslupları,hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri görmek için âvâm-ı nasın gözüne bir dürbün veya numaralı birer gözlüktür.""Müteşâbihât dahi ince ve müşkil istiarelerin bir kısmıdır. Zira müteşâbihât, ince hakikatlere sûretlerdir."2Bu katkı son derece önemlidir. Zira meşhur tariflerde müteşâbihlerin bu işlevlerini görmek kolay değildir. Oysa müteşâbihindürbün veya numaralı gözlüğe benzetilmesi çok geniş bir muhatap kitlesine gerçeği kolaylıkla anlatmaktadır. Genişkitle böylece anlar ki, müteşâbihler ilk nazarda zor anlaşılır veya kesin mânâları tercih etmek zorlaşır. Onlar tıpkınumaralı gözlüğe benzer. Gözü sağlam olanlar onda tuhaflık bulurlar, fakat böyle özel bir durumu olanlar gerçeğiancak böyle bir alet vasıtasıyla görüp, ancak onunla hakikatten istifade edebilirler. Gözlüğe muhtaç olanlar dahayatta karşılaştığımız üzere oldukça fazladır. Bu yönden de gözlük misali pek uygun düşmüştür. Müteşâbihlerinistiarelerin bir kısmını teşkil etmesi belâgat ilminin bir unsuruna yer vererek, tarife katkıda bulunmaktadır. Müphemgibi görünen müteşâbihlerin, aslında pek derin belâgat yönü bulunduğunu, aynı zamanda onların ince hakikatlerinsuretleri olduğunu, o şeffaf perde arkasında gerçekleri ortaya koyduğunu ifade etmektedir.

2) Müteşâbihlerin kapsamını genişletmesi: Bediüzzaman’ın anlayışına göre müteşâbihler, Kur’ân-ı Kerim’de birçoklarının zannettiklerinden daha fazla bir yekûn tutmaktadır. Zira, Kur’ân’ın hitap sahası çok geniştir. O kıyametekadar gelecek bütün insanlığı irşad için indirilmiştir. Ona göre Kur’ân’ın âyetlerinin sarih mânâlarının altındamüteaddid mânâ tabakaları vardır. İşari ve remzi mânâlar da bu tabakalardandır. İşari mânâ da bir külli oluponun da her asırda cüz’iyâtı ve ferdleri vardır. Bu cüz’iyât bu mâsadaklar Kur’ân’ın mevkiine zarar vermek şöyledursun, bilakis onun icaz ve belâgatına hizmet ederler.

Bir başka yerde de şöyle yazar: "Kur’ân-ı Hakîmin cümleleri birer mânâya münhasır değil; belki, nev-i beşerinumum tabakatına hitap olduğu için, her tabakaya karşı birer mânâyı tazammun eden bir küllî hükmündedir. Beyanolunan mânâlar, o küllî kaidenin cüz’iyatları hükmündedirler. Herbir müfessir, herbir ârif, o küllîden bir cüz’üzikrediyor. Ya keşfine, ya deliline, veyahut meşrebine istinad edip, bir mânâyı tercih ediyor. … Bunlar umumen muradve maksud olabilir ve onun hakikî ve mecazî mânâlarıdır."3 Bu demek değildir ki, Kur’ân’ın mânâları müphemdirve onları isteyen istediği tarafa çekebilir. Bilakis maksad şudur: Kur’ân’ın âyetlerinin içiçe girmiş dairelerhalinde genişleyen mânâları vardır. Bunlar birbirini kesen değil, merkezleri aynı olan dairelerdir. Tıpkı durgun birhavuza atılan taşın etrafında gitgide genişleyen halkaların oluşması gibi. Asıl merkezi mânâ sarih mânâ olup, diğerlerigenişleyen maksatlar durumundadır.

3) Müteşâbihlerin belâgata aykırı olmayıp, onun gereği olduğunu bildirmesi: Bazı kimseler müteşâbih ifadelerkullanmayı belâgata aykırı zannedip bunun, belâgatın en ileri derecesinde olan Kur’ân hakkında bir nakısa teşkiledeceğini iddia ederler. Onlara kalsa gerçeği söylemenin tek yolu, tek üslûbu olmalıdır. Onlara kalsa hakikat tekdüze,yeknesaktır. Halbuki; makamın, muhatapların, maksadın farklılığı gibi durumlar farklı uslûpları, değişik anlatımtarzları gerektirir. Esasen belâgat, halin muktezâsına uygun davranmaktır. Bir çocukla konuşan bir âlim, maksadınıona anlatabilmek için kendisini çocuklaştırmaya çalışması gerekir. Ve bu son derece yerinde bir hareket sayılır.Hatta aksi, tuhaf karşılanır. Kur’ân-ı Kerim bir kısım ince hakikatleri anlatırken, insanların zihinlerini o gerçeklerdenürkütmemek için onların anlayışlarına göre, hitaplarında ilâhî tenezzülde bulunup, özellikle geniş kitleninfikri seviyelerine göre ifadeler kullanır. Bu sırdandır ki, beliğler ince hakikatleri tasavvur ve dağınık mânâlarıtasvir ve ifade için istiare ve teşbihlere müracaat ederler. Müteşâbihler ince hakikatlerin suretleridir. İnce ve müşkülistiarelerin bir kısmıdır.

4) Şüphe sebebi sayılan müteşabihleri kur’ân’ın icazını ispat vesilesi haline getirmesi: Bediüzzaman, tenkit sebebisayılan müteşabihlerin, bilakis Kur’ân’ın i’cazının delillerinden olduğunu pek güzel açıklamaktadır. Müteşabihifadelerin bulunmasını ilk anda eksiklik sayanlara karşı şöyle der:

A) Kur’ân-ı Kerim umumî bir muallim ve mürşittir. Ders halkasında oturanları, bütün bir insanlıktır. İnsanlarınekseri âvâmdır. Mürşidin nazarında azınlık çoğunluğa tabidir. Zira âvâma yöneltilen hitabı havas da pek alaanlayıp yararlanır. Fakat durum tersine olursa avam havassa ait ifadelerden istifade edemez. Halk, alışkın olduğu hayalve ifadenin dışına çıkarak mücerret gerçekleri ve sırf akli kategorileri temaşa edemez. Ancak kendi hayallerindekiimajları dürbün tarzında kullanarak onların ötesindeki soyut gerçekleri temaşa edebilirler.

B) 1. "Kur’ân’da müşkülat vardır" şeklindeki şüpheye ise şöyle cevap verir: "İşkal, yani, müşkillikdedikleri şey ya üslûbun pek yüksek ve muhtasar olmasıyla mânânın çok derin ve ince olmasından ileri gelir. Kur’ân’ınmüşkilatı bu kabildendir. Veya ibareye karışık ve düğümlü noktaların bulunmasından neşet eder ki, Kur’ân-ıKerim böylesi müşkilattan münezzehtir."

2. İleri sürülen şüphelerden biri de şudur: "Kur’ân kâinatın maddî yapısına, yaratılışa dair meseleleri müphemgeçmiştir". Buna karşı şu cevabı verir: Oluşumu bir ağacı andıran bu kainatta mükemmele doğru bir meyil vardır.Yani tıpkı bir ağaçta olduğu gibi kâinatın bütün cüzleri ve zerreleri kemale doğru yürümektedir. Bu ağacın birparçası olan insanda da terakki meyli dallanmıştır. Bu meyil çekirdek gibidir ki, neşvüneması bir çok muamele vetecrübeler vasıtasıyla olur, çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin birbirine eklenmesiyle gelişir. Böyle bir genişlemeçeşitli bilim dallarını doğurur. Bu bilim dalları da basamak basamak gelişir. Bir önceki olmadan bir sonrakine çıkılamaz.Önceki, sonrakine bir mukaddime ve ulûmu mütearife hükmünde olması şarttır. Bu gerçeğe binaen ancak 20. Asırdagelişmiş bir bilim dalını bundan 10 asır önce yaşamış insanlara ders vermeye çalışmak onların akıllarını şaşırtmaktan,onları gerçeklerden uzaklaştırmaktan başka bir sonuç doğurmazdı. Mesela Kur’ân onlara: "Ey insanlar! Güneşinmerkezde durup yer küresinin hem kendisinin, hem de onun etrafında dönmesine veya bir damla su içinde binlerce canlının,mikroorganizmanın bulunmasına dikkat edin de Allah’ın azametini anlayın" deseydi, 10 yüzyıl boyunca yaşamış bütüninsanları dini yalan saymaya sürüklemiş olurdu.

3. "Kur’an’da aklî delillere ve fen bilimlerinin keşiflerine aykırı bazı âyetler vardır" şeklindeki şüpheyekarşı ise şöyle der: Kur’ân-ı Kerim’de takip edilen asli maksat dörttür. Kâinatın mahiyetini anlatmak Kur’ân’ınesas maksatlarından biri değildir. Asıl maksat yaratıcıyı tanıtmaktır. Bunu yaparken de önemli olan, bulunduklarıilmî seviyeye göre insanların kâinattaki nizam gerçeğine muttali olup, nizamdan nizamı kuran yaratıcıya ulaşarak,gaye olan tevhide varmalarıdır. Bu nizam fikrine götüren vesilelerin şu veya bu şekilde olması Kur’ân’ın irşadgayesi bakımından pek önemli değildir.4 Yaratıcının sanatını, kastını, iradesini, nizamını kâinatın herzerresinde bulmak mümkündür, böylece matlup olan nizam fikrine ulaşmak çeşitli yollarla olur. Bunun oluşması nasılolursa olsun, bizim matlubumuzla doğrudan doğruya bir ilişkisi yoktur.5

4. Bundan sonra müteşabih ifadelerle ilgili şu şüpheye de cevap verir: "Kur’ân’ın bu kabil ifadeleri kullanmasındakihikmeti anladım. Fakat insanları tevhide irşad gayesi güderken, kâinattaki gerçeklere de işaret etmesi gerekmezmiydi?" Kur’ân ehl-i tahkiki hakikate ulaştırmak için, karine ve emareler koymuştur.6 Hakikatlere îmadabulunmaktan da hali kalmamıştır.7 Meselâ dünyanın döndüğünü açıkça bildirmemekle beraber,8 başka âyetlerde küreşeklinde olup, döndüğüne dair işaretler yerleştirmiştir. Fakat Kurân-ı Kerim irşadını noksan bırakmamıştır.Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emareler vaz ederek hakikatlere işaretlerdebulunmuştur.

5) Müteşabihlerin hikmetlerine temas etmesi: Bediüzzaman müteşabihlerin hikmetlerine muayyen bir başlık altındaolmasa da çeşitli vesilelerle temas etmiştir. Bunlardan çoğu daha önceki alimlerin işaret ettikleri hikmetlerletakriben aynı olmakla birlikte, son bir-iki maddede ifade edeceğimiz hikmete özel olarak kendisi işaret etmiştir.

a) İrşâd ve hidâyet: "İrşâdın tam ve nafi olmasının birinci şartı, cemaatin istidadına göre olması lazımdır.Cemaat avamdır. Avam ise hakikati çıplak göremez; ancak kendilerince malum ve me’luf üslûp ve elbise altında görebilirler.Bunun içindir ki, Kur’an-ı Kerim yüksek hakaiki, muteşabihat denilen teşbihler, misaller, istiarelerle tasvir edipcumhura yani avam-ı nasın fehimlerine yakınlaştırmıştır."

b) Az lafızla çok mânâları ihtiva etme: Kur’ân’ın icazını ispat eden mufassal 25. Söz’ün İkinci Sual bölümü içindeyer alan beş lem’ada, Kur’ân’ın lafzında, mânâsında, mebhaslarında, ilminde ve üsluplarında muazzam camiiyetinianlatması bu hikmeti güzelce ispatlar.

c) Bütün seviyelere, kıyamete kadar gelecek bütün nesillere hitap etmesi: "Kur’ân-ı Hakim’in cümleleri birer mânâyamünhasır değil. Belki nev’i beşerin umum tabaklarına hitap olduğu için her tabakaya karşı birer mânâyı tazammuneden bir külli hükmündedir."

d) belâgat ve icaz gayesine hizmet: "(…) Kur’ân-ı Kerim’in o gibi meselelerde ihtiyar ettiği ibham ve itlak yolu,ayn-ı belâgat olduğu gibi, yüksek icazını ispata aşikar bir delil olduğunu, gözün kör değilse göreceksin."

e) Alimleri tevazua sevketme ve onlara aczlerini anlatma: "Nasıl ki, Kur’ân-ı Hakim’in müteşabihatı var veyamutlak teslim istiyor." Bu gibi yerlerde bir kısım müteşabihlerin kesin mânâsını bilmekte alimlerin acizkalmalarından ötürü teslimiyet göstermeleri gerektiğini bildirmektedir.

f) Zahiri duyuların idraklerini gözetme: "Çünkü gözleriyle gördükleri şeyleri onlarca bedahet derecesinegirmekle onun hilafı onlarca muhaldir. Öyleyse onların hissiyatına hürmeten güneş ve dünyanın gerçek durumunu bileninsanlar, bütün ülkelerde hala ‘güneş doğuyor, güneş batıyor’ demeye devam etmektedir. Zira insan, zahiri dünyalarınidraklerinin mahkumudur. Bu meselelerde belâgatın iktizası ibham ve ıtlaktır ki, onlara bir şaşırtma olmasın."

) Mânânın çok ince ve derin olmasından ötürü zeki insanların araştırma şevklerini artırma: "Anlaşılmasızor bir kelamın müşküllüğü ya lafız ve üslûbun perişanlığından neşet eder ki; bu kısım, beyanı vazıh olanKur’ân’a yanaşamamıştır. Veyahut mânânın dakik, derin veyahut kıymettar veyahut sıradışı ve nadir olmasından güyafikre karşı nazlanmak ve şevki artırmak için kendini göstermemek, kıymet ve ehemmiyet verdirmek ister. Müşkilat-ıKur’âniye bu kısmındadır."

h) Kur’ân’ın tazeliğini, turfandalığını korumasına katkıda bulunması: Kur’ân-ı Kerim tazeliğini, büyük ölçüdemüteşabih âyetler vasıtasıyla korumaktadır. Her şey çok yalın, tek mânâya gelebilecek şekilde söylenseydi, diğerkitaplar gibi Kur’ân da zamânâ karşı mukavemet edemeyip, aşınabilir, bazı insanlar nezdinde "modası geçmiş"sayılabilirdi. "Binaenaleyh şu kadar uzun asırlar boyunca gençliğini, güzelliğini, tatlılığını, yeniliğinimuhafaza eden Kur’ân, elbette harikadır."

i) Müteşabihlerin tercümesinin imkansızlığı, insanları acze düşürerek Kur’ân’ın hakiki tercümesinin mümkünolmadığını ispatlaması: Kur’ân-ı Kerim’de müteşabih ifadeler taşıyan öyle yüzlerce âyet vardır ki, bularıntercüme edilmesi son derece güç, hatta bazen imkansızdır. Zira tercüme edilmeleri halinde mutlaka asli mânâların önemlibir kısmını kaybederler.

Bediüzzaman, "… elfaz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vazedilmiştir ki, her bir kelamın, her bir kelimenin, her birharfin ve hatta bazen bir sûkununun çok vücuhu bulunuyor. Her bir muhatabına ayrı bir kapıdan hissesini verir."dedikten sonra, "Vel cibale evtada"9 gibi müteşabih âyetleri misal verip, onların ifade ve ihtiva ettiklerifarklı irşadları ayrıntılı olarak açıklar. Sonra muhatabın bu konuda yönelteceği: "Geçmiş misallerdeki bütünmânâları nasıl bileceğiz ki, Kur’ân onları irad etmiş ve işaret ediyor?" sorusunu şu şekilde cevaplar:"Madem Kur’ân bir hutbeye-i ezeliyedir, hem muhtelif tabaka olarak asırlar üzerinde ve arkasında oturup dizilmiş bütünben-i ademe hitap ediyor ve ders veriyor. Elbette o muhataplara göre müteaddid mânâları dercedip ifade edecektir. Evetİşâratû’l İcaz’da şuradaki mânâlar misillü, kelimat-ı Kur’âniyenin muhtelif mânâları ilmi sarf ve nahivkaideleriyle ve ilmi beyan ve fenni Meaninin düsturlarıyla, fenni belâgatın kanunlarıyla ispat edilmiştir."

Kur’ân’ın hidâyet için geldiğini, ihtiva ettiği her şeyin kesin, ayan beyan, tekdüze ve tek üslûpla olmasıgerekip, müteşabih ihtiva etmemesi gerektiğini ileri sürmek, ilk anda geçerli görünebilir. Fakat yapılan bu gibiizahlarla müteşabihlerin insan için vazgeçilmez bir gerçek olduğu ortaya çıkar.

Kur’ân-ı Kerim’de Rahman’ın insana, Kur’ân’ı öğretmek için beyan kabiliyetini verip, sıfatları ezeli ve mutlak olanAllah’ın mahlûk ve mahdut olan insanı muhatap edindiği bildirilir. Şu halde, ilâhî hakikatleri insana anlatmak içingelen Kur’ân’ın müteşabihler ihtiva etmesi, vazgeçilmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. BediüzzamanSaid Nursî, kendi eserlerinden yaptığımız iktibaslarla bu gerçeği pek güzel ve ayrıntılı şekilde açıklamışbulunmaktadır. Bu izahla teşabühün maksadı ihlal etmediğini ispatlamakla kalmaz, bundan fazla olarak müteşabihin varlığınınşart olduğunu, asıl yok olmasının maksadı ihlal edeceğini ispatlar.