Müslümanların tarihte kurduğu devletler ve medeniyete katkıları – 2

—Geçen haftadan devam—

3. ABBÂSİLER (M: 750-1258)

Kuruluşu: Son Emevî Halîfesi Mervan’ın öldürülmesiyle Emevî devleti yıkılmıştı. Bu arada Ebû’l-Abbas’ın, Irak’ta halîfeliğini îlân etmesiyle M: 750’de Abbâsî devleti kurulmuş oldu. Ebû’l-Abbas’ın halîfeliği Endülüs hariç bütün İslâm ülkelerinde kabul edildi.

Coğrafyası: Irak’ta kuruldu. Başşehri Bağdat’tır. Hârun Reşid zamanı ise Abbâsîlerin en parlak devri olmuştur. İslâm orduları Hindistan’dan Atlas Okyanusu’na, Kafkaslardan Orta Afrika’ya kadar fetihler yapmışlardı.

Yıkılışı: Cengiz’in torunlarından Hülâgû, M: 1258 senesinde (kuruluşundan 508 yıl sonra) İslâm memleketlerine saldırarak Bağdat’ı kuşattı. Dünyâ târihinin en büyük tahribâtını yapan Hülâgû, 400.000’den fazla Müslüman’ı kılıçtan geçirdi. Mescidler ve medreseler yerle bir edildi. Milyonlarca dînî ve ilmî eserler yakılarak Dicle nehrine atıldı. Hülâgû’nun zulmünden kaçan 35. Abbâsi Halîfesi Zâhir’in oğullarından Ebu’l-Kâsım Ahmed, Mısır’da halîfe tanındı. Nihâyet Yavuz Sultan Selim Hân’ın Mısır’ı fethetmesiyle son Abbasî halîfesi III. Mütevekkil, kendi arzusuyla hilâfeti Yavuz Sultan Selim Hân’a teslim etti (M: 1517).

Abbasiler Peygamber Efendimizin (a.s.m.) amcası Hazret-i Abbas’ın soyundan gelen ve Emevilerin yerini alan halifeler sülâlesidir. Bu hanedana ilk atalarına nisbetle “Haşimiler” de denilmektedir. Bu dönemde Halife Mehdi İslâmiyet’i muhafaza ve sünneti ihya ederek siyaset alanında önemli icraatlar yapmıştır [12] [5].

Abbasîler döneminde, Mutezile, Râfizî, Cebrîye ve İslâmiyeti zedeleyen perde altında fesat komiteleri meydana gelmişti. Şeriat ve itikad noktasında ehemmiyetli sarsıntıların olduğu o dönemde Buhârî, Müslim, İmam-ı Âzam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı Gazâli ve Gavs-ı Âzam ve Cüneyd-i Bağdadî gibi pek çok İslâm büyüğü imdada yetişip o fitne-i diniyeyi mağlûp ettiler. O tarihten üç yüz sene sonraya kadar o galebe devam ile beraber, perde altında yine o ehl-i dalâlet fırkaları, siyaset yoluyla Hülâgu-Cengiz fitnesini Müslümanların başına getirdiler [12].

3.1. Medeniyete katkıları

* Talas Savaşı’nda (M: 751) Türklerin de desteğiyle, Abbasiler Çinlileri yendi. Bu savaştan sonra Türkler gruplar halinde İslâmiyeti kabul ettiler [7].

* Çinlilerden kâğıt yapım tekniği öğrenildi. Buradan bütün İslâm dünyasına yayıldı.

* Mahkemeler kurularak adâlet işleri kurumlaştırıldı.

* İlim ve san’at erbabı korunmuş, her türlü imkân sağlanmış, yerli ve yabancı bilim adamları önemli kültürel ve bilimsel çalışmalar yaparak Bağdat’ı dünyânın en büyük ilim merkezlerinden biri haline getirmişlerdir.

* 9. asırdan itibaren Halife Harun Reşid’in emriyle büyük şehir merkezlerinde hastahaneler kuruldu. Bunların en büyüğü Kahire’deki 8000 yataklı Mansuri hastahanesidir.

* Su arkları ve kanallarla Arabistan’a kadar olan geniş ve uzun arazinin tamamı sulanabilir hale getirildi. Dicle ve Fırat’tan sular, su kemerleri vasıtası ile Bağdat’a ulaştırıldı. Ziraata ehemmiyet verildi ve faizsiz krediler ile çiftçiler desteklendi.

* Endüstriye gereken önem verildi. Madenleri işletilmeye başlandı. Yeraltı kaynakları çıkarılarak kullanıma sunuldu. İmalathaneleri kuruldu.

* Abbasiler devrinde birçok ilimlerin temeli atıldı. Fen ve din alanlarında yüzlerce âlim yetişti; Cabir bin Hayyan, Harezmi (matematikte ilk kez sıfırı (0) kullandı), dört mezheb imamı, İmam-ı Eş’ari, İmam-ı Maturidi, İmam-ı Gazali v.s. bu dönemde yetişti.

* Abbasi döneminde Yunanca, Hintce, Süryanice’den tercümelerle birçok eser İslâm dünyasıyla buluşturuldu.

3.2. Maddî ve manevî dinamikleri

* Abbasiler yönetimde, Emevilerin Arap Devleti tezi yerine, İslâm devleti özelliği göstererek, Müslümanlara eşit yaklaşımda bulundular.

* Arap Milliyetçiliği politikası, Ümmetçi anlayışa dönüştü. Diğer Müslüman milletlerin desteğini aldılar.

* Abbasiler iktisadî bakımdan çok güçlü bir durumda idi. Bilhassa halifelerin, memleketin iktisadî meseleleriyle de yakından alâkadar olmaları, ziraat, ticaret ve iktisat ile alâkalı meselelere ehemmiyet vermeleri, halkın refah seviyesini yükseltmiş ve devleti de güçlendirmiştir.

* Fetih politikasından çok, kültür politikasına ağırlık vermişlerdir.

* Ordu, nizamî ve daimî statüde görevli ücretli askerlerden oluşmaktaydı. Güçlü bir donanmaya sahipti.

* Adliyeye bağlı kurulan “hisbe” teşkilâtının iyiliği yaymak, kötülükten vazgeçirmek, çarşı ve pazarlarda düzen ve kontrolünü sağlamak gibi görevleri vardı.

4. ENDÜLÜS İSlÂM DEVLETİ (M: 756-1492)

Kuruluşu: Emevi komutanlarından Târık bin Ziyad M: 711 yılında Endülüs’ü (bugünkü İspanya) fethetti. Daha sonra Emevi devleti M: 750’de yıkılınca Abdurrahman bin Muâviye Endülüs’e kaçarak burada bağımsız Endülüs İslâm Devleti’ni kurdu.

Coğrafyası: Endülüs bugünkü İspanya’da kuruldu. Başşehri Kurtuba’dır. Kısa bir süre zarfında Fransa’nın iç kesimlerine kadar sınırlarını genişlettiler [13].

Yıkılışı: Endülüs Emevîleri, son zamanlarda İslâm ahlâkından ve ehl-i sünnet îtikadından ayrıldıkları ve taklitçiliğe daldıkları için zayıfladılar. Çalışmayı terk ederek, zevk, sefâ ve saltanat sürmek sevdasına kapılan Benî Ahmer Devleti’nin son hükümdarı Abdullahi’s-Sağîr, 1492’de memleketini düşmanlara kaptırarak maiyyetiyle birlikte Endülüs’ü terk etti. Böylece yaklaşık 800 yıl boyunca Avrupa’yı etkileyen Endülüs İslâm Devleti sona erdi. İspanyollar Endülüs’ü harabeye çevirdiler. Büyük ölçüde katliâm yaptılar. Camileri ve san’at eserlerini yıktılar. Beş yüz bin el yazması eser Ferdinant tarafından meydanda yakıldı [13]. II. Bayezid; Oruç ve Hızır reisleri İspanya’daki Müslümanların yardımına gönderdi. Müslümanlar Kuzey Afrika’ya, Yahudiler İstanbul, Selanik ve İzmir’e yerleştirildiler. Endülüs belki de çağının kurbanı oldu. Zorbacı ortaçağ anlayışı Endülüs’ü barındıramadı içinde. Ortaçağın karşısındakini ‘’öteki/düşman’’ görme anlayışı Endülüs’ün sonu oldu.

Tarihi kolaylaştırma yollarından biri de çağlara ayırmadır. Her çağın farklı karakteristik özellikleri vardır. Ortaçağ tanımı içinde, farklılığı benimseyip birlikte yaşayan özgür insan, gelişen toplum, insânî bakışlar, dil ve kültür kaynaşması gibi kavramları Endülüs dışında pek bulamayız. Ortaçağ, karanlık simgeler taşır genelde; sevimsizdir, kötü çağrışımlar yapan bir dönemdir. Ruhânî iktidarın bilim üzerindeki baskısı, feodalitenin insanı farklı bir tarzda köleleştirmesi, devletler arasında bitmek bilmeyen ekonomi ve din muhtevalı savaşlar…

Avrupa’da böyle bir dönem yaşanırken, Endülüs, coğrafya olarak içinde; yaşayış olarak dışında bir devlet. Çağ anlayışının genel karakteri dışında bir oluşum. Orta çağ tarihinin farklı yüzü.

Endülüs’ün farkı birlikte yaşama san’atıydı. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Musevilerin bir arada yaşayabileceğini gösteren güzel bir tarih sayfasıdır. Endülüs’ün farkı san’atta, felsefede, mimaride, tarımda, matematikte, gök bilimlerinde, edebiyatta ortak değer oluşturmasıydı. Endülüs İslâm dünyasını taşımıştı. Endülüs bu gün İslâm incelemelerinde İslâm dünyası için artı değer olup İslâm toplumlarının hayali gibi durur. Bu gün İslâm dünyası Batı dünyasının gerisinde kalmışlığının farkında. Endülüs ideali ise bunun değişebileceği hayalini canlı tutar İslâm dünyasının zihninde.

Müslümanlar M: 700’lü yılların başlarında İspanya’yı fethettiler. Daha sonra bağımsız bir devlet kurarak (M: 756) buralarda muhteşem ve şaşaalı bir medeniyetin temellerini attılar. Avrupa’da kurulan Endülüs İslâm devleti, İslâm medeniyetini zirveye taşıdı. Burada İslâmiyet’i en güzel şekilde yaşayıp, hal, hareket ve davranışlarına yansıttılar. Zaten “Ne vakit Müslümanlar dine ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nispeten terakki etmişler. Buna şahit, Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs İslâm devletidir. Hem ne vakit İslâm cemaati dine karşı lâkayt vaziyeti almışlar; perişan vaziyete düşerek gerilemişlerdir.” [5]. Müslümanlar Endülüs’te karanlık bir cehaletin olduğu bir dünyaya aydınlık bir medeniyet sundular. Müslümanların Endülüs’ü fethetmesiyle başlayan ve 700 yıl süren İslâm hakimiyeti döneminde bir ortaçağ aydınlığından söz etmek mümkündür. Camileri, sarayları, kütüphaneleri, kâğıt imalathaneleri, hastahaneleri ve medreseleriyle o günkü Batı’nın gözünü kamaştıran parlak bir uygarlığa ev sahipliği yapan Endülüs İslâm Devleti [13] yukarıdaki tezin doğruluğunu ispat etmektedir. O dönemin Endülüs’ü ile Hiristiyanlık âlemini John W. Draper şöyle tasvir etmektedir: “700 sene sonrasında bile Londra’da bir tek sokak lambası bulunmazken… Sonraki uzun asırlar boyu Paris’teki evinin eşiğinden yağmurlu bir günde sokağa adımını atan bir Parisli ayak bileklerine kadar çamura batarken, aydınlık ve temiz sokaklarıyla Endülüs şehirleri pek ileri ve gelişmiş bir görünüm arz ediyordu” [13].

Endülüs’te Müslümanların ilerleyişi 759 yılında sona erer ve geri çekilme dönemi başlar. Ancak tarihinin her döneminde Müslümanlar bir yere çok hızlı girerler, fakat çok yavaş çekilirler [13]. Nitekim Kuzeyden başlayarak bütün yarımadadan çekiliş yaklaşık 730 yıl sürecektir.

4.1. Medeniyete katkıları

* O devirde siyâsî, iktisâdî ve fikrî üstünlüğün zirvesine ulaşıldı.

* İslâm dîni İspanya’dan Avrupa’ya yayıldı.

* Fas, Kurtuba ve Gırnata Üniversiteleri kurulup Batıya ilim ve fen ışıkları saçıldı. Kurtuba 900’lü yıllarda Avrupa’nın en büyük bilim ve san’at merkezi haline geldi. Avrupa’daki şehirler tahta kulübelerden oluşurken, 500 bin nüfuslu Kurtuba’da halk, kanalizasyona, sokaklarında ışıklandırma sistemlerine ve kamu hizmetinde 300 hamama sahipti.

* Endülüs’te İslâm medeniyeti tarih, felsefe, fıkıh, edebiyat, astronomi, coğrafya, haritacılık, matematik, zooloji, botanik, kimya, tıp, mimarî ve musikide önemli gelişmeler sağladı.

* Fen ve teknik, Endülüs aracılığıyla dünyaya yayıldı.

* İslâm san’atının ve estetiğinin örneklerini barındıran, Gırnata şehrindeki El-Hamra Sarayı’nda devrin en büyük kütüphânesi kuruldu.

* Kurtuba kütüphanelerindeki 600.000 el yazması eserler, Batı âlimlerini ve aydın Kilise adamlarını Endülüs’e çekiyordu.

* Müslümanlar; yerli insanları, kibarlıkları ve zarif hayat tarzlarıyla etkilediler.

4.2. Maddî ve manevî dinamikleri

* İnanmış gönüllerin, kudsî İslâm dâvâsı etrafında kenetlenmesi ve bu uğurda her şeylerini ortaya koymaları [13].

* Susamış kalplere İslâm nurunu ulaştırma çaba ve gayreti.