Kur’ân’ın Ehl-i Kitaba Ayrıcalıklı Yaklaşımı

Dinlerarası Diyalog ve Dostluk – 1/3

Savaşların, maddî ve manevî anarşi selinin azgın dalgalarıyla boğuşaninsanlık, bir can simidi arayışındadır. Bu kurtarıcı ise asırlardır herdinden ve ırktan insanı potasında eritebilen İslâm’ın hoşgörü vediyalog anlayışından başka bir şey olmasa gerek. Fakat, ne yazık ki, Müslümanlarınbile bu kıymetli hazinenin tam olarak farkında olduğu söylenemez. Bu sebeplegünümüz Müslüman’ı, çevresini kuşatan her din ve ırktan fert vetopluluklara karşı nasıl bir tavır takınacağını bilmemenin şaşkınlığıiçerisinde bocalamaktadır. Bu şaşkınlık ve bocalama, ölçüsüzlüğünetice vermekte; laiklik perdesi altında dinsizliği, demokrasi perdesi altındadiktatörlüğü ön plana çıkaran; diyalogdan uzak ve hoşgörüsüz tavırlarıyladikkatleri çektikleri halde, Müslüman kesimden sonsuz bir hoşgörü ve anlayışbekleyen; dinde lakayt, muhakeme-i akliyeden mahrum şahıslara karşı ya ifratya da tefriti doğurmaktadır.

İslâmiyet’in bir istikamet, adalet, hak, hukuk, orta yol dini olduğu nazaraalınacak olursa, elbette onun her kim olursa olsun herkese belli prensipler çerçevesindediyalog, dostluk, muhabbet ve hoşgörü elini uzatıyor olduğu kolaylıklaanlaşılmaktadır. İşte aşağıda gelecek olan bölümlerde İslâm’ın herkesimden insanlara diyalog ve hoşgörüsünün çerçevesi çizilmeye çalışılacaktır.

Kur’ân-ı Kerim’de Mu’cemü’l-Müfehres’ten tesbit edebildiğimiz kadarıylayirmi dört âyet-i kerimede ehl-i kitaba hitap vardır. Bir âyette "ehl-iİncil" tabiri, birçok âyette de "Yahudi ve Nasara" isimlerizikredilmektedir. Bu hitaplardan Allah’ı tümden inkâr eden ateistler ile,Allah’a inanıp sıfatlarında hataya düşen ehl-i kitap arasında bir ayırımolduğu göze çarpmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de ehl-i kitaba ayrıca hitapedilmesi ise, hakkı bilip de gizledikleri, bir gün bu hakkı kabul etmeihtimalleri bulunduğundan dolayı olabilir. Bu sebeple onlarla ilgili âyetlerde"ikaz" noktasının ağırlık kazandığını görüyoruz. "Eyehl-i kitap! Niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?"1 "Eyehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıl ile karıştırıyorsunuz? Bildiğiniz haldehakkı gizliyorsunuz?"2 gibi âyetlerde onların uyarıldıkları görülmektedir.Dikkat edilirse en son zikrettiğimiz âyet-i kerime mealinde, "bildiğinizhalde" tabiri geçmektedir. Gerçekten de ehl-i kitap hitabına mazhar olanHıristiyanlar ve Yahudiler, Tevrat ve İncil’de ahirzaman peygamberinin geleceğinedair müjdeleri bilmekte, ama o geldikten sonra çeşitli sebeplerden dolayıinkâr yoluna sapmaktaydılar. Tevrat ve İncil’in bu kadar tahrif edilmesine rağmen,Hüseyin-i Cisrî gibi bir alimin "Risale-i Hamidiye"sinde yüz on dörtişaretleri o semavi kitaplardan çıkarması,3 bu "bildiğiniz halde"tabirinin halen geçerli olduğunu göstermektedir. Bundan da anlaşılmaktadırki, müşrikler ve ateistler ile ehl-i kitap arasında bir farklılık bu bakımdansöz konusudur. Nitekim bu bilgilerine istinaden Kur’ân-ı Kerim onları doğruolan inanca gelmeye çağırmakta ve şöyle seslenmektedir: "Eğer ehl-ikitap iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu."4

Bu temenniden sonra bir başka âyet-i kerimede de nasıl iman etmeleri gerektiğidile getirilmektedir: "Ey ehl-i kitap! Sizin ile bizim aramızda eşit olankelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, Allah’a hiçbir şeyi şirkkoşmayalım. Allah’ın dışında birbirimizi Rab edinmeyelim."5

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi şöyledir:

Rivâyete göre Yahudiler Hazret-i Peygamber’e gelerek, "Hıristiyanlarınİsa’yı (a.s) Rab edinmeleri gibi biz de seni Rab edinmek istiyoruz"dediler. Hıristiyanlar da Peygamber’e (a.s.m.) gelerek "Yahudiler Üzeyir’e(a.s) ne diyorlarsa biz de sana öyle diyelim" teklifinde bulunmuşlardır.Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

Peki, niçin ehl-i kitap tabiri kullanılmıştır? Razi’ye göre, bu tabirmuhatabı yüceltmek, kalbini hoş etmek, okşamak içindir. Burada"gelin" mânâsındaki "tealev" kelimesi, "aşağıyerden yukarıya gelin" demektir. Âyette geçen "eşit" mânâsındaki"sevaun" kelimesi de "adl ve insaf" demektir. Buna göre âyetten,"Sizinle aramızdaki insaflı kelimeye gelin" anlamını çıkarmak mümkündür.İnsaflı olmak ise haklıya hakkını vermektir. Zeccac’a göre bu,"istikametli olan kelimeye gelin" demektir. Cenab-ı Allah, gelinmesigereken kelimenin ne olması gerektiği şeklinde mukadder bir suale üçhususla cevap vermektedir: (1) Ancak Allah’a ibadet etmek. (2) Allah’a hiçbirşeyi ortak koşmamak. (3) Allah’ın dışında birbirlerini Rab edinmemek.Esasen bu üç unsurun zikredilmesi, öncelikle, birinci derecede Hıristiyanlarınmuhatap alındığını göstermektedir, ki, Razi de bu konuya temas etmektedir.Çünkü Hıristiyanlar bu üç hususun mânâ-yı muhalifinibenimsemektedirler. Bir defa onlar, Allah’tan başkasına, yani Mesih’e ibadetediyorlar. Teslis akidesini kabul ederek Allah’a şirk koşuyorlar (Allah üçtür,Baba, Oğul ve Ruhu’l-Kudüs). Ruhbanlarını ve ahbar denilen din alimlerini deRab ediniyorlar. Meselâ günah hususunda ruhbanlara inanıyorlar.6

Kur’ân-ı Kerim’in ehl-i kitaba farklı bir şekilde hitap ederek onlarınkalplerini okşaması, batıl itikatlarından vazgeçmeye çağırmasıvicdanlarda makes bulmuştur. Bilhassa da Hıristiyanlardan binlerce kişi İslâmiyet’iseçmiştir, halen de seçmeye devam etmektedir.

Ehl-i Kitapla Dost Olmak

Kur’ân-ı Kerim’in bir taraftan ehl-i kitabın kalbini İslâm’a karşıyumuşatıcı bir üslup kullanırken, diğer taraftan, müminleri ehl-i kitapladost olmaktan sakındırması bir tezat gibi gözükmektedir. Ve günümüzdebirçok kimse tarafından bu âyet yanlış anlaşılmakta, bu yanlış anlamaise, hatalı hükümlerin verilmesine sebep olmaktadır.

Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmanın yasak olduğunu ifade eden âyette,"Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz."7buyurulmaktadır. Elmalılı’nın buradaki yasaklanmayı izahı şu şekildedir:"Yardaklık etmeyiniz, tuzaklarına düşmeyiniz, isteklerine iştiraketmeyiniz."8 Aynı zatın tefsirinde: "Allah sizi, din hakkındasizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyiliketmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez"9 âyetine dayanılarak,onları dost edinmemenin onlara iyilik etmeyi engellemediğine dikkat çekilmektedir.10

Bu izahlardan onlarla diyalog ve müsamahanın bir ölçüsü karşımıza çıkmaktadır.O da, onlara yardaklık edecek kadar bir gevşeme ve iltifattan uzak durma, amaonlara iyilik edebilme ölçüsüdür.

Peygamberimiz’in (a.s.m.) Yahudi ve Hıristiyanlara karşı muamelesine baktığımızda,onlara iyilik yapmaktan hiçbir zaman geri durmadığını görmekteyiz.

Bir defasında Peygamberimiz (a.s.m.) Yahudilerden birinin hastalanan oğlunuziyarete gitmiş, çocuğun hal ve hatırını sorduktan sonra onu Müslümanlığadavet etmiş, çocuk babasının yüzüne bakmıştı. Yahudi oğluna,"Peygamber ne diyorsa onu yap" demiş, çocuk da Müslüman olmuştu.Bir defasında da Yahudilerden birinin cenazesi geçiyorken Resul-i Ekrem ayağakalkmıştı.11 Bir rivayette: "Ben melekler için, yani cenaze ilebirlikte olan melekler için ayağa kalktım" denmiştir.12

Yahudiler, Resul-i Ekrem’e (a.s.m.), "Selamun aleyküm" yerine,"kahrolasınız" demek olan, "Sâmün aleyküm" derlerdi.Bir defa Hazret-i Aişe (r.a.) Yahudilerin bu hareketinden müteessir olarakonlara mukabelede bulunmuş, Hazret-i Peygamber (a.s.m.) Aişe’yi (r.a.) teskinetmiş, ona "Geniş ol. Çünkü Cenab-ı Hak geniş olmayı sever"buyurmuştu.13

Necran’dan gelen Hıristiyan heyet, Resul-i Ekrem (a.s.m.) tarafından kabulolunduğu zaman Resul-i Ekrem (a.s.m.) bunları mescidde misafir etmiş, hattaonların mescidde ayinlerini yapmalarına da müsaade etmişti. Müslümanlarbuna itiraz ettikleri zaman Resul-i Ekrem (a.s.m.) onları susturdu.14

Bütün bunlar, ehl-i kitaba barış zamanlarında iyilikte bulunmanın müminleringörevleri arasında olduğunu göstermektedir. Özellikle de Hıristiyanlarınülkelerinde çalışmak zorunda kalan Müslümanların hatırı sayılır birekseriyeti teşkil ettiği ve ekonomik, askerî bakımlardan yardımlaşmanınzarurî olduğu bir devrede, bu âyet-i kerimenin gerçek mânâsına ne kadarmuhtaç olduğumuz ortaya çıkmaktadır.

Said Nursî de bu hususta Hazret-i Peygamber ve Kur’ân’dan aldığı derslebize aynı güzel ölçüleri sunmaktadır. Münazarat isimli eserinde, Hıristiyanlıkdinine mensup olan Ermenilere düşman olmaya "istibdadın sebep olduğuna"işaret etmiştir. Çünkü, siyasi istibdat "insanlar kendi idarecilerininyolundadır"15 hadisinin sırrıyla, herkesin damarlarına işlemiştir. Değişikisimler ve görüntüler altında, toplumun her kesiminde kendi etkisini göstermiştir.İstibdat hakkın değil, kuvvetin esas alındığı; kılıcı keskin, kalbikatı olanın sözünün geçtiği bir anlayış olduğu için düşmanlıklarıkörüklemiştir.16 İşte, Said Nursi de, değişik ırklardan müteşekkil birmilletin saadet ve selametinin dostluktan geçtiğini belirterek, bunun ölçüsünüde, "Fakat mütezellilane [alçalarak] dost olmak değil, belki izzet-imilliyeyi muhafaza ederek, musafaha elini uzatmaktır" şeklinde koymaktadır.17

Said Nursî bu gibi birçok izahtan sonra, "Yahudi ve Hıristiyanları dostedinmeyiniz" âyetini, hem Kur’ân’ın hükmüne uygun, hem de Hazret-iPeygamber’in (a.s.m.) tatbikatına muvafık bir şekilde şöyle açıklığakavuşturur:

"Demek bu nehiy, Yahudiyet ve Nasraniyet olan ayineleri hasebiyledir. Hemde bir adam zatı için sevilmez; belki muhabbet sıfat veya sanatı içindir.Öyleyse her bir Müslüman’ın her bir sıfatı Müslüman olması lazım olmadığıgibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve sanatları kâfir olmak lazımgelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir sanatı, istihsanetmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin [eşin]olsa elbette seveceksin."18

Burada Said Nursî, dostluk ve düşmanlık kavramlarına yeni anlamlar kazandırarak,ehl-i kitaba karşı nasıl davranılacağını tespit etmektedir. Buna göre,ehl-i kitapla "din" dostluğu değil, "sıfat ve sanat"dostluğu âyetin nehyinin şümulüne girmemektedir. Elbette bir ehl-i kitabındinine muhabbet duymak, imanın zaafiyetini gösterir. Ama onların meselâ"doğruluk" gibi sıfatlarına sevgi beslenebilir, teknolojileri hoşkarşılanabilir, işbirliğine gidilerek istifade edilebilir. Bunlar, Kur’ân’ınkastettiği "dostluk" kavramının içine girmemektedir. Nitekim ehl-ikitap hanımlarla evlenmenin caiz olması, Müslüman erkeklerin o hanımlarınkadınlığa mahsus şefkatlerini ve insanî yönlerini, güzelliklerini vemallarını sevmenin caiz olduğu hükmünü ortaya çıkarmaktadır.

Said Nursî, "Delil katiü’l-metin olduğu gibi katiü’d-delalet olmakgerektir" diyerek, Yahudiler ve Hıristiyanlarla diyalog ve dostluk kurmanınyasak olduğuna dair delilin Kur’an’ın ayetleri gibi sağlam bir metne dayandırılmasınında yeterli olmadığına dikkat çekmiştir. Evet, metin kati ve sağlamdır,fakat kastedilen anlama delaleti sağlam mıdır? Ayet metninin kesin olduğuapaçıktır fakat hangi anlama delil olmaktadır? İşte, bu ayet zamanıntefsirine göre yoruma ve tevile açıktır; çünkü hangi şartlarda ve hangiaçıdan Yahudi ve Hıristiyanlarla dostluk yapılmaması gerektiğibelirtilmemiş, mutlak bırakılmıştır. Hüküm "mutlak" olduğu içinde ayetin belli şartlar altında yorumlanması mümkün olmaktadır. Hem de, eğerbir kelime başka bir kelimeden türemişse ve hüküm onun üzerine binaediliyorsa, hükmün sebebi de türetilen kelimeye bağlıdır. Yahudi ve Nasarakelimeleri, Yahudilik ve Nasraniyetten türemiş kelimelerdir. Yahudiler veNasraniler ile dostluk etmeye yasak konmuşsa, bunun sebebi Yahudilik veNasraniliğin muhtevasında yer alan ve tevhide uymayan inançlar, İslam ahlakınaaykırı davranışlar olacaktır.19 Bir başka ifadeyle muhabbeti yasaklananYahudi veya Hıristiyanlığa mensup şahıs ve diğer özellikleri değil, onunYahudiliğe ve Hıristiyanlığa ait inanç ve davranışlarıdır.

Said Nursî, zamanın bu âyet-i kerimeyi nasıl tefsir ettiğini de açıklıkkazandırmaktadır. Ona göre, Asr-ı Saadette büyük bir dinî inkılapmeydana gelmiştir. Bu inkılap bütün zihinleri din noktasına çevirdiğinden,Sahabeler bütün sevgi ve düşmanlığı o noktada toplayarak sevgi veya düşmanlıkbeslerlerdi. Bundan dolayı gayri Müslimlere muhabbetten "nifak"kokusu geliyordu.

Bu zamanda ise, acib bir dünyevî ve medenî inkılap vücuda gelmiştir. Bütünzihinleri zapteden ve bütün akılları meşgul eden medeniyet, terakki ve dünyanoktasıdır. Onların ekserisi dinlerine o kadar da bağlı değillerdir. Busebeple, onlara dost olmak, medeniyet ve terakkilerini güzel görüp almaktırve her dünya saadetinin esası olan asayişi muhafazadır. Said Nursî’ye görebu çerçevede bir dostluk katiyyen nehy-i Kur’âni’de dahil değildir.20

Bediüzzaman’ın asrın idrakine uygun bu isabetli tefsiri, günümüz Müslümanlarınıbüyük bir sıkıntıdan kurtarmaktadır. O, teknolojinin dinsizlikle veya dindostluğu ile bir alâkası olmayacağı gerçeğinin altını çizerken, bunuda bir âyete dayandırmaktadır.

İşte Kur’ân’dan çıkan bu prensipler, Müslümanların ehl-i kitaba karşıdiyaloga açık ve hoşgörülü olmasının çerçevesini de çizmektedir. Kaldıki, Bediüzzaman, dinsizliğin, zındıkanın yaygınlaştığı bir zamanda Hıristiyanlarındindar ruhanîleri ile dinsizliğe karşı "ittifak" edilmesini dezarurî görmekte, bunu da bir hadis-i şerife21 dayandırarak söylemektedir.22