Kurânın Anlam Haritasında Tefekkür

Günümüz Müslümanları çeşitli problemlerle yüz yüzedir. Maddi terakkide geri kalmışlık konusundakifayet miktarı yazı yazılıp kafa yorulmuş ise de, "İslami bilgi"nin dayanacağı esaslar, bağlı kalacağıKur’ani metot ve usuller konusuna yeterince ağırlık verilmemiştir.

Bunun sonucu olarak, Müslüman bireyler parçalı bir bilgi sistemine mahkum hale gelmişlerdir. maddibilgiyi kendi şartlarına intibak ettiremeyen Müslümanlar maddi sefalette kalmışlardır, daha da kötüsü, aynı Müslümanlarbilgi (marifet) sistemlerini oluştururken, ya gerekli dikkati göstermeyerek ya da farkında bile olmayarak manevisefaletlerin kucağına düşmekten kurtulamamışlardır.

Vahyin ve Kur’an’ın sunduğu eşyaya bakış ölçüsünden kopan Müslüman toplumlar, bazı noktalardamadde ve tabiat-perestlerin düştüğü uçurumların kıyısına gelmiştir. Problem elbette ki, yeni değildir. Çağlarboyu Batı felsefesi ile temasta bir takım yararlı terkipler sağlanmış ise de, aynı süreçte Kur’an’ın ve vahyinruhuna ters düşen felsefi değer ölçüler "Müslüman" toplumların içine sızmıştır.

Bu öyle derin bir iz ve kaba tortudur ki, samimi niyetle "Kur’an İslamı"nı yaşamak isteyenleribile, Kur’an’ın üslup ve irşad tarzından koparmıştır. Bu bakış açısının bulaşmadığı ve bulandırmadığıRisale-i Nur tefsirlerini günümüz için itikadi bir pusla olarak gören bir kısım insanlara da zaman zaman arız olanitikadi bir sapmaya dikkat etmek gerekir.

Doğrudan itiraz sesi yükseltemeyen bazıları, Nur Risaleleri için "çiçek, böcek, elma vs"misalleriyle dolu hikayecikler içeren basit (entelektüelite içermeyen) dini anlatımlar olarak değer biçmek isterler.Risale-i Nuru, çağımızın tefsiri olarak kabul eden bazı anlayış sahipleri ise iyi niyetle Nur Risalelerini artık"çiçek, böcek, sinek" misallerine mahkum eden yorumlardan kurtarmak gerektiğini dile getirirler. Aslında böyledemekle farkında olmayarak Kur’ani bakış açısından sapılmaktadır.

Bilgi hiyerarşisi bozulmuş ve Kur’ani değerler üzerine yerleştireceği zemini kaybetmiş Müslümantoplumlar ve bireyler, eğer tümüyle felç olmaktan kurtulmak istiyorlarsa, teneffüs ettikleri dünyanın değerlerindensilkinip, hiçbir eziklik taşımadan taze bir şevkle vahyin "çiçekli, böcekli, arılı, örümcekli"misallerindeki ince manaları anlamaya yönelmeleri gerekir.

"Kur’an İslamı" kavramı, şayet, unutulan, dikkat edilemeyen, uzağında kalınan Kur’anihakikatlere dikkat çekmek içinse, "Kur’an İslamı" kavramı altında anlatılanlar arasında, neden Kur’an’ın sıkçakullandığı "çiçek, sinek, meyve vb." misallerle beşeri sevk ettiği irşad ve tefekkür metodu yok? Budavetkar soru, gerçekten "Kur’an İslamı"ndan kastedilen manaya dönmek için Müslüman benliğinde ilk uyanışıkamçılayabilir. Niçin başka sorudan ziyade bu soruya doğru cevap bulmak önemli? Çünkü, Bediüzzaman’ın da dediğigibi: "Onlar hem mucizat-ı kudretin en antikaları, en harikaları, en nazeninleridir ki, hem ehl-i tabiat ve ehl-idalalet ve ehl-i felsefe onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar,tabiat bataklığına düşmüşlerdir." (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, İstanbul: 2000, Yeni Asya Neşriyat, s.83.)

Burada, sözü edilen dalalet yolu dar "bir meslek" değildir. Kökü Eski Yunana kadar giden,genel olarak Avrupa felsefesinin harcını oluşturan bu bakış açısı, Müslüman düşünürlerin Kur’an ile ilgili görüşlerinide bir hayli karartmıştır. İdeali uğruna hayatını ortaya koyan simge isimlerin başında gelen ve günümüz insanınınzihniyetini önemli ölçüde etkilemiş fikirlerin babası Sokrat, bütün dikkatini sadece insanların dünyasına çevirmişti.Ona göre araştırma bitki, böcek ve yıldızlar üzerinde değil, yalnızca insan çevresinde yoğunlaşmalıydı.(Muhammed İkbal, Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. Ahmet Asrar, İstanbul: Birleşik Yayıncılık, s. 19) Bu, ufacıkbir arının bile ilahi ilhamdan yararlandığını belirten ve okuyucularını sürekli olarak rüzgarların değişimi, gündüzüngeceye dönüşümü, bulut ve yıldızlarla dolu gökyüzü sonsuz fezada yüzmekte olan gezegenleri gözlemeye çağıranKur’an’ın ruhuna tamamıyla ters düşen bir düşüncedir. Onun sadık öğrencisi olan Platon dahi duyu organlarıylailgili idraki önemsemiyor, derecesi insandan düşük cirmler üzerinde düşünmeyi gereksiz buluyordu.

Böyle bir felsefe birike birike insanlığa yanlış bir varlık mertebesi sunmuştur. Samimi Müslümanlarınbile etkisinden kendini kurtaramadığı bir felsefe. "Varlıkları", insani ihtiyaçları karşılama derecesine göresınıflandıran bu anlayışa göre mesala, bir böceğin, bir tırtılın, bir sineğin -hele bu sivri sinek ise- dikkateşayan kıymetleri yoktur; bu isimlerin insanlardaki ilk çağrımı onların ilkel haşaratlar olduğu ve derhal öldürülmelerigerektiğidir. "Faydacılık" esasına göre yaratılmışlara değer atfeden bu bakış açısı; "anlamak,tefekkür etmek için bilim" yerine, "yok etmek, istifade etmek ve yönetmek için bilim" anlayışını doğurmuştur.Böylece, tabiat Allah’ın sanatı olmaktan çıkmış, sömürülecek bir madde yığınına dönmüştür! (E. F.Schumacher, Aklı Karışıklar İçin Kılavuz, 2.b., çev. Mustafa Özel, İstanbul: 1992, İz Yayıncılık, s. 15) Bütünvarlığa insana nisbetle paha biçen "dar" bir aklın programı geçerli oldukça insanların çevreleri ile sıcakteması kesildi, kainat dilsizleşti. Bu sürecin uzun ve karmaşık bir öyküsü vardır. Ancak en önemlibelirleyicilerden birisi, insan aklının işleyiş biçimindeki dönüşümle ilgilidir.

Aklın öznelleşmesinin ve şekillenmesinin tipik sonucu ben-öteki ("ben"in dışında ne varise) ilişkisinde her şeyin metalaşması ("şeyleşmesi") yani piyasa değeri ile ele alınmasında ortaya çıkar."Meta"laşmanın (nesne haline gelme) başlangıcı çok önceki tarihlere kadar götürülebilecek bir süreçolsa da, insanın çevresini bütünüyle meta (mal) olarak algılaması oldukça yenidir. Tevhidi bir bakış açısıyla,sinekten semeğe ve en büyük güneşlere kadar, her bir yaratılmış eşit derecededir. Hatta bu bakış açısıyla, dahaaçılıp sümbül vermemiş tohumlar, mikroskobik varlıklarla, asırlık çam ağaçları aynı derecede öneme maliktir.Ölçüler bakış açısına göre değişmektedir. Eğer ehl-i dalaletin tevehhüm ettikleri gibi, yaratılışın ve hayatınneticeleri sadece dünyaya, nefislerine bakan gayelere münhasır olsaydı; bir çiçek, bir böcek, bir kehkeşanla hiçbirşekilde tartıya giremezdi. Bu hakikati anlayanlardan biri, "Bir sinek bir kartalı salladı, vurdu yere" diyerekyaratılıştaki esma-i İlahiye’nin her bir mahlukta kusursuz tezahürünü şiirleştirmiştir.

Tevhidi ve Rabbani bakış açısı keskinleştirildiğinde, daha doğrususu bütün hadiseler marifetekalbolduğunda, büyük-küçük, ağır-hafif, yaş-kuru, nebati-hayvani ayırımları gittikçe itibari bir hal kesbeder; böylebir marifet ehlinin gözünde güneş ve arş gibi büyük cirmler ve sinek ve semek gibi küçük cirmler aynı hizayagelirler: "Yani güneş ve aşr gibi büyük cisimler haşmet lisanıyla ‘ya Celil, ya Kebir, ya Azim’ dedikleri vakit,sinek ve semek gibi o küçücük zihayatlar dahi rahmet lisanıyla ‘ya Cemil, ya Rahim, ya Kerim’ diyerek o musikay-ı kübrayalatif nagamatlarını katıp, tatlılaştırırlar." (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, İstanbul: 2000, Yeni Asya Neşriyat,s. 228) Etrafındaki yaratılmışlara sadece kendilerine ve en çok da kendisine olan faydası cihetiyle bakan insan, kendimide ve iştihasını ve sınırlı ömrünü, eşyanın kıymetini takdir için hakem tutmaktadır. Bir sinek, bir böcek,bir tohum gibi küçük ve ömrü kısa varlıklara, çoğu kez nefsani arzuların kazip ölçülerine göre bir kıymetatfedilmektedir.

Halbuki, iman; eşyanın yaratılmasıyla ilgili olarak esma-i İlahi’ye, alem-i ahirete bakan cihetleri aydınlatır.Bu cihetten bakılınca, mesela, bir çekirdek bir ağaç kadar kıymetli, her bir çiçek bir ağacın sahip olduğu çiçeklerkadar manaları ihtiva eden, her bir meyve dahi bir ağacın meyveleri kadar bir hikmeti barındıran, birer sanat harikasıdır.Meyvenin insanlara rızık olması ise, o binler hikmetlerden bir tek hikmettir. İnsan ancak, sonsuza akıp giden esma-i İlahi’yitefekkür ile gerçek anlamda insanlık payesini elde eder. (Sözler, s. 83) Kur’ani yaklaşım da bundan başkası değildir.Mesela: Kur’an-ı Kerim, eşyanın yaratılışında esma-i İlahiye’nin cilvelerini nazara vermekte, insanı, en küçük veen büyük varlıklardaki tezahür eden Allah’ın isimlerini okumaya davet etmektedir. Kur’ani bakış açısı ile hikmet-dışıfelsefi bakış açısı, temelde bu noktada ayrılmaktadır. Birincisine göre, her bir yaratılmış aynı kudret aynıhikmet sahibinin bir sanatıdır, ikincisine göre bu kainat birbirinden bağımsız unsurlardan oluşmuştur.

Risale-i Nur, indirgemeci bilim anlayışının eşya arasına koyduğu mesafeci yaklaşımı reddederek,hikmetten ayrılan felsefenin "küçük" ve "basit" diye tanımlayarak aşağıladığı varlıkları,Kur’an’ın nazara verdiği "vahdet" düşüncesiyle, "parlak" ve "büyük" varlıklarla tesbihtanelerinin aynı ipe dizilmesi gibi bir araya getirmektedir. Böylece, aşağı kabul edilen küçük şeyleri Halık’ınbilmesine gerek olmadığı yolundaki genel felsefi yaklaşım reddedilmekte, bu günün nazarıyla küçük ve basit(mişgibi) görünen varlıklar ile dünün bakışıyla, beşerin nazarında putlaşacak kadar parlak ve devasa görünen varlıklararasında hiçbir mahiyet farkının bulunmadığı, kudret ve yaratma noktasında bunlar arasında bir istilzamın gerekliliğivurgulanmaktadır: "Sivri sineğin gözünü halkeyleyendir mutlaka, güneşi hem kehkeşanı halk eylemiş. / Pireninmidesini tanzim edendir mutlaka, manzume-i şemsiyeyi [güneş sistemini] nazm eylemiş." (Said Nursi, Sözler, İstanbul:Yeni Asya Neşriyat, s. 640) Esma-i İlahi’yi tefekkürle genişleyen iman, aynı zamanda "zillet" ve"gurur" şeklinde uç veren aşırılıklarından insanı korur. Bir çağıltıya dönüşen iman, sahibine adetaşöyle fısıldar: Sinek, böcek, çiçek deyip, bunlar üzerinde sonsuz bir tasarruf hakkını kendinde görüp boş birgurura kapılma. Top güllesinden yüzlerce defa hızlı kuyruklu yıldızlardan korkup zillete düşme. Kehkeşan ortasındabir nokta bile teşkil etmeyen seyyar bir dünyada yaşadığın için telaşa kapılma, yalnızca hayretle, ibretle eşyadatezahür eden isimleri oku.

Modern materyalist bilimcilik tarafından üretilen eşyanın anlam haritalarında küçük boyutların yeriyoktur. Kur’ani irfandan kaynaklanan bilgi atlasında kainattaki gelip gitmeler, yeşerip kurumalar ardında tazelenen Allah’ınisimlerini okuma gereği işaretlidir.

Kur’an’ın anlam haritasını tamamıyla teknolojik gelişmeler doğrultusunda keşfetmeye çalışmak, herbir mevcutta rahmetin izini, özünü, yüzünü işaretleyen Kur’an’ın ruhuna terstir. Çeşitli hayvan ve bitkileri nazaravererek "ibret alın" "tefekkür" edin diye sık sık tekrar edilen Kur’an emirlerinden, arzulu bir şekilde"teknoloji" ideali çıkarmak doğru değildir.

Öyle yorumlar yapılmaktadır ki, sanki Kur’an, inananlardan, böcek, sinek, örümcek gibi varlıkların vücutve hareket kabiliyetlerini inceleyip bunlardan sırf teknoloji dersi çıkarmalarını istemektedir. Tabiri caizse, böylebir bakış açısı, Kur’an’da ibret alınması gereken varlıkları "teknoloji kobayı" seviyesine indirmektedir.Mesela, sineğin yaratılması ve Kur’an’da ondan bahsedilmesinden dolaylı bir hikmet gözetilmişçesine söz edilmektedir.Kur’an’da sâir medeniyet-i hâzıranın hârikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remizler ebetteki vardır, bununlaberaber dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan her şey, değeri nispetinde içinde bulunur: Eğermedeniyet/teknoloji harikaları, sahip oldukları sanat inceliği cihetinde Kur’an’dan bir yer isterlerse ve makam talepederlerse: "O vakit bir tek sinek onlara, ‘Susunuz!’ diyecek. ‘Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zîrâsizlerdeki, beşerin cüz-i ihtiyârıyla kesb edilen bütün ince san’atlar ve bütün nâzik cihazlar toplansa, benim küçücükvücudumdaki ince san’at ve nâzenin cihazlar kadar acîb olamaz., hakperestlik ve âhireti düşünmeklik esasları üzerinemüesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdır." (Sözler, s. 240)

Şu halde, Kur’an eşyanın ubudiyet ve ebediyete doğru akıp giden manalarını nazara vermektedir. "Büyüklük-küçüklük","işe yarama" kıstasları insana göredir. Nazenin bir kelebeğin kanatları, ilahi isimlere ayine olmak bakımından,ses hızını aşan en son teknoloji ürünü bir uçağın kanatlarından çok daha parlak aynadır. Dolayısıyla, Müslümancadüşünme, en başta Kur’an’ın anlam haritasını hakkıyla anlamaktan geçer. "Çiçek" "böcek"sohbetleriyle dolan tefekkür saatleri hiçbir zaman boşa geçmez ve geçmeyecektir. Aksini düşünmenin bedeli Kur’an’ınruhundan uzaklaşmaktır.