Kamusal Alanda Ahlâk ve Değişim

III. Risale-i Nur Kongresi Sonuç Bildirileri

II. Masa

Kamusal alanda ahlâkın ve değişimin anlaşılabilmesi için öncelikle ahlâkın kaynağı ve çerçevesi hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Birinci masanın tebliği ile bu konu yeterince açıklığa kavuşturulmuş olduğundan yeniden bu konuya girmeye ihtiyaç duymuyoruz. Bu nedenle aşağıda önce kamusal alan kavramını ve ardından da ahlâkın bu kavram açısından anlamını ve kapsamını inceleyeceğiz.

A. KAMUSAL ALAN

Kamusal alandaki kamu, sözlük anlamı itibariyle, amme veya umum ya da "Biz kimseye kin tutmazuz, kamu âlem birdir bize" diyen Yunus Emre'nin dilindeki anlamıyla "cümle alem-herkes" olarak anlaşılabilir. Diğer deyişle insanın başkaları ile ilişki içinde olduğu her durum esasen kamusal bir durumdur ve bu türden ilişkilerin yaşandığı her mekân kamusal alandır.

Buna göre "biz"e yani "cümle âleme" ait ortak alan kamusal alandır. Kamusal alan sosyolojik bir kavramdır ve bu anlamda kamu devlet değildir, kamusal alan da devlete ait alan değildir. Devletin kamusal alandaki görevi özgürlükleri korumak ve kamu düzenini sağlamaktır. Bu nedenle, kamusal alan kavramını bahane ederek temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak haklı ve meşrû değildir. Kamusal alan-özel alan ayrımının derinleştirilmesi ve otoriter bir zihniyete araç edilmesi, sadece toplumsal barışı zedelemekle kalmaz, bugün Türkiye'de en fazla şikâyet edilen gayrıahlâki tutum ve davranışların da sergilenmesine sebep olur. Üstelik devlet adına ve kamu düzenini sağlamak gerekçesiyle bu yapılırken toplumsal barış bozulmakta ve sonuçta kamu düzeni yıkılmaktadır. Yine bu nedenle aşağıda kamusal alan kavramı bir kamu (devlet) otoritesi alanı anlamında veya hukukî bir kavram olarak değil, ortak alan anlamında kullanılacaktır.

B. AHLÂK

Ahlâkın bazı temel özellikleri vardır:

1. Bir davranışın ahlâkî olup olmadığı o davranışın vicdanî olması ile doğrudan ilgilidir. İnsanı hayvandan ayıran ve insan yapan ilk özelliği vicdanıdır. Vicdan vahye muhatap olur. Bu nedenle bütün dinî inanışlarda, ilk insan, aynı zamanda vicdan sahibi ilk varlık ve vahyin ilk muhatabı yani Adem-Peygamber'dir. Yine bu nedenle din edeptir. Bediüzzaman'ın ifadesiyle "gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiye ile ve secâyâ-i hasene ile tahallûk etmektir."

Dinin mükemmeli İslâm'dır ve ahlâkın kemali de İnsan-ı Kâmil olan Hz. Muhammed'de (asm) somutlaşır.

Bu durumda ahlâkın kaynağı vahiy ve vicdan, yani fıtrattır. Dolayısıyla vicdansızca denilebilecek her davranış aynı zamanda ahlâksızcadır.

2. Ahlâkî olmayan bir davranış, aynı zamanda, özünde dine de aykırıdır. Diğer deyişle fıtratın, vahyin ve dinlerin uygun görmediği her davranış ahlâka da aykırıdır.

Bu açıdan bakıldığında insanın kâinata karşı saygısızlığı ile insanlara karşı saygısızlığı arasında fark yoktur. Gerçekten eşyanın yaratılış amacını yok saymak veya inkâr etmek de bir ahlâksızlıktır. Meselâ, ibadet etmek Allah'a olan teşekkürü yerine getirmektir. Bu hak Allah'ın hakkıdır, Hukukullahtır. Ancak bu hakkın ihlâlinin dünyada bir müeyyidesi her zaman tezahür edemeyebileceğinden bu davranış bir din-inanış meselesi olarak görülür.

Buna karşılık başkalarının veya toplumun hakkını ketmetmek, dünyevî müeyyidesi de olduğundan ahlâksızlık ve haksızlık olarak görülür. Bir kişi başkalarına ahlâksızlık yaparsa karşılığını hem Allah'tan hem de toplumdan alacaktır. Bu tür ahlâk ise hukuku'l-ibaddır.

3. Ahlâk insanın hem kendisi ile baş başa kaldığında karşı karşıya olduğu hem de başkaları ile ilişkilerinde uymak zorunda olduğu türden bir değer yargısıdır. Diğer ifadeyle ahlâk sadece kamusal alana ait bir kavram değildir. Zira insan sadece kamusal alanda değil, hayatının bütününde ahlâklı olmakla yükümlüdür. ahlâkı kamusal alanla sınırlı tutmak, onun vicdanla bağını kesmek ve insanı ahlâkın temeli olan samimiyetten uzaklaştırmak demektir. Diğer ifadeyle insanın bütünlüğünü parçalayan seküler anlayış, insanı hem yaradılış gayesinden uzaklaştırır hem de ahlâkın temelini zayıflatır. Bugün özellikle kamusal alan denilen ortamlarda şahit olduğumuz ahlâkî çöküntü, bir kutsala dayanmayan ahlâkî anlayışın ne denli zayıf ve yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Sadece kanun korkusuyla ya da sosyal baskı ile insanları ahlâklı davranmaya zorlamak geçici bir süre için mümkün olsa bile daimi ve kalıcı olamaz.

C. HUKUK VE AHLÂK

1. Son zamanlarda şahit olduğumuz "etik yasaları" aslında toplumumuzda bir ahlâk ihtiyacını göstermekle birlikte, kanunla bireyleri ahlâklı kılmak mümkün değildir. Ahlâkî fiiller iman nuruyla nurlanmış bir kalb ve vicdandan doğabilir. Dolayısıyla ahlâkî davranış kalp ve vicdana seslenen kudsî bir kaynağın hissettirilmesiyle mümkün olabilir.

2. Ahlâka aykırı her davranış mutlaka bir düzeni bozar. Karıncanın hukukuna karşı ahlâksızlık kâinatın ve çevrenin düzenini bozar ve kâinatı tahkir eder. Ancak kamusal alanı ilgilendirmediği varsayıldığından bu ahlâksızlığa önem verilmez. Oysa asıl çevrecilik ve asıl varlık bilinci bu ahlâk normunu da algılamayı gerektirir.

İnsanın hukukuna karşı ahlâksızlık ise hem insanlar arası düzene ve hem de kâinatın düzenine aykırıdır. Diğer ifadeyle kamu düzeni de esasen kâinatın düzeninin bir parçasıdır. Bu tür ahlâksızlık ise kamusal alanın düzenine (kamu düzenine) aykırı olmakla kalmaz, kâinatın düzenini de tahrip eder.

3. Kamusal alanlarda görülen gayriahlâkî tutumlara karşı bireyleri dışlamayan, iyi olanı eylemleriyle gösteren bir tavır alınmalıdır. Bu zamanda ahlâksızlığa gösterilecek en güzel tepki, güzel ahlâkı hakkıyla yaşamak ve temsil etmektir. Nitekim Bediüzzaman'ın 1910 yılında İslâm toplumunun hastalıklarıyla ilgili Şam'da Emevi Camiinde vermiş olduğu hutbede belirtmiş olduğu üzere; "Eğer biz ahlâk-ı İslâmiye'nin ve hakaik-i imaniyenin kemalatını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet'e girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edeceklerdir."

Saldırgan diye nitelendirilebilecek gayrıahlâkî davranışlar konusunda ise hem yetkili merciler hem de toplumun duyarlı ve önleyici, fakat şiddet içermeyen tepkisiyle engellenmesi gerekir. Nitekim her hukuk düzeni bu tür mütecaviz hareketleri az ya da çok bir müeyyideye bağlamıştır.

4. Aslolan, insanların, devletin ya da toplumun uygulayacağı müeyyideden korktukları için değil, vicdanlarındaki yasakçının etkisi ile ahlâkî davranmaya yönelmeleridir. Diğer ifadeyle dindarlık gibi ahlâkiliğin de makbul olanı, içten geleni, yani riyakârca olmayanıdır.

D. AHLÂK VE DEĞİŞİM

Ahlâkın ölçüsü esasen vicdan ve vahiyle belirlidir ve evrenseldir. Ancak bir dönemde bir toplumda ahlâksızlık artınca bu değişiklik ahlâkın ölçüsünün değiştiği biçiminde yorumlanmaktadır.

Bir toplumda, ideal ahlâk ile reel ahlâk ölçüleri arasındaki fark arttıkça toplumda çöküş de artıyor demektir. Postmodernizmin ahlâk anlayışı olarak nitelendirilebilecek "izafi ahlâk" kavramı olsa olsa ahlâkî bozulmanın bir kılıfı olabilir. Müslüman toplumlarda değişken, belirsiz veya rölatif değil, esasen değişmez ama farklı çağ ve coğrafyalarda farklı tezahürler gösterebilecek ahlâkî temellere ve normlara ihtiyacımız vardır. O halde toplum bu noktaya gelmeden tedbir alınmalı ve olumlu yönde bir değişim sağlanmalıdır.

En önemli husus ümitli olmaktır. ahlâksızlığın arttığı doğru olabilir. Ancak bu, artık kötü gidişin engellenemeyeceği ve kıyametin vaktinin geldiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Nitekim Sodom ve Gomore'den sonra da hayat devam etti.

Ahlâksızlık bir sonuçtur, iman zayıflığının sonucudur. Hele hele bir Müslüman, dinini terk ederse, ruhunda kemalata medar olacak herhangi bir seciye kalmaz. Bu nedenle toplum, kendi iç dinamikleri yardımıyla imanı takviye etmelidir.

Toplumda iyiler örnek olmayı sürdürmeli ve yaygınlaştırmalıdır. Zira ahlâk esasen amel-i salihtir. Nefis terbiyesini, cebir ve tahakküm ile devlet değil, Kur'ân eczanesinden ilâçlarla ders vererek ve iyi örnek olarak, daha önemlisi lütuf ile ıslâh ederek, örnek insanlar yapabilir ve yapmalıdır. Örnek insanların kendi aralarında kuracakları (gevşek ya da sıkı yapıda) her tür organizasyonları teşvik edilmelidir.

Ahlâklı insanlar da en az ahlâksızlar kadar cesur olmalıdır. Devlete düşen de ahlâklı insanların iyi örnek olmalarını sağlayacak bir hürriyet ortamını tesis etmektir.

Devlet dindarlara doğrudan ahlâksızca davranma zorunluluğu dayatmamakla birlikte dindarların özgürlüklerini ketmederek güzel ahlâkın örneği olabilmelerine imkan tanımamaktadır. Bu nedenle kamu özgürlükleri geliştirilmelidir.

Bu kapsamda Batının ahlâksızlığının dünyaya yayılmasını engelleyebilmek için esasen İslâmın öz malı olan gerçek hürriyeti tesis etmek gereklidir. Gerçek hürriyet imanlı hürriyettir. Allah'ı tanımayan ve ona kul olmayı başaramayan, hiçbir maddi bağla bağlanmaz ve sosyal hayat için potansiyel bir tehlike olur.

Okullarda ve hapishanelerde vahye istinad eden iman ve ahlâk dersi verilmelidir. Ve günümüz itibariyle bu dersi en iyi veren Risâle-i Nur öğretisidir. Karıncanın hukuku da insanın hukuku da ancak bu türden ahlâk dersleri ile teminat altına alınabilir. Aksi halde (sadece ceza müeyyidesi ile yetinildikçe) ahlâkî seciyelerle donanmış insanların çoğunlukta olduğu bir toplum yapısı kurulamaz.

Özellikle reklâmlarda kadın istismarı engellenmeli, kadın hakları adı altında ahlâksızlığın özendirilmesine karşı durulmalıdır.

Şeairin (dinî toplumsal motiflerin) ahlâki gelişmeye olumlu katkısı nedeniyle, şeairin ihyasından taviz verilmemelidir.

Devlet (kamu) hizmetine talip olanların da ahlâki sınırlar içinde kalmalarını sağlayacak bir sosyal ve hukuki zemin kurulmalıdır. Aksi halde ahlâkilik kaygısı olmayan memurlar, bir taraftan ceberrut nemrutçuklar olmakta, diğer taraftan memuriyeti dilencilik ya da çingenelik olarak yapmaktadırlar.

Medya ahlâkı da en az diğer mesleklerdeki meslek ahlâkı kadar hatta temel hak ve özgürlüklerle ilgili olduğu için daha fazla önemlidir.

Meslek ahlâkını belirleyen "etik kodlar", toplumun dinî değer yargılarıyla ilişkilendirilmelidir.

Ahlâkî davranıyor olmak, aynı zamanda, ahlâkilik yönünden başkalarını değil, kendisini denetlemek demektir. Kusur araştırmak ve yaymak gerekli değildir.

Özellikle yirmi birinci yüzyılın bir özelliği olan; sosyal hayata ilişkin kavram kargaşası, sübjektif değer yargılarının çokluğu, çoğulculuk, belirsizlik, dünyevileşme, hazcılık ve özgürlük, ahlâk konusunda yeni yaklaşımları belirlemeyi gerektirmektir. Bunun için hazırlıklı olunmalı, bu türden çalışmalar yaygınlaştırılmalıdır. Tüm çalışmalarda özellikle ahlâkın giderek daha izafi bir kavram haline gelmesi, ahlâksızlığa hoşgörünün yaygınlaşmış olması ve dünyanın küresel bir köy haline gelmiş olduğu hususları nazara alınmalıdır.

Bediüzzaman'ın sık sık vurguladığı gibi toplumsal barış ve mutluluk ancak, faziletli bir toplumla mümkündür. Faziletlerin ve ahlâkî tutumun egemen kılınabilmesi modern çağda tekrar kutsal kaynaklara, yani vahiy ve sünnete dönüşle mümkündür.

Deklerasyon

1. Kamusal alan sosyolojik bir kavramdır ve bu anlamda kamu devlet değildir, kamusal alan da devlete ait alan değildir. Devletin kamusal alandaki görevi; özgürlükleri korumak ve kamu düzenini sağlamaktır.

2. Bir davranışın ahlâkî olup olmadığı o davranışın vicdanî olması ile doğrudan ilgilidir. İnsanı hayvandan ayıran ve insan yapan ilk özelliği vicdanıdır. Vicdan vahye muhatap olur. Bu durumda ahlâkın kaynağı vahiy ve vicdan, yani fıtrattır. Dolayısıyla vicdansızca denilebilecek her davranış aynı zamanda ahlâksızcadır.

3. ahlâk sadece kamusal alana ait bir kavram değildir. Zira insan sadece kamusal alanda değil, hayatının bütününde ahlâklı olmakla yükümlüdür. İnsanın bütünlüğünü parçalayan seküler anlayış insanı hem yaradılış gayesinden uzaklaştırır hem de ahlâkın temelini zayıflatır

4. Son zamanlarda şahit olduğumuz "etik yasaları" aslında toplumumuzda bir ahlâk ihtiyacını göstermekle birlikte, kanunla bireyleri ahlâklı kılmak mümkün değildir. Dolayısıyla ahlâkî davranış kalp ve vicdana seslenen kudsi bir kaynağın hissettirilmesiyle mümkün olabilir.

5. Bu zamanda ahlâksızlığa gösterilecek en güzel tepki, güzel ahlâkı hakkıyla yaşamak ve temsil etmektir. Nitekim Bediüzzaman'ın ifadesiyle; "Eğer biz ahlâk-ı İslamiye'nin ve hakaik-i imaniyenin kemalatını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet'e girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edeceklerdir."

6. Aslolan, insanların, devletin ya da toplumun uygulayacağı müeyyideden korktukları için değil, vicdanlarındaki yasakçının etkisi ile ahlâkî davranmaya yönelmeleridir. Diğer ifadeyle dindarlık gibi ahlâkiliğin de makbul olanı, içten geleni, yani riyakarca olmayanıdır.

7. Bir toplumda, ideal ahlâk ile reel ahlâk ölçüleri arasındaki fark arttıkça toplumda çöküş de artıyor demektir. Postmodernizmin ahlâk anlayışı olarak nitelendirilebilecek "izafi ahlâk" kavramı olsa olsa ahlâki bozulmanın bir kılıfı olabilir. Müslüman toplumlarda değişken, belirsiz veya rölatif değil, esasen değişmez ama farklı çağ ve coğrafyalarda farklı tezahürler gösterebilecek ahlâkî temellere ve normlara ihtiyacımız vardır.

8. Ahlâksızlık bir sonuçtur, iman zayıflığının sonucudur. Hele hele bir Müslüman, dinini terk ederse, ruhunda kemalata medar olacak herhangi bir seciye kalmaz. Bu nedenle toplum, kendi iç dinamikleri yardımıyla imanı takviye etmelidir.

9. Okullarda ve hapishanelerde vahye istinad eden iman ve ahlâk dersi verilmelidir. Ve günümüz itibariyle bu dersi en iyi veren Risâle-i Nur öğretisidir. Karıncanın hukuku da insanın hukuku da ancak bu türden ahlâk dersleri ile teminat altına alınabilir. Aksi halde (sadece ceza müeyyidesi ile yetinildikçe) ahlâkî seciyelerle donanmış insanların çoğunlukta olduğu bir toplum yapısı kurulamaz.

10. Bediüzzaman'ın dediği gibi, toplumsal barış ve mutluluk ancak faziletli bir toplumla mümkündür. Faziletlerin ve ahlâkî tutumun egemen kılınabilmesi modern çağda tekrar kutsal kaynaklara, yani vahiy ve sünnete dönüşle mümkündür.