Kalp, Vicdan ve Mutluluk

Bediüzzaman’a göre insanı mutlu kılmak öncelikle onu tanımaktan geçer. İnsanın sahip olduğuyetenekleri bilmeden onları inkişaf ettirmek ve mutluluğa ulaşmada kullanmak mümkün olmaz. Bir çekirdek gibi büyükbir potansiyele sahip olan her bir insan, meleklerin dahi ötesindeki makamlara geçebilir.

Bediüzzaman’nın her bir insanda gördüğü potansiyel, Mevlana’nın Mesnevi’sindeki bir örneği anımsatır.Mevlana insanı tavuk altına kuluçkaya bırakılmış kaz yumurtasına benzetir. Tavuk altına kuluçkaya bırakılan kazyumurtasından kaz çıkmasına rağmen, eğer bu yavru kendisine verilen farklı yetenekleri tanımazsa ve tavuk gibi olduğunudüşünse ancak karada yürür ve birkaç metre uçar. Oysa kendi yeteneğini keşfetse hem karada yürür, hem havada uçarhem de suda yüzer.

İnsan, Mevlana’nın misalinde olduğu gibi, sahip olduğu farklılıkları anladığında ve onları doğrukullandığında kamil insan anlamına dahil olarak iki cihan saadetine ulaşır. Bu anlamda insanı üstün kılacakyeteneklerin başında kalb gelir. Kalp bir et parçası değil, bütün latifeleri yöneten bir merkezdir. İnsanın cismanihayatının direği kalb organı olduğu gibi, manevi hayatı da kalp duygusuna bağlıdır. İman kalbi bir tasdikle kemaleerdiği gibi imanın tezahürü olan Allah’a muhabet dahi kalben mümkün olur. Daha da ötesi insanın Rabbine bağlanmasındakalb bir santral görevini görür.

Bu denli öneme sahip ve ayine-i Samed olan kalbin gıdası zikir ve duadır. Bediüzzaman’nın ifadesiyle"şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanin kalbi binler âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir.İnsanın mahiyetindeki kalbi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği (gibidir)… Elbette ve herhalde, okalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını vehareketini irade etmiş ki, öyle yapmış. Madem irade etmiş; elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmekiçin en büyük vasita, velâyet merâtibinde zikr-i İlahi ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir."

Kalbini zikir ve dua ile işleten bir insan Rabb’i ile doğrudan doğruya görüşür. Hayatında kendisinitehdit eden tehlikelerden emin olmak ve kalben çokca istediği emellerine ulaşmak için kalbinin telefonuyla Rabb’ineiltica eder. Bu sayede endişelerini def ederek saadete mazhar olur. Bu anlamda Kalb duygusu insanı Rabb’ine bağladığı içinbüyük bir kıymete sahiptir.

İnsanın kalbindeki muhabbet sınırsızdır

Kalbin önemli olmasının başka bir nedeni sınırsız muhabete beşiklik yapmasından kaynaklanır.Muhabbet ise kainat ölçeğinde bir öneme haizdir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle "Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır." Yani kainatın yaratılışı İlahimuhabetin bir neticesi olduğu gibi, devamı dahi herşeyde dercedilen muhabete bağlıdır. Bu anlamda geniş bir mana ilekainata bakan ve "Vedûd ismine mazhar olan muhakkıkîn-i evliya, Bütün kâinatın mayası muhabbettir. Bütünmevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizap ve cezbe ve cazibe kanunları muhabbettendir" demişler.Çünkü muhabbet olmazsa herşey birbirine düşman ve hayat bir zindan olur. Muhabettin bu denli önemli olmasındandırki, her bir insanın kalbine kâinatı istilâ edecek bir muhabbet yerleştirilmiştir.

İnsan, kalbine konulan bu sınırsız muhabeti kulanarak mutluluğa ulaşır. Muhabbet insanı bütünkainatla alakadar kılar. Bediüzzaman’nın ifadesiyle "insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini,sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır; onlarınlezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir." Yani muhabbet vasıtasıyla kainatla olan alaka insan içinlezzetlerin olduğu kadar elemlerin dahi kaynağı olabilir. Bu nedenle muhabeti saadete vesile kılmak onu yerindekullanmakla mümkün olur. Bediüzzaman’a göre İlahi Hikmet herbir organı belirli maksatlar için halkettiği gibi, herbirduyguyu da belirli gayeler için insana vermiştir. Bu anlamda insan, ancak sahip olduğu duyguları veriliş maksadınauygun kullandığında saadeti yakalayabilir. O halde mutluluk arayan biri sınırsız muhabetini nasıl kullanmalı?

Kalpler ancak Allah’ı sevmekle tatmin olur

Bediüzzaman sınırsız muhabbetin nasıl tatmin edileceği sorusuna cevap verirken öncelikle muhabbetinnedenleri üzerinde durur. Çünkü insan ancak belirli sebeblerle birşeye muhabetini yönlendirir. Hatta muhabbetinsebebleri birşeyde ne derece bulunursa o şey o derece sevgiye layıktır. Bu anlamda Bediüzzaman Seyyid Şerif Cürcânî’yeatıfla muhabbetin sebeplerini şöyle beyan eder: İnsan "ne şeyi severse, ya lezzet için sever, ya menfaat için, yaevlâda meyil gibi bir müşâkele-i cinsiye için, ya kemal olduğu için sever." Kısaca muhabbetin en önemlinedenleri cemal, yani güzellik, kemal, yani mükemmellik ve/veya ihsandır. İnsanın kalbindeki muhabbet sınırsız olduğundanancak sınırsız olan bir cemal, kemal ve ihsanı bulmakla tatmin olur.

İnsan kalbindeki muhabbeti ya nefis hesabına veya Allah namına kullanır. Nefsi mabud gibi kabul ederekher türlü isteklerine koşturmak nefis hesabına dünyaya muhabet etmektir. Bediüzzaman bu hataya düşen bir nefsi şöyleikaz eder. Ey nefis "sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi; yamuhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder.Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalple sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarındasakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.

"Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardankurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; ovakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun aynası olduğu cihetle ıstırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudandoğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur."

Allah namına sevmek Allah’ı sevmektir

Bediüzzaman insanın kalbindeki sınırsız muhabbetin Allah’ı isim ve sıfatlarıyla sevmek için verildiğiniiddia eder. Ancak bu durum insanın dünyadaki sevgililere yönelmesine engel değildir. Çünkü dünyevi bir sevgilidekimuhabetin sebebi olan cemal, kemal ve ihsan gibi unsurların Allah’tan geldiğini bilerek onu sevmek, zaten Allah namınamuhabbet etmektir. Birşeyi Allah namına sevmek aslında Allah’ı sevmektir. "Meselâ, leziz taamları, güzelmeyveleri, Cenâb-ı Hakkın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahîmin in’âmı cihetinde sevmek, Rahmân ve Mün’im isimlerinisevmektir; hem mânevî bir şükürdür. Şu muhabbet yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahmân namına olduğunu gösteren,meşru dairesinde kanaatkârâne kazanmak ve mütefekkirâne, müteşekkirâne yemektir." Diğer deyişle, Allah`ıseven, yarattığı sanatları sever; yaratılanları yaratıcıyla birlikte seveni de yaratıcısı sever. Aradaki bağkoparıldığında, sevginin sınırsızlığı da kaybolur.

Kur’ân şakirdi dünyayı ve ondaki herşeyi mânâ-yı harfiyle, yani Esma-i Hüsna’yı gösterdiğicihetle sever, mânâ-yı ismiyle yani nefse hitap eden cihetle değil. "Ne kadar güzel yapılmış" der. "Nekadar güzeldir" demez. Bediüzzaman dünyayı bu tarzda Allah namına sevmenin bu dünyada dahi önemli sonuçlarındansözeder: "Dünyaya muhabbetin ise, madem Cenâb-ı Hakkın namınadır. O vakit dünyanın dehşetli mevcudatı, sanaünsiyetli bir arkadaş hükmüne geçer. Mezraa-i âhiret cihetiyle sevdiğin için, herşeyinde âhirete fayda verecek birsermaye, bir meyve alabilirsin. Ne musibetleri sana dehşet verir, ne zeval ve fenâsı sana sıkıntı verir. Kemâl-irahatla o misafirhanede müddet-i ikametini geçirirsin. Yoksa, ehl-i gaflet gibi seversen, yüz defa sana söylemişiz ki, sıkıntılı,ezici, boğucu, fenâya mahkûm, neticesiz bir muhabbet içinde boğulur, gidersin."

Vicdan: ebediyetten başka hiçbirşeyle tatmin olmaz

Bediüzzaman her insanda bulunan temel duygulardan biri olarak "vicdan"dan söz eder. Doğruyuyapmaya meyletmek ve haksızlık yapmaktan uzaklaşmak isteği bu duygunun sayesinde mümkündür. Bu yönüyle vicdaninsanda hükmünü sürekli icraya çalışan bir hakim gibidir. İyiliği, adaleti sururla teşvik, kötülüğü sıkıntıile tazip eder. Bu nedenle insanın vicdanen rahat ve huzurlu olması ancak fıtrata uygun hareket etmesi ile mümkündür.Bediüzzaman’a göre vicdan fıtrata uygun hareketi sağlamak için insana verilen bir duygu olduğundan, insan ancak bu fıtratsahibinin isteklerine uygun hareket ettiğinde tam saadetli olabilir.

Vicdanın mutluluk için önemli olmasının bir başka gerekçesi yalnızca sonsuzlukla tatmin olmasıdır.Bediüzzaman’nın ifadesiyle "İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet,kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, "Ebed, ebed!" sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebedekarşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz." Çünkü insanın "öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedîsaadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Bundandır ki, bu dünyada dahi nefis devam ve beka hissi ile lezzet alır.Eğer bu ebedi yaşama aldatmacasını taşımasaydı, nefis hiçbirşeyden lezzet alamazdı.

Ölüme karşı tüm isyanlar ve ölümsüzlük için bütün çalışmalar insandaki ebediyet arzusunun birgöstergesidir. Bediüzzaman’a göre bu arzuyu sonsuz bir hayatta, sonsuz bir saadet müjdesi sunan Kuran tatmin eder. Yoksabinlerce sene dünya saltanatı dahi olsa ucunda yokluk görünen bir hayat, vicdan için saadetten ziyade azaptır.

Üç temel yetenek

Bediüzzaman’a göre insan yaşayabilmek için üç temel yetenek ile donatılmış ve bu yeteneklere yaratılıştanbir sınırlama konulmamıştır. Bu nedenle aşırı uçlara kaçarak onları yanlış kullanmak mümkündür. Meleklerdekisabit makamlara nisbetle, insanların en aşağı mertebeden meleklerin üzerine geçip kainatın halifeliğine kadar uzananmertebelere terakkisinde bu yeteneklerin büyük önemi vardır. Bundandır ki, bu temel yeteneklerini Kuran’ın emrettiğitarzda orta yola çeken bir insan imtihanı kazanır. Bu yeteneklerin birincisi kuve-i şeheviye ki, cinsi istek kudreti,yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi yeteneklerdir. İkincisi kuve-i gadabiye ki, zararlı şeyleri def etmeye insanısevk eden yetenektir. Üçüncüsü ise kuve-i akliye olarak adlandırılan ve iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak içinverilen akıldır.

İnsanın bu temel yeteneklerine bir sınırlama konulmadığından herbirisinin ifrat, tefrit ve vasatmertebesi bulunur. Bediüzzaman`ın ifadesiyle "kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helâle ve ne deharama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur.Vasat mertebesi ise iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur…Ve keza, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi,cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne mânevî hiçbir şeydenkorkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-udiniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz…Ve keza, kuvve-i akliyenin tefritmertebesi gabâvettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı haksuretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisaleder; bâtılı bâtıl bilir, içtinap eder." Bu anlamda insan yaşamak için kendisine verilen bu üç temelyeteneklerini "orta yol"(vasat)da kullandığında saadeti yakalar. Kur`an gibi semavi mesajlar, haksızlık, zulumve mutsuzluğa neden olacak bu temel yetenekleri vasata çekmek için gönderilmiştir.