Kadın ve şefkat

GİRİŞ

Risâle-i Nur’un dört esasından birisi şefkattir. Cenâb-ı Hakk’ın, Rahim ismine dayanır. İnsanda bulunan şefkat, gelip geçici bir duygu değildir. Maddî ve manevî dünyamızın temelidir. Çünkü şefkat yüce Yaratıcının merhamet-i Rabbaniyesinin bir cilvesidir.

Maddî dünyamız nasıl temel elementlerden oluşuyorsa, manevî dünyamız da bir mânâda temel elementlerden oluşmaktadır. Risâle-i Nura göre; bu elementlerden birisi de şefkattir. Şefkat sayesinde insan-kâinat ve Allah ilişkisi daha anlamlı bir hâle gelmektedir. Dolayısıyla kâinattaki canlı veya cansız bütün varlıkların tâbi olduğu düzenlilik ve yardımlaşmanın da sırrı buna dayanmaktadır denebilir. Öz bir deyişle yaratılışın sırrı ve açıklayıcı ilkesi şefkattir. Çünkü gerçek şefkat sahibi olan Allah’ın Hâlık isminden önce Errahman ismi, yaratılmışlar sahasında tecelli etmektedir. Allah yaratmayı murad ederken Rahman ve Rahim ismiyle “kün” (ol) demiştir. Bu nedenle yaratılmış olan her şeyde, dikkatle bakılırsa, şefkatin kaynağı olan bu iki ismi kolaylıkla görebiliriz. Çünkü O Rahmandır, her şeyi içine alan çok geniş rahmeti vardır. Bütün yaratılmış olanları karşılıksız sever, şefkatle muamele eder. Hayat sahiplerinin ellerinin yetişemediği, iktidarları dairesinde olmayan bütün ihtiyaçlarını vakti vaktinde, kolaylıkla imdatlarına gönderir. Günümüzde çok konuşulan annelerin çocuklarına olan şefkati de gerçek anlamda kâinatın temel ilkesi olan o rahmet deryasından bir damladır..

Şu da unutulmamalıdır ki; Rabbi Rahim insandan daha çok şefkatlidir. Daha doğrusu şuurlu veya şuursuz bütün varlıkların şefkat ve merhametlerinin toplamı Allah’ın şefkat ve merhametinin genişliğine ancak bir küçücük numune ve mikyastır. Bu sebepledir ki, sırf merhametinin eseri olarak insanlığa resûller ve mübelliğler göndermiştir. Ancak ölçüsüz merhametin adaleti zedeleyecek boyutta olması bir zulüm olacağından şefkat ve rahmetin derecesi yine şefkatin kaynağı olan Allah’ın ölçülerinin dışına taşmaması gerekir. Yani şefkat, yalnızca ödül boyutlu değildir ve olmamalıdır. Diğer bir ifadeyle, adalet prensibiyle örtüşen ve onu da içine alan bir pozisyonda olması saptırılmamış gerçek şefkat ve merhamettir. Sonuçta inanan insanın şefkati Rahmetenli’l-Âlemin (a.s.m.)’ın şefkatinin mertebesini de geçmemelidir.

ŞEFKATİN TANIMI VE GEREKLİLİĞİ

Şefkat; en dar anlamıyla canlılar dünyasında maddî, manevî hiçbir karşılık beklemeksizin fedakârlık yapmak ve sevmektir.

İnsanın en latîf ve şirin bir seciyesi olan şefkat, eğer tevhid sırrı onun yardımına yetişmezse; öyle müthiş bir hirkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, nimetler nikmete, şefkat ise zahmete, muhabbet musibete ve lezzet eleme dönüşür. Çünkü bütün fedakârca samimi sevdiği akraba ve dostları, ayrılığın sillesinden kurtulamayacak ve kendi de kaçamayacaktır. Şefkat Rahman ve Rahim olan Allah’ın rahmetinden kaynaklanan ve ruh sahibi canlıların da boyun eğdikleri bir kanundur. Şefkatin sosyal hayatta terbiye edici özelliği ise, son derece belirgin ve önemlidir. Bize acziyetimizi ve fakrımızı hatırlatır, kulluğu öğretir. Acz ve fakr ise, insanı Cenab-ı Hakk’ın şefkat kucağına atar, böylece mahlûkat ve kâinat insana hadim ve hizmetkar olur.

Yeryüzünde dünyaya gelen en aciz, iktidarsız varlık olan yavruların bakımlarının lâyıkıyla yapılması için yine şefkate ihtiyaç vardır. Annelerin yavrularına verecekleri en değerli hediye şefkat ve sevgidir. Annenin çocuğa göstereceği sevgi ve şefkat, o kadar önemlidir ki, yokluğu hayat boyu hissedilir. Şefkat öylesine lezzetlidir ki; bir annenin, evlâdı uğruna seve seve ölümü göze alabilmesi bunun en çarpıcı delilidir. Hiçbir ücret ve hiçbir mukabele istemeyerek, hiçbir bireysel çıkar, hiçbir gösteriş olmadan ruhunu feda eden kadınların şefkat cihetindeki bu kahramanlıklarını, o şefkatin küçücük bir nümûnesini taşıyan tavuğun, yavrusunu kurtarmak için aslana saldırması ve ruhunu feda etmesi ispat ediyor. Şefkatteki bu kahramanlığın inkişafı ile evladının hem dünya hayatını, hem ebedî hayatını kurtarabilir. Şefkat öyle geniş bir duygudur ki, evlâdı vesilesiyle bir anne, bütün yavrulara şefkat besleyebilmektedir.

Şefkat, aşktan çok daha keskin, parlak, ulvî ve nezihtir. Şefkat, affetmeyi ve hoş görmeyi de gerektirir. İşte fıtrî şefkat ile beşeriyet canlanır, toplumsallaşır, medenîleşir. İnsanlığın yücelmesi için bu yüksek ahlâka ihtiyaç vardır.

Cemiyetin çekirdeği hükmünde olan aile hayatı, rüşvetsiz ve ücretsiz bir şefkat ve muhabbetin varlığı ile sürdürülebilir. Bu aile hayatı dünya hayatından öte, ebedî bir hayata uzanmaktadır. Çünkü bu pırlanta misal duygu Allah adına kullanıldığında, kişinin kendine, eşine, anne ve babasına, çocuğuna, topluma, kâinata bakışını değiştirir, güzelleştirir.

İnsanlığın ve hatta mahlûkatın hukukunu muhafaza etme seciyesi de şefkatle kazanılmaktadır. Kalp katılığı, merhametsizlik ve şefkat yoksunluğunun had safhada olduğu Asr-ı Saadetten evvelki zamanlarda, kocaya vermekten ar ettikleri kızlarını diri diri toprağa gömen insanlar, İslâmiyet dairesine girdikten sonra, karıncaya bile ayak basmaz olmuşlardır.

İnsan fıtraten şefkate muhtaçtır. Şefkatini göstermekten lezzet aldığı gibi, şefkat görmekten de lezzet alır. Çünkü zaaf ve acz itibariyle bir nevi çocuklar gibidir. Karşılık beklemeden verilmeye, zayıflığına bedel korunmaya, hatalarından bağışlanmaya muhtaçtır.

KADIN FITRATI VE ŞEFKATİ

Kadın toplumun temel taşı, ailenin mihenk taşı, ailede denge unsuru çocuklarının olmazsa olmazıdır. Kadınlar şefkat, metanet, kuvvet ve sabır kahramanlarıdır. Fıtratlarındaki sevgi, şefkat, muhabbet ve koruma duygusu, en latîf bir surette Cenab-ı Hak tarafından sinelerine konulmuştur. Kadın latîf fıtrattadır. Huzurun ve meşruiyetin en kudsî sığınağıdır. Duâ cennetidir. Teselli sinesidir. Kişiliğini, dişiliğinin önüne geçiren kadınların his dünyası şefkate bürünmüş ve etten kemikten sıyrılmış birer ulviyet ağacıdır. Cennetin onlara yol olduğu bir insanlık farkıdır.

Kadın manevî saygı ve ismet-i haremdir. Masumiyet ve iffettir. Tesettürdür. Dişiliğini tesettür ile setreden kadın, kimliğini ve kişiliğini cemiyete kabul ettirerek, hürriyetini de onunla ispat etmiş olur. İşte böyle bir kadın nezih ve narin bir ruh halinin de edep timsalidir. Kocasının malının ve evlatlarının muhafaza memuru, çocuğunun ilk eğiticisi, öğreticisi ve rehberidir. İlmin de tesbit ettiği gibi çocuk eğitimi bir yaşında, hatta anne karnında, hatta daha da evvel anne-babanın beraber oluşundaki İslâmî usûl ve adapla başlamaktadır. Bir yaşındaki çocuğun aldığı manevî dersler ve telkinler, onun gelecek hayatının çekirdeği hükmündedir. Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki tesbiti şu şekildedir:

“İnsanın en birinci üstadı, en tesirli muallimi, onun validesidir. Ben seksen sene ömrümde seksen bin zatlardan ders aldığım halde kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki, o dersler fıtratımda adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum.”

ŞEFKATİN KADINLARDA FARKLILIĞI

Kadının en çekici ve en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki ahlâk güzelliğidir. En kıymetli ve en şirin yüzü ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu şefkat ve güzel ahlâk, hayatının sonuna kadar devam eder, ziyadeleşir. Rabbü’l-Âlemin, Rahim ismini, kadının fıtratında ışıklandırmıştır. Annelerin memeler musluğundan gelen safi gıda en aciz mahluk olan yavruya Ab-ı Kevser olur. Kadın annedir. Varlıkların en muhteremidir.

Kadınlar kahramanlıkta ve ihlâsta, şefkat itibariyle erkeklere benzemedikleri gibi erkekler de o kahramanlıkta kadınların şefkatine yetişemezler. Maalesef asrımızda validelik şefkati, suistimal edilip masum yavruların ahiretini düşünmeyerek “evladım rahat yaşasın, doktor, mühendis olsun” diye bütün himmet ve gayretiyle dünyevî ilimlere sevk ediliyor. Yirmi dört saatten bir saatini ahiret azığı olan namaza ayırmayı, haftanın iki saatini imanı takviye edecek sohbetlere gitmeyi çok görüyor, fen ilmi ile din ilminin imtizacıyla hakikatin ortaya çıkacağı unutuluyor. Böyle yetiştirilen bir genç, anne ve babasının hizmet ve şefkatine mukabele edemeyeceği gibi, vicdan azabı da çektirir. Neden beni imanla terbiye ettirmediniz? Diye ahirette dâvâcı olup, şefaat yerine şekvacı olur.

İslâmî terbiye ile yetişen ve Risâle-i Nur dairesinde; “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” sorularına ikna edici cevaplar bulup hayatın gayesini öğrenen çocuk, dünyada anne ve babasına itaat, hürmet ve hizmet eder, vefatlarından sonra da hasenatı ile onların amel defterlerine sevap yazdırmakla, ahirette de derecesine göre onlara şefaat eder.

SONUÇ:

“Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı ahiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, her biri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elim endişeler ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahatlerle aklını meşgul edip uyutur.”

“Eğer ahirete iman o haneye girse birden ışıklandıracak. Birbirleri arasındaki münasebet ve şefkat ve karabet ve muhabbet kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dar-ı ahirette, saadet-i ebediye de dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimi hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurlarına bakmaz. Hakiki insaniyet saadeti o hanede inkişafa başlar.”

Aile çatısında ve meşru hayat modelinde, bizim varlığımızın mütemmimi kadınlara söylenecek her söz azdır ve yetersizdir. Aileyi dejenere etmeye çalışanlara karşı, huzurun meclisi olan aile temelini ve üzerine inşa edilen çatısını, mahremiyetin ve müspetin şuurunda yaşatmak aslî mükellefiyetimizdir.