İstişare ve şahs-ı mânevî modeli – I

Risale-i Nur Modelleri

III. Arama Konferansı Sonuç Bildirileri

Risale-i Nur Enstitüsü
Ankara Şubesi
24-25 Eylül 2005 / ANKARA

4. Masa

İstişare nedir?

İstişare, sadece, bir hizmeti yapacak olan kişinin ya da kişilerin birilerine danışması ve onların da fikrini alması demek değildir. İstişare, aynı zamanda, herhangi bir konuda karar almak üzere bir araya gelmek ve çoğunluğun fikrine tabi olmak demektir.

İstişare İslâmın üzerinde durduğu ehemmiyetli prensiplerden biridir. Müslümanların, sadece hususî hayatlarında karşılaşacakları meselelerin çözümünde değil, siyasî ve sosyal hayatın yürümesinde ve idarî sistemin şekillenmesinde başvurmaları gereken mühim bir esastır. İşlerin şûra ile yürütülmesi Allah'ın emridir. Bu emri tebliğ ve tavsiye eden ve en güzel biçimiyle uygulayan Resulullah'tır. Zira bu, medenî hayatın vazgeçilmesi imkânsız bir ihtiyacı olan fikir alış-verişinin gereği olduğu gibi, insan aklına ve iradesine verilen önemin de bir göstergesidir.

İstişare kavramının mânâ ve ehemmiyetini asrımızda en iyi şekilde kavrayan ve hayatı boyunca uygulamasını yapan kişi ise çağımızın büyük mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî'dir.

İnsan, sosyal hayatın içinde yaşamak mecburiyetindedir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarıyla iyi ilişkiler kurmaya muhtaçtır. Bu ilişkiler bireyler arasında olabileceği gibi, bireyle toplum veya cemaat arasında da olabilir.

Toplum hayatında bireyin tek başına her şeyi düşünmesi veya yapması mümkün değildir. Ortak bir aklın ürünü olan kapsamlı kararlara ihtiyaç vardır. İstikrarlı bir sosyal hayat, ancak bu yolla kurulabilir.

Peygamberimiz (asm) istişarenin içtimaî hayata getireceği huzur ve saadeti ifade için, “İdarecileriniz hayırlılarınızdan, zenginleriniz de cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda istişare ile yürürse yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır.” buyurur.

Dünyanın bir köy haline geldiği günümüzde, fertlerden ziyade, fertlerin oluşturduğu mânevî şahsiyetler yani dernekler, sendikalar, vakıflar, cemaatler ve partiler ön plana çıkmıştır. İstişare de asrımızda özellikle şahsı maneviler için gereklidir.

Ortak aklın ve kolektif şuûrun, meşveret ve şûra mantığı içinde ön plâna çıkarılması ile harika neticeler elde edilebilir. Gerçekten bir sosyal gruba veya cemaate dâhil olan fertler, bireysel güçlerinin kat kat üstünde güç kazanarak maksatlarına daha kolayca ulaşma imkânlarını elde etmişlerdir.

Nitekim Bediüzzaman; “Hakikî, samimî bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on müttehit adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.” diyerek sinerjinin, yani işbirliği ve istişarenin önemini ve faydasını dile getirmiştir.

Ortak akıla ulaşıldığı ve bu ortak irade ile hareket edildiği takdirde, bunun kazandıracağı maddî ve manevî menfaatler had ve hesaba gelmez. “Bir millet istişare ettiği müddetçe zillete düşmez” buyuran sevgili Peygamberimiz (asm) ferdî gayretlerin ötesine geçilmesini ve ortak aklın öne çıkarılmasını emretmektedir.

Zaten insan gruplarına doğruyu bulma ve mevcut şartlar içerisinde yapılması gerekenin en iyisini yapma imkânını istişare sağlar. Ayrıca işlerin beraberce yürütülmesi meşveret edilen kişileri tatmin ve memnun ettiği gibi onlara değer verildiğini de gösterir.

Asr-ı Saadette meşveretin uygulanışı

Âl-i İmrân Sûresinin, 159. âyetinde; “Yapacağın işi önce meşveret et.” buyuruluyor. Meşveret etmek, yani danışmak, insanı pişman olacağı bir işi yapmaktan korur. Ancak meşveret yapılacak kimselerin; zamanın ve sosyal çevrenin şartlarını bilmesi, ayrıca akıllı ve ileri görüşlü kişilerden olması lâzımdır. Yanlış kişilerle meşveret kötü sonuçlar doğurabilir.

Peygamberimiz (asm) bir hadîs-i şerîfinde; “Meşveret edilen kimse emîndir.” buyurmaktadır. Buna göre istişare doğruyu söyleyeceğinden ve sır saklayacağından emin olunan kişilerle yapılmalıdır.

Peygamberimiz (asm.), kendi görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışan bir lider değildi. Vahyi tebliğ eder, uyar ve uyulmasını emrederdi. Ancak vahye istinat etmeyen hususlarda kendi şahsî görüşünü sahabelerle eşit tutardı. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, onların görüşlerini alırdı. Bu hususta Ebu Hureyre; “Ben, Resulullah'tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim.” (Tirmizi, Cihad, 35) demektedir.

Meselâ Peygamberimiz Bedir, Uhud, Hendek savaşları öncesinde, ordunun konuşlandırılmasında, savaş taktiklerinin tesbitinde ve savaş esirlerinin akıbeti hususunda ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, ona göre hareket etmiştir. (İbnu Kesir, II, 128-129)

Yine bir başka örnek şudur: Peygamberimiz Uhud Savaşı sırasında, düşman saflarındaki bir kısım bedevileri savaşmaktan caydırmak için onlara Medine hurmalarından pay vermeyi teklif etmeyi gündeme getirmişti. Ancak sahabeler bu fikrin vahye dayanmadığını öğrenince, bunun zillet ihtiva eden bir teklif olacağı gerekçesiyle fikre itiraz etmişler ve Peygamberimiz (asm) de bu fikrinden vazgeçmişti.

Bu örneklerden, Resulullah'ın dahi peygamberlik yönü ile insaniyet yönünün birbirine karıştırılmadığı görülmektedir. Peygamberliğine mutlak itaat, dünya işlerinde de kendisi ile iştirak söz konusudur.

Devlet yapılanmasında istişare nasıl işletilmelidir?

Devlet, açık bir siyasî rejimle yönetilmelidir. Bunu da ancak meclisler temin eder. Halkın kendi kendisini fiilen ve bizzat yönetmesi anlamındaki doğrudan demokrasi mümkün değildir.

Temsilî demokraside meclisler, halk adına yönetenleri seçen ve denetleyen istişare heyetleridir. Seçimler bir istişaredir ve kimin temsilci olacağı hususunun karara bağlanmasını sağlar.

Bu istişarede, aklı başında olan herkes istişare edilmeye ehil sayılır. Ehiller birbirine eşittir. İçlerinden bazıları, uzman ya da kıdemli olması gibi gerekçelerle imtiyazlı hale getirilemez. Şüphesiz bilge ve faziletli olanlar diğerlerini etkilemeyi başarabilir. Ama bu bir imtiyaz değil, herkesin önündeki eşit bir fırsattır. Zaten eşitlikte aslolan, fırsat eşitliğidir.

Meclislerde, halkın temsilcilerinin yanında, uzmanlardan oluşan bir senatonun da yer alması mümkündür. Ancak bu halde iki kesim arasında ihtilâf varsa son sözü senatörler değil, halkın temsilcileri söylemelidir.

İstişareye dayalı devlet sisteminde halk iradesinin üzerinde bir denetim otoritesi yoktur ve olmamalıdır. Aksi halde istişare sadece danışmadan ibaret bir eylem olmuş olur. Oysa istişarenin asıl anlamı, herhangi bir konudaki kararın ilgililerin oybirliğiyle ya da hiç değilse oy çokluğu ile alınmasıdır.

Halkın temsilcilerinin seçtiği yöneticiler de kendi aralarında istişare yapmalıdır. Ancak bu aşamada uzmanlık ön plana geçer. Herkesle meşveret edilmez. Temsilcileri vasıtasıyla yöneticileri seçen halkın içinden birilerinin şahsî görüşü burada önem taşımaz. Halkın çoğunluğunun görüşü zaten seçimle ortaya çıkmış olacaktır. Halk yanlış yapmışsa bir sonraki seçimde başkalarını seçerek yanlışını düzeltecektir.

Karar verme ve icra etme, yani yasama ve yürütme yetkisini ve gücünü her nasılsa eline geçirmiş olan bir kişi ya da zümre, yönettiği kişilerin istek ve iradelerine saygılı olursa başarılı bir yönetici olabilir. Ancak yönetici ömür boyu yönetici olma gücüne ve imkânına sahipse, yönettiklerine karşı saygılı olmayacaktır. Oysa yönetici seçimle göreve gelir ve gidecek olursa millet iradesi hâkim olmuş olur.

Devlet idaresinde her şeyin serbestçe tartışıldığı bir millet meclisinin bulunması gerektiğini belirten Bediüzzaman, milletin kalbi hükmünde olan millet meclisinin, ümmetin fikri makamında olan meşvereti yapabilmesi için fikir hürriyetini zarurî görmektedir.

Fikir hürriyeti, meşveretin ve meşrûtiyetin olmazsa olmaz şartıdır. Fikir hürriyeti olmadan meclisten beklenen güzel neticelerin çıkması mümkün değildir. Fikirler çatışacak ki, hak ortaya çıksın.

—DEVAM EDECEK—