İslâm dünyasının yarını – V

    3.12. TAKIM RUHU VE ORTAK AKIL İLE STRATEJİ GELİŞTİRME

Bütün Müslümanların tam bir takım ruhu, kardeşlik ve birlik içinde yaşamaları ve hareket etmeleri gerekir. Güçlü olmanın temel şartı takım olmak, ensar olma bilinci ve ruhu ile yaşamak, birliği, tesanüdü korumaktır. Eğer Müslümanlar ensar olma bilinci ile birlik olursa; İslâm ülkelerini kalkındırmak, imar ve inşa etmek, mazlûmlara yardım elini uzatmak, Müslüman halkları korumak için gerekli fikrî mücadeleyi devletler bazında yürütmek ile pek çok başarıyı elde edebileceklerdir.

Müslüman halklar takım olma şuuru ile medeniyetin iyi taraflarını almalıdır. Bediüzzaman, Batının sefahetine ve toplumları yozlaştıran keşmekeşliğe karşı; “Medeniyet yolunda bizim örnek tutacağımız millet, Japonlardır. Onlar Avrupa medeniyetinin bütün güzelliklerini aldılar. Fakat bekalarının temeli olan millî adetlerini muhafaza ettiler.” diyerek Japon’ları bize örnek olarak gösterir. Günümüz dünyasında gerek eğitimde ve gerekse teknolojide ve diğer bütün alanlarda Japonlar lider konumundadırlar. Millî âdetlerini ve dolayısıyla aralarındaki birliği koruyarak bugünkü üstün seviyeye gelmişlerdir. Bediüzzaman bizi adeta ortaçağ karanlığında tutan ve ilerlememizi engelleyen altı hastalık ve tedavi yöntemlerini göstermiştir;

Bediüzzaman ayrıca; “İslâm dünyası için önemli tehlikenin, “cehalet, zaruret ve ihtilâf” olduğunu. Bunları “san’at, marifet, ittifak” yoluyla yenmek gerektiğini, böylece İslâm dünyasının geçmişteki ihtişamına benzer bir ihtişamın bugün de yeniden inşa edilebileceğini, Müslümanların yeniden dünyaya ışık tutan “kültür ve medeniyet önderi” olmasının mümkün olacağını, buna Asr-ı Saadet, Dört Halife Devri, Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emeviler’i ve Osmanlıların en iyi örnek olduğunu belirtir.

Kişisel menfaat endişelerini bir kenara bırakan, farklılıkları İslâmî çerçeve içerisinde hoşgörü ile karşılayan, gücünü ve enerjisini menfiliklere değil, yalnızca Müslümanların ve insanlığın hayrına kullanan, çoğulculuktan yana, uzlaşmacı ve barışçı kültüre sahip Müslümanlar, bu değerleri tekrar hayat prensibi yaparlarsa, İslâm dünyası, 21. yüzyılın en büyük medeniyetlerinden birini kurmada, en güçlü bir aday olacaktır.

İslâm Dünyasının, şu anda içinde bulunduğu durumdan kurtulma mücadelesini vermesi gerekmektedir. İslâm mesajı ve doğru İslâmiyet’in, Batıyı daha çok etkilemesi hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır. Batı dünyası iki yüz yılla yakın bir zamandır, İslâm dünyasında kendi menfaatine olan değişik şekillerdeki fitnelerin icracısı konumunda olmuştur. Böylece İslâm dünyasının merkezî otoritesini yıkmış ve onun bünyesinden küçük devletler çıkarmıştır. Bu devletlere ve yönetici kadrolarına kendi sistem şablonlarını dayatmıştır.

Bütün bunlar, birbirleriyle alâkalı bir planın, bir stratejinin veya bir operasyonun sonucudur ve Müslümanları dar bir daireye sıkıştırmışlardır. İslâm dünyası bu durumdan kurtulmak zorundadır. Gerek Kur’ân-ı Kerim, gerek Peygamber (a.s.m.) ve gerekse çağımızın reçetesi olan Risâle-i Nurlar bize aydınlık bir geleceği müjdelemektedir. İslâm dünyasında ve insanlık âleminde, böyle bir hazırlığın parıltıları doğmaya başlamış bulunmaktadır.

    3.13. KAYNAKLARIN DOĞRU KULLANIMI

Bundan insan kaynakları, yeraltı kaynakları ve alt yapı kastedilmektedir. Kaynakların kullanımı doğru bir planlama ve etkin çözüm yolları geliştirilirse, her alanda Müslüman halkların başarılı olmaları daha kolay olur. Toplumun güzelliklerine ve terakkisine sebep, kardeş olma bilinci ve birbirini sevme duygusudur. İnsanların ilerlemelerine engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ayrılıklardan meydana gelen felâketlerin çözüm yolu yine birbirine yardım etmektir. “Bu zamanda İla-i Kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıftır.” (B.S.N.) Bu da bize maddî noktada kendimizi geliştirmemiz gerektiğini ifade etmektedir. Maddî noktada başarılı olmanın temel ölçütü kaynakları iyi kullanarak az masrafla çok verim elde etmekten ve iyi bir stratejik planlama yapmaktan geçer. Yani, ekonomik iş birliği, kalkınma açısından büyük önem taşımaktadır. Pek çok Müslüman ülkenin acil ihtiyacı, ekonomisinin istikrara kavuşması ve sağlam temeller üzerine oturtulmasıdır. İslâm dünyasında sanayinin gelişimine önem verilmesi, gerekli yatırımların yapılması zorunlu bir ihtiyaçtır. Bunun paralelinde eğitim, ekonomi, kültürel yapı, bilim ve teknoloji bir arada gelişmelidir. Bir yandan çalışma alanları teknolojik olarak geliştirilirken, öte yandan kişilerin eğitim düzeyinin ve kalitesinin artırılması sağlanmalıdır. Toplumlar daha üretken odaklı olmaya teşvik edilmelidir.

İslâm coğrafyasında, stratejik önemi olan birçok yeraltı kaynakları vardır. Ülkemiz bunun en güzel örneklerindendir. Müslüman ülkelerin bu avantajı, enerji yüzyılı olarak adlandırılan 21. yüzyılda daha da önem kazanacaktır. İhtiyaç içinde olana yardım etmek ve sosyal dayanışma Müslümanların önemli özelliklerindendir. Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyette, zekât emredilmiştir. Zekât, sadaka ve adak vermek bunun en güzel çözüm yollarındandır. Toplum içindeki sosyal yardımlaşmanın toplumlar arası düzeyde de yürütülmesi gerekmektedir.

20. yüzyıl boyunca İslâm dünyasının büyük bölümü, daimî bir savaş, çatışma ve istikrarsızlık içinde kaldı. Bu dönem, kaynakların en büyük bir bölümünün savunma harcamalarına ve plansız ve projesiz bir şekilde boşa harcanmasına, ekonomik ilerlemenin neredeyse durmasına, hayat standardının çok düşük düzeye inmesine, hepsinden önemlisi milyonlarca Müslüman’ın hayatına mal oldu. İslâm ülkeleri arasında, kardeş olmanın bilinci ile kurulacak yeni iş birlikleri, rahatlık ve huzur getirecektir. Kaynaklar doğru kullanıldığında İslâm dünyasının yıllardır önemli sorunlarından biri olan ve bütün coğrafyayı doğrudan etkileyen fukaralık ve istikrarsızlıklar da böylece ortadan kalkacaktır.

IV. BÖLÜM: RİSÂLE-İ NUR PERSPEKTİFİNDE GELECEK

İslâm dünyası, ABD veya Avrupa Birliği gibi, içinde barındırdığı toplumlara ve topluluklara farklılıklarını ortaya koymalarına müsaade ederek, kendi içişlerinde serbest; fakat dışarıya karşı yekvücut olmasını sağlayacak bir birlik oluşturmalıdır. Bu şekildeki İslâm Dünyası kendi içinde güvenliği sağlayacağı gibi dünya barışının da güvencesi olacaktır.

Günümüzde İslâm dünyasına hâkim olan birbirinden farklı görüşler, yorumlar ve modeller arasında mutabakat sağlanamamış olması, Müslümanların birlikte hareket etmelerine engel gibi gözükmekle birlikte kısa sürede aşılabilir. Bu beraberlik çağrısı, etnik kökene, ekonomik şartlara ya da coğrafî duruma göre yapılmayacak; ırk, dil ve kültürel özelliklerden kaynaklanabilecek her türlü husûmet bu birliğin çatısı altında ortadan kaldırılacaktır. Bu beraberlik anlayışı, bir toplumun diğerine, bir kültürün ötekine, bir grubun başkasına üstün gelmesine dayalı değil, hepsinin bir diğeri ile eşit olduğu hoşgörü, sevgi ve dostluğa dayalı dayanışma ruhu olacaktır.

Bugünkü şekliyle İKÖ, her ne kadar yukarıda tarif ettiğimiz görev ve vecibelerini yerine getirecek şartlara haiz değilse de, müessese ıslâhı edilerek bu yapıya kavuşturulabilir. Bu mânâda İK֒ nün daha etkin ve yararlı hale getirilebilmesi için;

* Öncelikle AB mânâsında bir değerler manzumesi ve üyelik kriterlerine sahip olması gerekir.

* BM, AB ve diğer uluslar arası ve ulusal örgütler ile ilişki içerisinde, İslâm Dünyasının sesi olarak hak ve özgürlüklerini koruma amacı güdülmelidir.

* Kendi üye devletleri arasında daha etkin bir çalışma içerisine girerek, üye ülkeler arasındaki ekonomik-ticarî-ilişkilerin arttırılarak ve turizm canlandırılarak serbest dolaşım hakkının getirilmesi, böylece tearüf ve teavün düsturlarının hayatiyete geçirilmesi temin edilmelidir.

* İslâm dininin doğru anlaşılması için yani “doğru İslâmiyeti ve İslamiyete lâyık doğruluğu” tesis ve temine çalışmalıdır.

* BM. nezdinde 1.5 milyar nüfusu temsil etmesi hasebiyle BM Daimî Güvenlik konseyine üye olunması ve daha etkin bir rol alınması sağlanmalıdır.

İslâm Birliği, temel İslâmî değerleri ve inançları esas almalı, uygulama ve görüş farklılıklarını hoşgörü ve anlayışla karşılamalı, bu farklılıkları bir kültür zenginliğine dönüştürebilmeyi başarmalıdır. Müslüman ülkeler arasındaki bütün ihtilâflar bu merkezde çözüme kavuşturulmalıdır. Kendi iç sorunlarını çözebilen bir İslâm dünyası, diğer medeniyetlerin üyeleriyle yaşayabileceği sorunları da kolaylıkla çözebilecek bir imkâna sahip olacaktır. Bu şekilde bütün Müslümanları birleştiren bir merkezin, ortak politikalar üretmesi ve bu politikaları uygulamaya geçirilmesini sağlaması mümkündür.

Demokratik esaslara ve hukukun üstünlüğü prensibine dayanan merkezî bir İslâmî otoritenin (İslâm Birliği’nin) kurulması, İslâm dünyasının mevcut sorunlarının giderilmesinde çok önemli bir adım olacaktır.

Bin yıldan daha fazla bir zamandır İslâmiyet’i kabul etmiş, altı yüz yıldan daha fazla İslâmiyet’e bayraktarlık yapmış, İslâm ülkelerinin koruyuculuğunu üstlenmiş bir ülke olan Türkiye, elbette daha önce olduğu gibi günümüzde de böyle bir “İslâm Birliği’ne” çok büyük katkı sunacaktır.

Çünkü Türkiye gerek diğer Müslüman ülkelere göre daha demokratik yapısı, gerekse Avrupa ülkelerine ve Orta Doğuya yakınlığı, diğer taraftan Asya, Karadeniz ve Akdeniz ile sınırları olması, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, yetiştirdiği maddî ve mânevî önderleri, bilim ve san’at adamlarının çokluğu ve gerekse halkının tamamına yakını Müslüman bir ülke olması hasebiyle İslâm dünyasının gözbebeği konumundadır. Ayrıca bütün dünyanın da dikkatleri üzerindedir. Evet bir yandan Avrupa Birliğine girme arefesinde olan, öte taraftan İslâm ülkelerine ait birliklerin aktif ve belki de lider konumundaki ülkesi olan Türkiye; İslâm âlemine ve dünyaya çok fazla katkıda bulunacaktır. Böylece bir bakıma Avrupa’nın kapıları Müslümanlara açılacak, Avrupa Müslümanlar ile eskiden olduğu gibi yeniden tanışacak ve önyargılar da ortadan kalkacaktır.

Bediüzzaman Hazretlerinin belirttiği gibi: “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı îmaniyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabîleri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küré-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.” dir

Kur’ân-ı Kerimin birçok âyeti, Peygamber’in (a.s.m.) hadisleri ve Risâle-i Nur’un ümit dolu müjdeleri önümüzdeki dönemin, dünya Müslümanları için “fecr-i sadık” yani, beklenen gerçek aydınlık dönem olacağını göstermektedir. Bu dönem, yalnız Müslümanların değil, bütün insanların mutluluk içinde yaşayacakları yepyeni bir “Huzur Çağı” döneminin başlangıcı olacaktır. Şu anda içinde bulunduğumuz konum ve şartlar ne olursa olsun ümit varız. Bu sebeple içinde bulunulan mevcut durum biz Müslümanların ümitsizliğe düşmelerine değil, tam tersine şevk ve heyecanlarının artmasına aracı olmalıdır. Bu şevk ve heyecan, ülkemizden başlayarak bütün dünyaya yayılmalıdır.

Dünyada yaşanan gelişmeler, İslâm dünyasını çok büyük ve önemli değişimlerin beklediğini açıkça göstermektedir. İslâmiyet, dünya gündemini birinci sırada işgal etmektedir. İnsanlığın dikkati Müslümanlığa ve Müslümanlara çevrilmiştir. Gelecek aydınlık günlere erişmek için Risâle-i Nur Talebelerinin daha da çok çalışması gerektiği ortadır. Ayrıca bütün dünya Müslümanlarının ortak görev ve sorumluluğudur. Bediüzzaman’ın ifadesiyle; beş yüz yıla yakındır uyuyan İslâm âlemi artık uyanmalı ve; “Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabâtı içinde en yüksek gür seda, İslâmın sedası olacaktır.” müjdesine nail olunmalıdır.

Evet, dünyaya ışık tutacak, Müslümanlara ve bütün insanlığa güzellik sunacak, yeryüzüne adalet ve barış getirecek o büyük İslâm Medeniyetinin yeniden yeşerip, Fazilet Medeniyetine ulaşılması ve Bunalım Çağının kapılarının kapanıp Huzur Çağının kapılarının açılması bütün Müslümanların ortak duâsıdır.